TÜRKÇE (For English, please scroll down.)
Silivri, 8 Nisan 2013.
(Görüntü medyadan.)
Dünya medyası nihayet farketti: o gün Silivri Ceza İnfaz
Kurumu “Kampüsü” önünde toplanan kalabalık, barikatların yıkılması, gaz ve su
dış basında yankı yaptı. Ama o ne? Başlıklar hep “darbe mahkemesi” (coup trial) şeklinde!
News Europe: http://www.bbc.co.uk/news/world-europe-22063158
The Australian: http://www.theaustralian.com.au/news/breaking-news/ugly-clashes-as-turkey-coup-trial-resumes/story-fn3dxix6-1226615250430
ABC News: http://abcnews.go.com/International/wireStory/thousands-protest-turkish-coup-plot-trial-18903952#.UWlsLFLT5R
Gerçi metinleri
okuyan biraz daha derinlemesine bilgi sahibi olacaktır ama ilk intiba bir darbe
oldu, ya da teşebbüsü oldu da mahkemesi yapılıyor gibi- nihayet dünya ona
alışık! Alttaki metni okuyup da dışarıda gösteri yapanların içerdeki “darbe”
sanıklarını desteklediklerini, hatta bir çoğunun solcu olduklarını görünce de
“herhâlde yanlış anladım” diye baştan almışlardır , ya da “ne biçim haber bu,
bütün kavramları birbirine karıştırmışlar” diye okumaktan vazgeçmişlerdir. Ama
böyle bir ülkeyiz işte!
Biz böyle isek uygar Batı’nın kamuoyu da öyle- AKP'yi juntacı
askerleri hizaya çeken bir “liberal” hükümet saydıkları için ağırlıyorlar,
yediriyorlar, içiriyorlar, madalyalar veriyorlar. (“Liberal” kelimesini “devletçi”'nin tersi
olarak ve ağırlıklı olarak ekonomik olarak alırlar; hâlbuki kökeninde liberty= “özgürlük” olan bir kelimeyi bu
hükümet için kullanmakta bir tezat olduğunu görmüyorlar!) Batılı kamuoyu
diktatörlüğü üniforma ve postalla o kadar özdeşleştirmiş ki başka şekilde
gelebileceğini düşünemiyor bile. Kaldı ki biraz daha bekleyelim Cumhuriyet
ordusu tamamen tasfiye olsun, o zaman görürüz “liberal” hükümetimizin
üniformalı, postallı ordusunu. (Dolmabahçe Sarayı önünden geçerken orada duran
şık üniformalı nöbetçilere bir göz atın; onlar artık asker değil!)
Benim hiçbir zaman politikayla aram olmamıştır; 1974’te
üniversiye girdiğimde sağ-sol çatışmaları yeni başlamaktaydı. Militanlar (bizim
okul solcuydu) “forum” diyerek, “eylem” diyerek bizi toplarlarken kaçabildiğim
zaman kaçardım, hatta bir kere iki arkadaşla pencereden atladık. Çatışan
tarafların hiçbirine yanaşmamak, olaylarla mesafeli kalmak vicdanımla da uyumluydu.
1975’ten sonra eğitimime yurtdışında devam ettim, önce
güzel sanatlara, sonra da kendi branşıma yoğunlaştım. Doğal olarak o yıllarda
ülkemin tepetaklak gidişi beni endişelendiriyordu, üzüyordu, ama bu beni bir
taraf tutmaya yönlendirmedi. (Bkz: "1980 Eksi Bir", 1 Aralık 2012.) Militan bir karakterim yoktur, “kurulu düzen”
içinde yavaş ve ölçülü adımlarla gelişme ve iyileşme tercih ederim. Bir
sanatçının eserlerini rahatça üretebileceği iç huzurunu bulacağı sakin bir
ortam isterim. Biliyorum, birçok sanatçı çatışma ve sürtüşme ortamında
serpilir; ben sadece kendimden bahsettim.
Ama bu AKP bambaşka birşey. Türk toplum hayatına buldozer
gibi girdi diyesim geliyor ama yanlış olur; bir akrep sürüsü gibi görünmeden
girdiler, döşemenin altından, duvarların ve tavanın içinden, eşyaların
arkasından...(“Ne büyütüyorsunuz, topu topu bir iki taneler, onları da idare
ederiz artık!") ve hepimizi hazırlıksız
yakaladılar! Şimdi heryerdeler, hepimizi kendi meskenimizde köşeye
sıkıştırıyorlar, “imdat” demek için çok geç, sayıları durdurulamayacak kadar
fazla! (Şuuarltım başka bir teşbih sundu bana; bkz: “Bir Rüya”, 30 mayıs 2012.)
İstediğim kadar politikadan, slogan atmaktan nefret
edeyim, bu artık gözardı edilecek birşey değil! AKP her özel alana saldırıyor.
Başbakan Erdoğan insanı çileden çıkaracak bir şey söylemeden konuşmayı
bilmiyor. Cumhurbaşkanı Gül’e gelince onun da sakin, munis, insanı adeta
uyuşturan, ipnotize eden tarzıyla söyledikleri başka bir şekilde kanımı
donduruyor. (Sakin Cumhurbaşkanımızın sakin gazabı karikatürist Nuri Kurtcebe’nin
kariyerini yıktı- sakin ve sessizce. Bkz. “Acıtan Kalem”, 16 Mart 2013.)
Yine de öğretmenlik yıllarımda öğrencilerin siyasi
çatışma ortamına sürüklenmesine karşıydım, onların bu yönde motive edilmesini
isteyen akademisyen arkadaşlarımı da eleştiriyordum. Gençlerin 1980 öncesine
benzer bir ortama sürüklenmesinden korkuyordum (Bkz. “Gençlik”, 16 Aralık
2012). Ergenekon dalgaları başlamış,
gazeteciler, aydınlar, akademisyenler, subaylar akıl almaz, mantığa sığmaz
suçlamalarla toparlanıp kapatılıyorlardı.
Tam dört yıl önce 13 Nisan 2013’te Ergenekon’un 12nci “dalgası” özellikle akademisyenleri
hedeflemişti. Başkent Üniversitesi Kurucu Rektörü organ nakli uzmanı Prof. Dr.
Mehmet Haberal o gün tutuklandı, Malatya İnönü Üniversitesi eski Rektörü (bugün
kanser hastası) Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu da, Uludağ Üniversitesi eski Rektörü
ve Atatürkçü Düşünce Derneği Başkan
Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran da...! Cüzzam hastalığını ülkemizden
silen ve Genel Başkanı olduğu Çağdaş
Yaşamı Destekleme Derneği ile muhtaç gençlere Atatürk ideâlleri
doğrultusunda eğitim imkânı veren Türkân
Saylan’ı hatırlıyor musunuz? Evinde ve ÇYDD bürosunda yapılan aramalar yine o
“12nci dalga” sırasındaydı. O sırada 17 yıldır kanser hastası olan Saylan,
aramadan bir ay beş gün sonra 18 Mayıs 2009’da ona teşekkür edeceğine evini
basan milletinin arasından ayrıldı.(Saylan Ayşe Kulin’in Tek ve Tek Başına adlı kitabının konusu oldu, hayatı Kanal D için
yapılan Türkan isimli bir dizi ve
2011 yapımı yine Türkan isimli bir
filmle de seyirciye sunuldu. Bunlar güzel; ama ben bir de TRT televizyonunun
yaptığı çamur atma programı hatırlıyorum ki hatırladıkça hâla içim kalkıyor.)
O “12nci Dalga”’nın haberlerinin beni o gün ne hâle
getirdiğini hiç unutmadım; sanki birisi kalbimi avuçlamış sıkıyordu! Korkunç bir
kötülüğün kök salıp büyüdüğünü görmek, ve bir şey yapamamak hissi! Ve bu hissi
sonradan da sık sık duydum. İnsanın içinden duvarlara vurmak, birşeyleri
kırmak, bas bas bağırmak geliyor! Gelip geçeni yakalayıp “nasıl sessiz sessiz öyle
seyredersiniz?” diye haykırasınız geliyor! Benim ferahlama ve sakinleme yolum
resim yapmaktır, ama zangırdayan ellerle birşeyler çizmeyi deneyin bakalım!
O akşam pencereme bayrağımızı astım ve “o insanlar
serbast bırakılıncaya kadar bu bayrak inmeyecek” dedim. (Bkz. “Bayrak ve Kurdele”,
30 mayıs 2012.)
O zamanlar öğrencilerim için Çizgi Filmciler İçin Edebiyat diye birşey hazırlardım; her hafta
bir A4 kâğıt üstüne faydalı ya da ilhâm verici bir söz yazar, bir de karikatür
çizer, fotokopileyip masalarına bırakırdım.
O akşam (elim kalem tutacak kadar sakinleyince) bir “özel
sayı” hazırladım. 14 Nisan sabahı öğrenciler masalarında aşağıdaki resmi
buldular.
Sanırdım ki akademik dünya tutuklanan akademisyenler için bir tavır koyar. Benim kendi
üniversitem- “bilimde çağdaş, düşüncede özgür” Maltepe Üniversitesi- olaydan
ikibuçuk ay sonra Başbakan Erdoğan’ı “Fahri Doktora” ünvanıyla onurlandırdı.(Ünivetrsite
Senatosu’nun 26 Haziran 2009 tarihli kararı: http://basin.maltepe.edu.tr/node/63 )
Gelelim
benim penceredeki bayrağa: birkaç hafta içinde indirebileceğimi düşündüğüm bayrak aylar ve yıllar geçtikçe eskidi,
soldu, arka yüzü çevrildi, o yüzü de soldu, mahalleli şikâyet etmeye başladı.
Astığımdan iki buçuk yıl sonra, 16 Ekim 2012’de, kapımıza yapıştırılmış imzasız
bir yazı buldum. Bayrak kanununun ilgili maddeleri yazılmıştı ve eskimiş
bayrağımın indirilmesi söyleniyordu. Sözümü bozdum, o bayrağı indirdim. Yeni bir bayrak nöbeti devraldı ve hâla
orada- Ergenekon tutsakları gibi! (Bkz.: "Şanı Eksilmiş", 28 Ekim 2012.)
Saldırı
evlerimizin içine uzanıyor, en iyilerimizi, en onurlularımızı tutsak alıyor,
Avrupa ve ABD de bu işten bir de özgür Kürdistan çıkacak diye alkışlayıp
duruyorlar. Özgür Kürdistan’a karşılık köleleşmiş Türkiye- AKP’nin istediği
anayasa gerçekleşirse Türk bile olmayacak bir Türkiye! AKP “özgürlük” diye
haykırarak çocuklarımızı ortaçağa yakışacak bir köktendinciliğin içine atıyor!
(Bkz “Türban Türban Dedikleri”, 16 Temmuz 2012, “Türküm, Doğruyum”, 22 Eylül
2012, “Kahraman Olmak”, 17 Ocak 2013, ve “Nezih Seyirciler”, 7 Mart 2013.) İşte tam bu
felaketin önünü kesmek için gerçekleştirilen “28 Şubat Süreci” de bir “dabe”
olarak adlandırıldı ve ayrı bir intikam furyasıyla dönemin subayları toparlanıp Sincan cezaevine kapatılmaya başlandı.
(28 Şubat’a değindiğim yazılar: “Türban Türban Dedikleri”, 16 Temmuz 2012,
“Çocuklarını Yiyen”, 18 Şubat 2013, “O Zamanki Time'da kaldı”, 2 mart 2013.) Hükümet
dini bayramları pompalayıp orantısızca şişirirken milli bayramları unutturmaya
çalışınca halk doğal olarak tepki gösteriyor. Burada provokasyonu yapan kimdir?
Vicdan sahibi vatandaşlar, sade insanlar, amcalar, teyzeler, ülkelerini
ayaklarının altından çekip almak için kurulan tezgâhları, yapılan
adaletsizlikleri, mahvedilen hayatları görünce sokaklara dökülüyorsa, burada
provokasyonu yapan kimdir?
8
Nisan 2013’te vatandaşlar, önceden da yaptıkları gibi, ülkenin dört bir
yanından- bazen bütün gece seyahat ederek- Silivri toplama kampı’nın önündeki
sırtlarda biraraya geldiler. Çamura ve soğuk rüzgâra rağmen orada beklediler.
Barikatlara sldırdılar. Tabii ki saldırdılar; köşeye sıkıştırılmış hayvan ne
yapar? Gaz yediler, tazyikli suyla ıslandılar- ve böyle olacağını da
biliyorlardı! Sonra öksürerek, titreşerek orada durmaya devam ettiler! Sayın
Erdoğan, Sayı Arınç, Sayın Davudoğlu, Sayın Gülen, Sayın Kerry, Sayın Obama,
hâla anlayamıyor musunuz? Sizin canınız istedi diye özgür bir millet öyle
sessiz sessiz kıvrılıp ölemez!
Silivri’de
hareketli geçen 8 Nisan’dan sonra Başbakan Erdoğan 11 Nisan’da Kırgızistan’dan
yaptığı beyanatla göstericilerin “kanun ve Anayasa’yı ihlâl ettiklerini”
söyledi- sanki senelerdir Anayasayı yazboz tahtasına çeviren,
değiştirilemeyecek maddeleri bile hedefleyen kendisi değilmiş gibi! “Ergenekon’u savunmak suçtur” diyor,
hiçbir sanığın varlığını teyid etmediği, hiçbir eylemi üstlenmemiş "örgütten"
bahsederek ve altı senedir “bağımsız yargı” aracılığıyla süründürdüğü insanlar
hakkında kendisi hüküm vererek! Bu arada niteliğini hiçbir şekilde gizlemeyen
PKK ile görüşmelerini ve anlaşmalarını halka satmak için ne “akil” yollara
başvurduğunu biliyoruz. Bir de oraya giden insanlara “aşırı uç” yakıştırması
yapıyor. (Başbakanın sözlerini- hem de taraftar basından, izleyebilirsiniz: http://www.zaman.com.tr/politika_ergenekonu-savunmak-suctur_2076658.html )
Şimdi Ergenekon ve Balyoz davalarına karşı seslerini
duyurmaya çalışan insanlara bir bakın; bu blog’da gerek fotoğraf, gerekse
videokliplerde bol bol gözüküyorlar. (Aşağıda, İngilizce bölümden önce bir videoklip göreceksiniz. Ayrıca bkz.: “Vardiya Bizde”, 6 Kasım 2012, “KahramanOlmak”, 17 Ocak 2013, “Silivri”, 18 Aralık 2012, “Balyoza Balyoz”, 5 Şubat
2013, “Çığlık Atılası”, 12 Şubat 2013, “Çocuklarını Yiyen”, 19 Şubat 2013, “Silivri,18-02-2013”, 25 Şubat 2013) Hangisi terörist görünümlü? Hangisi aşırı uç? Bu
insanlar ihtilâl yapmak için ayaklanmıyorlar. Tam tersi, sahip oldukları
ülkenin, rejimin, Cumhuriyetin ellerinden çekilip alınmasına karşı mücadele ediyorlar. Onlar
savunuyor, saldıran AKP! Onlar tepki gösteriyor, provokasyon AKP’den!
Gaz maskeli bu beyefendiyi tanıdınız mı? Adı Gülcemal Karakoç ve o bir kahraman. Bu çeşit eylemlerde kendisiyle sık sık karşılaşırız, şu farkla ki biz daha gerilerdeyken o en ön saflardadır. Kendisini daha iyi tanımak için bkz. "Kahraman Olmak", 17 Ocak 2013, ve "Balyoza Balyoz", 5 Şubat 2013.
(Görüntü medya'dan.)
Aşağıdaki videoklip hakkında bir küçük not: Montajı yapıp altyazıyı yazdıktan sonra You Tube'a yüklerken "titremeleri al" seçeneğini seçtim. Görüntüdeki titremeler gitmesine gitti ama bu sefer de altyazılar zangırdar oldu. Onlara bakarak gergin anlarda ellerimin nasıl titrediğini görebilirsiniz!
Silivri, 8 Nisan 2012.
(Görüntüler kendi objektifimden.)
videoklip:
videoclip:
Silivri, April 8th 2013
(Images from my own camera.)
Some notes on the clip: You Tube offered to stabilize the images on the clip and I took the option. The images were remarkably stabilized but my subtitles started flying all over the place. As you watch, they wll be an indication of how agitated I was.
Some expressions defy translation: the most difficult is şerefsiz ("honourless"); you will come across it a few times here. "You honorless one" may sound archaic in English but şerefsiz is blunt and direct.
One woman says "Shame on Kadir İnanır; shame on Hülya Koçyiğit" and another responds "A curse on them. A curse on my eyes for ever watching them!" Kadir İnanır and Hülya Koçyiğit are popular movie stars who have accepted to join Prime Minister Erdoğan's team of "Wise Men", a group of popular public figures drafted to tour the country and drum up support for the "peace process" that includes direct talks and negotiations with convicted PKK leader Abdullah Öcalan, free passage to PKK insurgents exiting the country, consultation with the PKK about the future of the Republic, and ultimately the seperation of the eastern provinces as an independent Kurdistan.
When Hasan Basri Özbey speaks from the roof of the Labor Party bus, he refers to the "Ataturk Revolutionaries" (Atatürk devrimcileri) smashing down the barricades, it is not a reference to an actual revolution, but followers of the revolutionary reforms brought along under Kemal Ataturk in the early years of the Republic, indeed including the Republic!
Finally, the last caption: Esin Desen used to be our trade name when I and my wife worked independently in animation. When we retired, the operation was dissolved, but I still like using that name for creative work. As for the "TC" the story goes like this: as part of ts policy to transform the Turkish Republic into something that is neither a republic, nor Turkish, the AKP started to suppress the letters "TC", for Türkiye Cumhuriyeti ("Republic of Turkey") that normally preceded the names of government institutions. Turkish Facebook and Twitter users have taken to add the letters "TC" in front of their names in protest. This was my own contribution to this gentle and civilized and yet very clear protest action.
ENGLISH
The footnote links do not work; you will have to scroll down to to the footnotes for expanded information. Opening the blogsite on two seperate windows and keeping one on the footnotes will make it easier to go back and forth. Sorry for the inconvenience, I'm no expert!.
Other links should work.
The footnote links do not work; you will have to scroll down to to the footnotes for expanded information. Opening the blogsite on two seperate windows and keeping one on the footnotes will make it easier to go back and forth. Sorry for the inconvenience, I'm no expert!.
Other links should work.
Eugéne Delacroix, 1830.
KZ Silivri, April 8th 2013.
(Image from the media.)
The crowds of demonstrators before Silivri that day finally got some worldwide media attention. Too
intensely is the eye of the world focused on Syria, Israel, and the Greek
economic crisis. Too often are the Turkey’s leaders today lionized as
“liberals”- amazing when one considers the word’s ethymological link to
“liberty”- and accordingly wined and dined by royalty. It was a welcome change
to see that the world media saw and recorded the efforts of the tens of
thousands gathered in front of Silivri
concentration camp- and make no mistake about it, that is what it has become,
but I was nevertheless dismayed to see the headlines referring to a “coup
trial”.[1]
Not a single person among the 275 defendants of the so-called Ergenekon trials, 67 of whom are in
detention and have been so for up to six years, not a single one, has ever been
involved in any “coup”![2]
Nor was any of the 295 condemned to heavy sentences on September 21st, 1980,
for the Balyoz (“Sledgehammer”) “coup
conspiracy” allegations![3]
There was no “coup”, no such operation was actually launched, as even the
prosecutors will attest, only allegations that a “coup” was being plotted, and
that a widespread “terror organization” called Ergenekon
was behind it. The ensuing roundups served to clear the way for the US
supported fundamentalist Islamist AKP government to execute its own
very real, in no way imagined, and now greatly advanced coup d’état!
I was never a politically oriented person; I started
university in 1974, when the factional disputes and violence between students
were just starting; I went through that without ever shouting a slogan and
slipped away from demonstrations and rallys if I could. (In those days, the
ringleaders would force you to join!) I once jumped from a window to get out of
the university building. And I always found it perfectly compatible with my
conscience to keep my distance.[4]
After 1975 I pursued my studies abroad, concentrating on
art and eventually my own particular field. The downward spiral in my country
naturally concerned me, but never induced me to choose a side.[5]
I don’t have a militant character, I suppose I am more for an established order
with progress and development in an orderly, well thought-out fashion, a calm
environment in which an artist has the time and peace of mind to concentrate on
his work! I realize many artists thrive in adversity, I am speaking exclusively
for myself here!
The AKP is something else; I am tempted to say it crashed into Turkish life and society like a bulldozer but that would be misleading: it crawled in like a scourge of scorpions, at first totally invisible, under the woodwork, inside the ceiling, behind the furniture (“What’s all the fuss? There’s only one or two, and we can always handle that!”) and caught everybody napping. Now they are everywhere at once, cornering everyone in their own quarters, too late to cry out, too many to overcome.[6]
Averse to politics and slogan-shouting as I am, I could
not ignore this scourge any longer. The AKP invades every private space. While Prime
Minister Erdoğan can’t open his mouth without saying something infuriating,
soft-spoken President Gül chills my marrow with his snake-like hypnotic delivery.[7]
Even well after the AKP came to power, while teaching at
a university here, I observed the rising political tension with disfavor and
objected to the opinion that students should be involved because I feared a
replay of the horrors of the period leading up to the the 1980 military
intervention.[8] I
wanted my students to concentrate on the art and craft I was trying to teach.[9]
But by then the Ergenekon roundups
had taken off, the most respectable of citizens- journalists, intellectuals,
academicians, officers- were being rounded up in wave after wave.
Exactly four years ago, on April 13th 2009, 39 people were arrested in the 12th wave of the Ergenekon roundups, this time targeting mainly
academicians. These included Prof. Dr. Mehmet Haberal,
internationally acclaimed transplant surgeon, founder and active Rector of
Başkent University in Ankara, Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, former Rector of İnönü
University in Malatya, and Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran, former rector of Uludağ
University, Bursa, as well as Vice-Chairman of the “Society for Kemalist Thought”[10].
Another high-profile name was Dr. Türkân Saylan, chairwoman of the ÇYDD, the “Society
to Support Contemporary Living”.[11]
Saylan is best known for a lifelong and ultimately successful struggle against
leprosy. The ÇYDD provided education opportunities to the poor, in line with
Kemalist ideology, of course. Since the poor and uneducated are the fuel of the
AKP’s power, this alone was enough for the ruling party to set its sights on
Saylan and her society. In course of the “12th wave” Saylan’s home and the ÇYDD
offices were raided, several members arrested, computers and documents
impounded. She had been suffering from cancer for 17 years at the time; she
died just over a month after the raid, on May 18th. 2009.[12]
That day of the “12th wave”, four years ago, it felt as if a fist grabbed my heart and started squeezing it. It’s the feeling of witnessing a terrible evil take root and grow, without being able to do anything about it. You feel like banging on walls, breaking things, screaming- a feeling I would repeatedly experience in the following years. You feel like grabbing people and shouting “how can you just stand by and watch?” My emotional outlet is to draw, but try drawing when your nerves are shot. Try getting a steady line when your hand is trembling!
That night I put up our flag at our window and said “this
flag stays here until those people are free”.[13]
Then I managed to calm myself enough to prepare a “special issue” of my “Literature
for Animators” notes for my students. I used to do one a week, simply a useful
and inspiring saying with a drawing that I would photocopy and leave on each
student’s desk before they arrived. This is what they found on April 14th,
200.
"Literature for animators", for April 14th, 2009. The quote is from Abraham Lincoln. The mouse says "Turn that off, it gets on my nerves! Put on a cartoon instead!" Unfortunately, you just can't turn it off just like that!
One wouId have expected the academic world to take a
stand against this attack on academicians but my own University, the Maltepe
University of Istanbul, with its motto “contemporary in science, independent in
thought”[14],
honored the Prime Minister with an “Honorary Doctorate” just two and a half
months later probably to make up for the shortfall of academicians after the roundups.[15]
As for my flag
pledge, I had to eat my words and take it down when I received an anonymous
complaint from the neighbours on October 16th 2012 (two and a half years after
I had hung it) to the effect that it was too faded and worn out. Since then, a
new one has taken over.[16]
The scourge has broken into our domains, into our lives,
taken the best of the nation hostage while Europe and the US are all chuffed up
about it because there will be a free Kurdistan coming out of the deal as well-
a free Kurdistan in exchange for an enslaved Turkey which, if the AKP’s new
proposed constitution goes through, will not even be Turkish.[17]
The AKP cries “freedom” and shoves our children into the medieval abyss of
fundamentalist Islam.[18]
The “February 28th process”, which had aimed to prevent just this outcome, is now
being punished with its own series of roundups and persecution.[19]
When national holidays are systematically suspended while religious ones are
pumped up, the citizens take the initiative.[20]
Conscientious citizens, average people seeing the monstrous injustice in
service of a well-honed plan aimed at snatching their very country from beneath
their feet, find no alternative but to take to the streets. As they have done
before, people came from all over the country on April 8th to make their
dissatisfaction known; on a weekday, many travelling overnight to stand there
in the mud, braving the cutting wind, on the God-forsaken hills around the Silivri compound. And in their
frustration built up over the years they challenge and rush the barricades. Of
course they rush the barricades, what do you expect a cornered animal will do? And
they stand up to the gas and the jets of pressurized water. And then cough,
weep, and shiver the rest of the day. Mr. Erdoğan, Mr. Gül, Mr. Arınç, Mr. Davudoğlu,
Mr. Gülen, Mr. Kerry, Mr. Obama, can’t you take a hint?[21]
Don’t you get it? You just can’t expect a free nation to curl up and die
because that’s what pleases you!
In reaction to the lively day at Silivri on April 8th,
Erdoğan had the cheek to declare “The Law and the Constitution have been openly
violated”- he who has been making minced meat of the constitution from day one
of his vengeful decade-long term in office.[22]
“It is a crime to defend Ergenekon”
he goes on, making us all criminals for supporting a “terrorist organization”,
the existence of which is still in doubt- while the internationally acknowledged
and avowedly paramilitary PKK is not only being pardoned but consulted in the
shaping of our future. Another phrase in his statement qualifies the
participants of the demonstration as “extermists”!
Now please take some time to look at the faces of the people in this article, and
other articles in this blog involving protest actions against the Ergenekon and Balyoz (“Sledgehammer”) trials and verdicts. There is a videoclip at the top of the English part of this article. Take a look at the photos and videos of other relevant articles as well.[23]
Do you see any terrorist- extremist-criminal types? These people are not out
there for revolution; on the contrary, they are there to keep their country,
their Republic, from slipping away through their fingers. They are the
defenders, the AKP is the aggressor, the usurper. The AKP provokes, the people
react!
Can you recognize this gentleman? His name is Gülcemal Karakoç, brave and dedicated patriot. We keep running into him at different demonstrations, except that we are more in the crowd at the rear and he is up front! There he was again, supplied with gas mask, on April 8th 2013. To see him in action in earler demonstrations, take a look at "Being a Hero", 17 January- Ocak 2013, and "Hammering the Sledgehammer", 5 February- Şubat 2013.
(Image from the Media.)
[1] CNN: “Riot police clash with protesters at Turkish military coup trial.”
http://edition.cnn.com/2013/04/08/world/turkey-courthouse-protest
News Europe: “Turkey 'coup' trial delayed amid angry protests”
http://www.bbc.co.uk/news/world-europe-22063158
The Australian: “Ugly clashes as Turkey coup trial resumes”
http://www.theaustralian.com.au/news/breaking-news/ugly-clashes-as-turkey-coup-trial-resumes/story-fn3dxix6-1226615250430
ABC News: “Thousands Protest Turkish Coup Plot Trial.”
http://abcnews.go.com/International/wireStory/thousands-protest-turkish-coup-plot-trial-18903952#.UWlsLFLT5R
[2] I mention the
precursor to the April 8th hearing in “TheDardanelles Broken Through”, 19 March-Mart 2013.
[3] See “TheSledgehammer”, 6 September-Eylül 2012
and “The Sledgehammer Verdicts”, 22 September-Eylül 2012.
[4] I refer
to this part of my personal history in “Ramadan, August 30th and Mr. Incredible”, 17 August- Ağustos-August 2012.
[5] See “1980 minus One”, 1 December-Aralık 2012.
[7] The
hot-blooded cartoonist Nuri Kurtcebe lost his job while attempting to show the
irritatingly cool President Gül up. Kurtcebe attacked hard with his pencil, the
President calmly sued him! See: “A Pencil Jab that Hurt”, 16 March- Mart 2013.
[8] See: “TheYouth”, 16 December-Aralık 2012.
[9]
Animation; a creative activity both artistic and time consumingly artisanal.
[10] ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği),
society supporting the principles of Kemal Atatürk.
[11] ÇYDD (Çağdaş Yaşamı
Destekleme Derneği), society founded in 1995. Dr. Saylan was one of the
co-founders of this society aimed at
promoting a progressive lifestyle based on Kemal Atatürk’s principles. The word “Çağdaş” which figures in the name translates
directly as “contemporay". In today’s Turkish it is used primarily in
juxtaposition with “retrograde”, as in the fundamentalist-Islamist lifestyle so
ardently defended and promoted by the AKP in the guise of “freedom”. From a
Turkish perspective, “contemporary” (çağdaş)
can be taken to mean “proressive” and “modern”.
[12] Türkân Saylan
was honored with a book Tek ve Tek Başına (“One and Alone”) by
Ayşe Kulin, a TV series, Türkan, for Turkey’s
Kanal D, and a film, again titled
Türkân (2011) directed by
Cemal Şan with Rüçhan Çalışkur in the title role.
On the other hand, I have personnaly run across a posthumous smear
program against Türkân Saylan on Turkey’s state television, TRT.
[13] See: ”TheFlag and the Ribbon”, 30 May- Mayıs 2012.
[14] Bilimde Çağdaş, Düşüncede Özgür.
[15] The
Senate of the University conferred the title on June 26th, 2009. http://basin.maltepe.edu.tr/node/63
[16] See “FadedGlory”, 28 October-Ekim 2012.
[17] Since
its access to power, the AKP has never stopped meddling with the Constitution.
The roundup and imprisonment of the best of the secular, Republican elite has
never been anything other than a groundclearing operation for the
transformation of the nationalist secular Turkish republic of Kemal Ataturk in
favor of a reversion to an Islamist theocracy at the service of globalist
interests operating through US power. The spiritual leader, Pennsylvania
resident Fethullah Gülen, is effectively the US Ayatoullah. Take a look at:
The AKP had its way with a new constitution with the
referendum of September 12th, 2010. But that, it turns out, was only a step on
the way; a parliamentary commission continues to discuss further changes,
including the removal of the appelation Türk
(“Turk” or “Turkish”) to ingratiate the ethnic Kurds, and replace it with “Citizens
of Turkey”. Of course , if all citizens are no loger considered “Turks”, the
name “Turkey” will be an anomaly which will need to be rectified in the next
step.
[18] See:”A Turban by Any Other Name...”, July 16th, 2012, “The Oath”, 22 September-Eylül
2012, “A Fine Audience”, 7 March-Mart 2013, and footnote 2 of “Being a Hero”, 17
January- Ocak 2013.
[19] I have
touched upon the “28th of Februalry process” several times, such as “Ataturk out of Time", 2 March-Mart 2013, and also in “Devouring his Own Children”, 18 February-Şubat 2013, and "A Turban by Any Other Name...", 16 July-Temmuz
2012
[20] See: “ May 19th, Celebrating at All Costs”, 18 May-
Mayıs 2012, “We Celebrated May 19th- AndHow!” 20 May- Mayıs 2012, “Victory Day at a a Summer Resort”, 1 September- Eylül 2012, “What I saw on republic Day”, 1
November- Kasım 2012 , “Simba and November 10th”, 13 November- Kasım 2012.
[21]
Referring to Messrs. Tayyip Erdoğan, Prime Minister of Turkey, Bülent Arınç, Deputy
Prime Minister, Ahmet Davudoğlu, Minister of External Affairs , Fethullah
Gülen, the Imam in Pennsylvania, John
Kerry, Foreign Secretary of the US, and
Barrack Obama, President of same.
[22] Prime
Minister Erdoğan made this and the following statement s on April 11th, 2013.
[23] Such as“Now it’s Our Shift”, 6 November- Kasım 2012, “Being a Hero”, 17 January- Ocak
2013, “Silivri”, 18 December- Aralık, 2012, “Hammering the Sledgehammer”, 5
February- Şubat 2013, “Makes You Want to Scream”, 12 February-Şubat 2013, “Devouring His Own Children”, 19 February- Şubat 2013, “Silivri, 18-02-2013”, 25 February-
Şubat 2013,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder