13 Nisan 2013 Cumartesi

PROVOKASYON: SİLİVRİ, 8 NİSAN- PROVOCATION: SILIVRI, APRIL 8th


 TÜRKÇE (For English, please scroll down.)

 Eugéne Delacroix, 1830.
 
Silivri, 8 Nisan 2013.
(Görüntü medyadan.)


Dünya medyası nihayet farketti: o gün Silivri Ceza İnfaz Kurumu “Kampüsü” önünde toplanan kalabalık, barikatların yıkılması, gaz ve su dış basında yankı yaptı. Ama o ne? Başlıklar hep “darbe mahkemesi” (coup trial) şeklinde! 

Gerçi metinleri okuyan biraz daha derinlemesine bilgi sahibi olacaktır ama ilk intiba bir darbe oldu, ya da teşebbüsü oldu da mahkemesi yapılıyor gibi- nihayet dünya ona alışık! Alttaki metni okuyup da dışarıda gösteri yapanların içerdeki “darbe” sanıklarını desteklediklerini, hatta bir çoğunun solcu olduklarını görünce de “herhâlde yanlış anladım” diye baştan almışlardır , ya da “ne biçim haber bu, bütün kavramları birbirine karıştırmışlar” diye okumaktan vazgeçmişlerdir. Ama böyle bir ülkeyiz işte!

Biz böyle isek uygar Batı’nın kamuoyu da öyle- AKP'yi juntacı askerleri hizaya çeken bir “liberal” hükümet saydıkları için ağırlıyorlar, yediriyorlar, içiriyorlar, madalyalar veriyorlar. (“Liberal” kelimesini “devletçi”'nin tersi olarak ve ağırlıklı olarak ekonomik olarak alırlar; hâlbuki kökeninde liberty= “özgürlük” olan bir kelimeyi bu hükümet için kullanmakta bir tezat olduğunu görmüyorlar!) Batılı kamuoyu diktatörlüğü üniforma ve postalla o kadar özdeşleştirmiş ki başka şekilde gelebileceğini düşünemiyor bile. Kaldı ki biraz daha bekleyelim Cumhuriyet ordusu tamamen tasfiye olsun, o zaman görürüz “liberal” hükümetimizin üniformalı, postallı ordusunu. (Dolmabahçe Sarayı önünden geçerken orada duran şık üniformalı nöbetçilere bir göz atın; onlar artık asker değil!)

Benim hiçbir zaman politikayla aram olmamıştır; 1974’te üniversiye girdiğimde sağ-sol çatışmaları yeni başlamaktaydı. Militanlar (bizim okul solcuydu) “forum” diyerek, “eylem” diyerek bizi toplarlarken kaçabildiğim zaman kaçardım, hatta bir kere iki arkadaşla pencereden atladık. Çatışan tarafların hiçbirine yanaşmamak, olaylarla mesafeli kalmak vicdanımla da uyumluydu.

1975’ten sonra eğitimime yurtdışında devam ettim, önce güzel sanatlara, sonra da kendi branşıma yoğunlaştım. Doğal olarak o yıllarda ülkemin tepetaklak gidişi beni endişelendiriyordu, üzüyordu, ama bu beni bir taraf tutmaya yönlendirmedi. (Bkz: "1980 Eksi Bir", 1 Aralık 2012.) Militan bir karakterim yoktur, “kurulu düzen” içinde yavaş ve ölçülü adımlarla gelişme ve iyileşme tercih ederim. Bir sanatçının eserlerini rahatça üretebileceği iç huzurunu bulacağı sakin bir ortam isterim. Biliyorum, birçok sanatçı çatışma ve sürtüşme ortamında serpilir; ben sadece kendimden bahsettim.

Ama bu AKP bambaşka birşey. Türk toplum hayatına buldozer gibi girdi diyesim geliyor ama yanlış olur; bir akrep sürüsü gibi görünmeden girdiler, döşemenin altından, duvarların ve tavanın içinden, eşyaların arkasından...(“Ne büyütüyorsunuz, topu topu bir iki taneler, onları da idare ederiz artık!") ve hepimizi hazırlıksız yakaladılar! Şimdi heryerdeler, hepimizi kendi meskenimizde köşeye sıkıştırıyorlar, “imdat” demek için çok geç, sayıları durdurulamayacak kadar fazla! (Şuuarltım başka bir teşbih sundu bana; bkz: “Bir Rüya”, 30 mayıs 2012.)

İstediğim kadar politikadan, slogan atmaktan nefret edeyim, bu artık gözardı edilecek birşey değil! AKP her özel alana saldırıyor. Başbakan Erdoğan insanı çileden çıkaracak bir şey söylemeden konuşmayı bilmiyor. Cumhurbaşkanı Gül’e gelince onun da sakin, munis, insanı adeta uyuşturan, ipnotize eden tarzıyla söyledikleri başka bir şekilde kanımı donduruyor. (Sakin Cumhurbaşkanımızın sakin gazabı karikatürist Nuri Kurtcebe’nin kariyerini yıktı- sakin ve sessizce. Bkz. “Acıtan Kalem”, 16 Mart 2013.)

Yine de öğretmenlik yıllarımda öğrencilerin siyasi çatışma ortamına sürüklenmesine karşıydım, onların bu yönde motive edilmesini isteyen akademisyen arkadaşlarımı da eleştiriyordum. Gençlerin 1980 öncesine benzer bir ortama sürüklenmesinden korkuyordum (Bkz. “Gençlik”, 16 Aralık 2012). Ergenekon dalgaları başlamış, gazeteciler, aydınlar, akademisyenler, subaylar akıl almaz, mantığa sığmaz suçlamalarla toparlanıp kapatılıyorlardı.

Tam dört yıl önce 13 Nisan 2013’te Ergenekon’un 12nci “dalgası” özellikle akademisyenleri hedeflemişti. Başkent Üniversitesi Kurucu Rektörü organ nakli uzmanı Prof. Dr. Mehmet Haberal o gün tutuklandı, Malatya İnönü Üniversitesi eski Rektörü (bugün kanser hastası) Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu da, Uludağ Üniversitesi eski Rektörü ve Atatürkçü Düşünce Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran da...! Cüzzam hastalığını ülkemizden silen ve Genel Başkanı olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile muhtaç gençlere Atatürk ideâlleri doğrultusunda  eğitim imkânı veren Türkân Saylan’ı hatırlıyor musunuz? Evinde ve ÇYDD bürosunda yapılan aramalar yine o “12nci dalga” sırasındaydı. O sırada 17 yıldır kanser hastası olan Saylan, aramadan bir ay beş gün sonra 18 Mayıs 2009’da ona teşekkür edeceğine evini basan milletinin arasından ayrıldı.(Saylan Ayşe Kulin’in Tek ve Tek Başına adlı kitabının konusu oldu, hayatı Kanal D için yapılan Türkan isimli bir dizi ve 2011 yapımı yine Türkan isimli bir filmle de seyirciye sunuldu. Bunlar güzel; ama ben bir de TRT televizyonunun yaptığı çamur atma programı hatırlıyorum ki hatırladıkça hâla içim kalkıyor.)

O “12nci Dalga”’nın haberlerinin beni o gün ne hâle getirdiğini hiç unutmadım; sanki birisi kalbimi avuçlamış sıkıyordu! Korkunç bir kötülüğün kök salıp büyüdüğünü görmek, ve bir şey yapamamak hissi! Ve bu hissi sonradan da sık sık duydum. İnsanın içinden duvarlara vurmak, birşeyleri kırmak, bas bas bağırmak geliyor! Gelip geçeni yakalayıp “nasıl sessiz sessiz öyle seyredersiniz?” diye haykırasınız geliyor! Benim ferahlama ve sakinleme yolum resim yapmaktır, ama zangırdayan ellerle birşeyler çizmeyi deneyin bakalım!

O akşam pencereme bayrağımızı astım ve “o insanlar serbast bırakılıncaya kadar bu bayrak inmeyecek” dedim. (Bkz. “Bayrak ve Kurdele”, 30 mayıs 2012.)

O zamanlar öğrencilerim için Çizgi Filmciler İçin Edebiyat diye birşey hazırlardım; her hafta bir A4 kâğıt üstüne faydalı ya da ilhâm verici bir söz yazar, bir de karikatür çizer, fotokopileyip masalarına bırakırdım.

O akşam (elim kalem tutacak kadar sakinleyince) bir “özel sayı” hazırladım. 14 Nisan sabahı öğrenciler masalarında aşağıdaki resmi buldular.


Sanırdım ki akademik dünya tutuklanan akademisyenler için bir tavır koyar. Benim kendi üniversitem- “bilimde çağdaş, düşüncede özgür” Maltepe Üniversitesi- olaydan ikibuçuk ay sonra Başbakan Erdoğan’ı “Fahri Doktora” ünvanıyla onurlandırdı.(Ünivetrsite Senatosu’nun 26 Haziran 2009 tarihli kararı: http://basin.maltepe.edu.tr/node/63   )

Gelelim benim penceredeki bayrağa: birkaç hafta içinde indirebileceğimi düşündüğüm bayrak aylar ve yıllar geçtikçe eskidi, soldu, arka yüzü çevrildi, o yüzü de soldu, mahalleli şikâyet etmeye başladı. Astığımdan iki buçuk yıl sonra, 16 Ekim 2012’de, kapımıza yapıştırılmış imzasız bir yazı buldum. Bayrak kanununun ilgili maddeleri yazılmıştı ve eskimiş bayrağımın indirilmesi söyleniyordu. Sözümü bozdum, o bayrağı indirdim. Yeni bir bayrak nöbeti devraldı ve hâla orada- Ergenekon tutsakları gibi! (Bkz.: "Şanı Eksilmiş", 28 Ekim 2012.)

Saldırı evlerimizin içine uzanıyor, en iyilerimizi, en onurlularımızı tutsak alıyor, Avrupa ve ABD de bu işten bir de özgür Kürdistan çıkacak diye alkışlayıp duruyorlar. Özgür Kürdistan’a karşılık köleleşmiş Türkiye- AKP’nin istediği anayasa gerçekleşirse Türk bile olmayacak bir Türkiye! AKP “özgürlük” diye haykırarak çocuklarımızı ortaçağa yakışacak bir köktendinciliğin içine atıyor! (Bkz “Türban Türban Dedikleri”, 16 Temmuz 2012, “Türküm, Doğruyum”, 22 Eylül 2012, “Kahraman Olmak”, 17 Ocak 2013, ve “Nezih Seyirciler”, 7 Mart 2013.) İşte tam bu felaketin önünü kesmek için gerçekleştirilen “28 Şubat Süreci” de bir “dabe” olarak adlandırıldı ve ayrı bir intikam furyasıyla dönemin subayları toparlanıp Sincan cezaevine kapatılmaya başlandı. (28 Şubat’a değindiğim yazılar: “Türban Türban Dedikleri”, 16 Temmuz 2012, “Çocuklarını Yiyen”, 18 Şubat 2013, “O Zamanki Time'da kaldı”, 2 mart 2013.) Hükümet dini bayramları pompalayıp orantısızca şişirirken milli bayramları unutturmaya çalışınca halk doğal olarak tepki gösteriyor. Burada provokasyonu yapan kimdir? Vicdan sahibi vatandaşlar, sade insanlar, amcalar, teyzeler, ülkelerini ayaklarının altından çekip almak için kurulan tezgâhları, yapılan adaletsizlikleri, mahvedilen hayatları görünce sokaklara dökülüyorsa, burada provokasyonu yapan kimdir?
8 Nisan 2013’te vatandaşlar, önceden da yaptıkları gibi, ülkenin dört bir yanından- bazen bütün gece seyahat ederek- Silivri toplama kampı’nın önündeki sırtlarda biraraya geldiler. Çamura ve soğuk rüzgâra rağmen orada beklediler. Barikatlara sldırdılar. Tabii ki saldırdılar; köşeye sıkıştırılmış hayvan ne yapar? Gaz yediler, tazyikli suyla ıslandılar- ve böyle olacağını da biliyorlardı! Sonra öksürerek, titreşerek orada durmaya devam ettiler! Sayın Erdoğan, Sayı Arınç, Sayın Davudoğlu, Sayın Gülen, Sayın Kerry, Sayın Obama, hâla anlayamıyor musunuz? Sizin canınız istedi diye özgür bir millet öyle sessiz sessiz kıvrılıp ölemez!

Silivri’de hareketli geçen 8 Nisan’dan sonra Başbakan Erdoğan 11 Nisan’da Kırgızistan’dan yaptığı beyanatla göstericilerin “kanun ve Anayasa’yı ihlâl ettiklerini” söyledi- sanki senelerdir Anayasayı yazboz tahtasına çeviren, değiştirilemeyecek maddeleri bile hedefleyen kendisi değilmiş gibi! “Ergenekon’u savunmak suçtur” diyor, hiçbir sanığın varlığını teyid etmediği, hiçbir eylemi üstlenmemiş "örgütten" bahsederek ve altı senedir “bağımsız yargı” aracılığıyla süründürdüğü insanlar hakkında kendisi hüküm vererek! Bu arada niteliğini hiçbir şekilde gizlemeyen PKK ile görüşmelerini ve anlaşmalarını halka satmak için ne “akil” yollara başvurduğunu biliyoruz. Bir de oraya giden insanlara “aşırı uç” yakıştırması yapıyor. (Başbakanın sözlerini- hem de taraftar basından, izleyebilirsiniz: http://www.zaman.com.tr/politika_ergenekonu-savunmak-suctur_2076658.html  )


Şimdi Ergenekon ve Balyoz davalarına karşı seslerini duyurmaya çalışan insanlara bir bakın; bu blog’da gerek fotoğraf, gerekse videokliplerde bol bol gözüküyorlar. (Aşağıda, İngilizce bölümden önce bir videoklip göreceksiniz. Ayrıca bkz.: “Vardiya Bizde”, 6 Kasım 2012, “KahramanOlmak”, 17 Ocak 2013, “Silivri”, 18 Aralık 2012, “Balyoza Balyoz”, 5 Şubat 2013, “Çığlık Atılası”, 12 Şubat 2013, “Çocuklarını Yiyen”, 19 Şubat 2013, “Silivri,18-02-2013”, 25 Şubat 2013) Hangisi terörist görünümlü? Hangisi aşırı uç? Bu insanlar ihtilâl yapmak için ayaklanmıyorlar. Tam tersi, sahip oldukları ülkenin, rejimin, Cumhuriyetin ellerinden çekilip alınmasına karşı mücadele ediyorlar. Onlar savunuyor, saldıran AKP! Onlar tepki gösteriyor, provokasyon AKP’den!


Gaz maskeli bu beyefendiyi tanıdınız mı? Adı Gülcemal Karakoç ve o bir kahraman. Bu çeşit eylemlerde kendisiyle sık sık karşılaşırız, şu farkla ki biz daha gerilerdeyken o en ön saflardadır. Kendisini daha iyi tanımak için bkz. "Kahraman Olmak", 17 Ocak 2013, ve "Balyoza Balyoz", 5 Şubat 2013.
(Görüntü medya'dan.)

Aşağıdaki videoklip hakkında bir küçük not: Montajı yapıp altyazıyı yazdıktan sonra You Tube'a yüklerken "titremeleri al" seçeneğini seçtim. Görüntüdeki titremeler gitmesine gitti ama bu sefer de altyazılar zangırdar oldu. Onlara bakarak gergin anlarda ellerimin nasıl titrediğini görebilirsiniz!
Silivri, 8 Nisan 2012.
(Görüntüler kendi objektifimden.)
videoklip:
 videoclip:
Silivri, April 8th 2013
(Images from my own camera.)

Some notes on the clip: You Tube offered to stabilize the images on the clip and I took the option. The images were remarkably stabilized but my subtitles started flying all over the place. As you watch, they wll be an indication of how agitated I was.

Some expressions defy translation: the most difficult is şerefsiz ("honourless"); you will come across it a few times here. "You honorless one" may sound archaic in English but şerefsiz is blunt and direct.

One woman says "Shame on Kadir İnanır; shame on Hülya Koçyiğit" and another responds "A curse on them. A curse on my eyes for ever watching them!" Kadir İnanır and Hülya Koçyiğit are popular movie stars who have accepted to join Prime Minister Erdoğan's team of "Wise Men", a group of popular public figures drafted to tour the country and drum up support for the "peace process" that includes direct talks and negotiations with convicted PKK leader Abdullah Öcalan,  free passage to PKK insurgents exiting the country, consultation with the PKK about the future of the Republic, and ultimately the seperation of the eastern provinces as an independent Kurdistan.

When  Hasan Basri Özbey speaks from the roof of the Labor Party bus, he refers to the "Ataturk Revolutionaries" (Atatürk devrimcileri) smashing down the barricades, it is not a reference to an actual revolution, but followers of the revolutionary reforms brought along under Kemal Ataturk in the early years of the Republic, indeed including the Republic!

Finally, the last caption: Esin Desen used to be our trade name when I and my wife worked independently in animation. When we retired, the operation was dissolved, but I still like using that name for creative work. As for the "TC" the story goes like this: as part of ts policy to transform the Turkish Republic into something that is neither a republic, nor Turkish, the AKP started to suppress the letters "TC", for Türkiye Cumhuriyeti ("Republic of Turkey") that normally preceded the names of government institutions. Turkish Facebook and Twitter users have taken to add the letters "TC" in front of their names in protest. This was my own contribution to this gentle and civilized and yet very clear protest action.

ENGLISH
 The footnote links do not work; you will have to scroll down to to the footnotes for expanded information. Opening the blogsite on two seperate windows and keeping one on the footnotes will make it easier to go back and forth. Sorry for the inconvenience, I'm no expert!.
Other links should work.


  Eugéne Delacroix, 1830.
 KZ Silivri, April 8th 2013.
(Image from the media.)

The crowds of demonstrators before Silivri that day finally got some worldwide media attention. Too intensely is the eye of the world focused on Syria, Israel, and the Greek economic crisis. Too often are the Turkey’s leaders today lionized as “liberals”- amazing when one considers the word’s ethymological link to “liberty”- and accordingly wined and dined by royalty. It was a welcome change to see that the world media saw and recorded the efforts of the tens of thousands gathered in front of Silivri concentration camp- and make no mistake about it, that is what it has become, but I was nevertheless dismayed to see the headlines referring to a “coup trial”.[1] Not a single person among the 275 defendants of the so-called Ergenekon trials, 67 of whom are in detention and have been so for up to six years, not a single one, has ever been involved in any “coup”![2] Nor was any of the 295 condemned to heavy sentences on September 21st, 1980, for the Balyoz (“Sledgehammer”) “coup conspiracy” allegations![3] There was no “coup”, no such operation was actually launched, as even the prosecutors will attest, only allegations that a “coup” was being plotted, and that a widespread “terror organization” called Ergenekon was behind it. The ensuing roundups served to clear the way for the US supported fundamentalist Islamist AKP government to execute its own very real, in no way imagined, and now greatly advanced coup d’état!

I was never a politically oriented person; I started university in 1974, when the factional disputes and violence between students were just starting; I went through that without ever shouting a slogan and slipped away from demonstrations and rallys if I could. (In those days, the ringleaders would force you to join!) I once jumped from a window to get out of the university building. And I always found it perfectly compatible with my conscience to keep my distance.[4]

After 1975 I pursued my studies abroad, concentrating on art and eventually my own particular field. The downward spiral in my country naturally concerned me, but never induced me to choose a side.[5] I don’t have a militant character, I suppose I am more for an established order with progress and development in an orderly, well thought-out fashion, a calm environment in which an artist has the time and peace of mind to concentrate on his work! I realize many artists thrive in adversity, I am speaking exclusively for myself here!

The AKP is something else; I am tempted to say it crashed into Turkish life and society like a bulldozer but that would be misleading: it crawled in like a scourge of scorpions, at first totally invisible, under the woodwork, inside the ceiling, behind the furniture (“What’s all the fuss? There’s only one or two, and we can always handle that!”) and caught everybody napping. Now they are everywhere at once, cornering everyone in their own quarters, too late to cry out, too many to overcome.[6]

Averse to politics and slogan-shouting as I am, I could not ignore this scourge any longer. The AKP invades every private space. While Prime Minister Erdoğan can’t open his mouth without saying something infuriating, soft-spoken President Gül chills my marrow with his snake-like hypnotic delivery.[7]

Even well after the AKP came to power, while teaching at a university here, I observed the rising political tension with disfavor and objected to the opinion that students should be involved because I feared a replay of the horrors of the period leading up to the the 1980 military intervention.[8] I wanted my students to concentrate on the art and craft I was trying to teach.[9] But by then the Ergenekon roundups had taken off, the most respectable of citizens- journalists, intellectuals, academicians, officers- were being rounded up in wave after wave. 

Exactly four years ago, on April 13th 2009, 39 people were arrested in the 12th wave of the Ergenekon roundups, this time targeting mainly academicians. These included Prof. Dr. Mehmet Haberal, internationally acclaimed transplant surgeon, founder and active Rector of Başkent University in Ankara, Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, former Rector of İnönü University in Malatya, and Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran, former rector of Uludağ University, Bursa, as well as Vice-Chairman of the “Society for Kemalist Thought”[10]. Another high-profile name was Dr. Türkân Saylan, chairwoman of the ÇYDD, the “Society to Support Contemporary Living.[11] Saylan is best known for a lifelong and ultimately successful struggle against leprosy. The ÇYDD provided education opportunities to the poor, in line with Kemalist ideology, of course. Since the poor and uneducated are the fuel of the AKP’s power, this alone was enough for the ruling party to set its sights on Saylan and her society. In course of the “12th wave” Saylan’s home and the ÇYDD offices were raided, several members arrested, computers and documents impounded. She had been suffering from cancer for 17 years at the time; she died just over a month after the raid, on May 18th. 2009.[12]

That day of the “12th wave”, four years ago, it felt as if a fist grabbed my heart and started squeezing it. It’s the feeling of witnessing a terrible evil take root and grow, without being able to do anything about it. You feel like banging on walls, breaking things, screaming- a feeling I would repeatedly experience in the following years. You feel like grabbing people and shouting “how can you just stand by and watch?” My emotional outlet is to draw, but try drawing when your nerves are shot. Try getting a steady line when your hand is trembling!

That night I put up our flag at our window and said “this flag stays here until those people are free”.[13] Then I managed to calm myself enough to prepare a “special issue” of my “Literature for Animators” notes for my students. I used to do one a week, simply a useful and inspiring saying with a drawing that I would photocopy and leave on each student’s desk before they arrived. This is what they found on April 14th, 200. 

 "Literature for animators", for April 14th, 2009. The quote is from Abraham Lincoln. The mouse says "Turn that off, it gets on my nerves! Put on a cartoon instead!" Unfortunately, you just can't turn it off just like that!

One wouId have expected the academic world to take a stand against this attack on academicians but my own University, the Maltepe University of Istanbul, with its motto “contemporary in science, independent in thought”[14], honored the Prime Minister with an “Honorary Doctorate” just two and a half months later probably to make up for the shortfall of academicians after the roundups.[15]
 
As  for my flag pledge, I had to eat my words and take it down when I received an anonymous complaint from the neighbours on October 16th 2012 (two and a half years after I had hung it) to the effect that it was too faded and worn out. Since then, a new one has taken over.[16]

The scourge has broken into our domains, into our lives, taken the best of the nation hostage while Europe and the US are all chuffed up about it because there will be a free Kurdistan coming out of the deal as well- a free Kurdistan in exchange for an enslaved Turkey which, if the AKP’s new proposed constitution goes through, will not even be Turkish.[17] The AKP cries “freedom” and shoves our children into the medieval abyss of fundamentalist Islam.[18] The “February 28th process”, which had aimed to prevent just this outcome, is now being punished with its own series of roundups and persecution.[19] When national holidays are systematically suspended while religious ones are pumped up, the citizens take the initiative.[20] Conscientious citizens, average people seeing the monstrous injustice in service of a well-honed plan aimed at snatching their very country from beneath their feet, find no alternative but to take to the streets. As they have done before, people came from all over the country on April 8th to make their dissatisfaction known; on a weekday, many travelling overnight to stand there in the mud, braving the cutting wind, on the God-forsaken hills around the Silivri compound. And in their frustration built up over the years they challenge and rush the barricades. Of course they rush the barricades, what do you expect a cornered animal will do? And they stand up to the gas and the jets of pressurized water. And then cough, weep, and shiver the rest of the day. Mr. Erdoğan, Mr. Gül, Mr. Arınç, Mr. Davudoğlu, Mr. Gülen, Mr. Kerry, Mr. Obama, can’t you take a hint?[21] Don’t you get it? You just can’t expect a free nation to curl up and die because that’s what pleases you! 

In reaction to the lively day at Silivri on April 8th, Erdoğan had the cheek to declare “The Law and the Constitution have been openly violated”- he who has been making minced meat of the constitution from day one of his vengeful decade-long term in office.[22] “It is a crime to defend Ergenekon” he goes on, making us all criminals  for supporting a “terrorist organization”, the existence of which is still in doubt- while the internationally acknowledged and avowedly paramilitary PKK is not only being pardoned but consulted in the shaping of our future. Another phrase in his statement qualifies the participants of the demonstration as “extermists”!

Now please take some time to look at the faces of the people in this article, and other articles in this blog involving protest actions against the Ergenekon and Balyoz (“Sledgehammer”) trials and verdicts. There is a videoclip at the top of the English part of this article. Take a look at the photos and videos of other relevant articles as well.[23] Do you see any terrorist- extremist-criminal types? These people are not out there for revolution; on the contrary, they are there to keep their country, their Republic, from slipping away through their fingers. They are the defenders, the AKP is the aggressor, the usurper. The AKP provokes, the people react!

Can you recognize this gentleman? His name is Gülcemal Karakoç, brave and dedicated patriot. We keep running into him at different demonstrations, except that we are more in the crowd at the rear and he is up front! There he was again, supplied with gas mask, on April 8th 2013. To see him in action in earler demonstrations, take a look at "Being a Hero", 17 January- Ocak 2013, and "Hammering the Sledgehammer", 5 February- Şubat 2013.
 (Image from the Media.)


[1] CNN: “Riot police clash with protesters at Turkish military coup trial.”
[2] I mention the precursor to the April 8th hearing in  “TheDardanelles Broken Through”, 19 March-Mart 2013.
[3] See “TheSledgehammer”, 6  September-Eylül 2012 and “The Sledgehammer Verdicts”, 22 September-Eylül 2012.
[4] I refer to this part of my personal history in  “Ramadan, August 30th and Mr. Incredible”, 17 August- Ağustos-August 2012.
[5] See “1980 minus One”, 1 December-Aralık 2012.
[6] My subconscious provided me with  another allegory. See:”A Dream”,  30 May-Mayıs 2012.
[7] The hot-blooded cartoonist Nuri Kurtcebe lost his job while attempting to show the irritatingly cool President Gül up. Kurtcebe attacked hard with his pencil, the President calmly sued him!  See: “A Pencil Jab that Hurt”, 16 March- Mart 2013.
[8] See:  “TheYouth”, 16 December-Aralık 2012.
[9] Animation; a creative activity both artistic and time consumingly artisanal.
[10] ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği), society supporting the principles of Kemal Atatürk.
[11] ÇYDD (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği), society founded in 1995. Dr. Saylan was one of the co-founders of this society  aimed at promoting a progressive lifestyle based on Kemal Atatürk’s principles.  The word “Çağdaş” which figures in the name translates directly as “contemporay". In today’s Turkish it is used primarily in juxtaposition with “retrograde”, as in the fundamentalist-Islamist lifestyle so ardently defended and promoted by the AKP in the guise of “freedom”. From a Turkish perspective, “contemporary” (çağdaş)  can be taken to mean “proressive” and “modern”.
[12] Türkân Saylan was honored with a book  Tek ve Tek Başına (“One and Alone”) by Ayşe Kulin, a TV series, Türkan, for Turkey’s Kanal D, and a film,  again titled  Türkân (2011) directed by Cemal Şan with Rüçhan Çalışkur in the title role.
On the other hand, I have personnaly run across a posthumous smear program against Türkân Saylan on Turkey’s state television, TRT.
[13] See: ”TheFlag and the Ribbon”, 30 May- Mayıs 2012.
[14] Bilimde Çağdaş, Düşüncede Özgür.
[15] The Senate of the University conferred the title on June 26th, 2009. http://basin.maltepe.edu.tr/node/63
[16] See “FadedGlory”, 28 October-Ekim 2012.
[17] Since its access to power, the AKP has never stopped meddling with the Constitution. The roundup and imprisonment of the best of the secular, Republican elite has never been anything other than a groundclearing operation for the transformation of the nationalist secular Turkish republic of Kemal Ataturk in favor of a reversion to an Islamist theocracy at the service of globalist interests operating through US power. The spiritual leader, Pennsylvania resident Fethullah Gülen, is effectively the US Ayatoullah. Take a look at:
The AKP had its way with a new constitution with the referendum of September 12th, 2010. But that, it turns out, was only a step on the way; a parliamentary commission continues to discuss further changes, including the removal of the appelation Türk (“Turk” or “Turkish”) to ingratiate the ethnic Kurds, and replace it with “Citizens of Turkey”. Of course , if all citizens are no loger considered “Turks”, the name “Turkey” will be an anomaly which will need to be rectified in the next step.
[18] See:”A Turban by Any Other Name...”, July 16th, 2012, “The Oath”, 22 September-Eylül 2012, “A Fine Audience”, 7 March-Mart 2013, and footnote 2 of “Being a Hero”, 17 January- Ocak 2013.
[19] I have touched upon the “28th of Februalry process” several times, such as “Ataturk out of Time", 2 March-Mart 2013, and also in “Devouring his Own Children”, 18 February-Şubat 2013, and "A Turban by Any Other Name...", 16 July-Temmuz 2012
[20] See: “ May 19th, Celebrating at All Costs”, 18 May- Mayıs 2012,  “We Celebrated May 19th- AndHow!”  20 May- Mayıs 2012, “Victory Day at a a Summer Resort”, 1 September- Eylül 2012, “What I saw on republic Day”, 1 November- Kasım 2012 , “Simba and November 10th”, 13 November- Kasım 2012.
[21] Referring to Messrs. Tayyip Erdoğan, Prime Minister of Turkey, Bülent Arınç, Deputy Prime Minister, Ahmet Davudoğlu, Minister of External Affairs , Fethullah Gülen, the Imam in Pennsylvania,  John Kerry, Foreign Secretary of the US,  and Barrack Obama, President of same.
[22] Prime Minister Erdoğan made this and the following statement s on April 11th, 2013.

[23] Such as“Now it’s Our Shift”, 6 November- Kasım 2012, “Being a Hero”, 17 January- Ocak 2013, “Silivri”, 18 December- Aralık, 2012, “Hammering the Sledgehammer”, 5 February- Şubat 2013, “Makes You Want to Scream”, 12 February-Şubat 2013, “Devouring His Own Children”, 19 February- Şubat 2013, “Silivri, 18-02-2013”, 25 February- Şubat 2013,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder