12 Şubat 2013 Salı

ÇIĞLIK ATILASI- MAKES YOU WANT TO SCREAM


TÜRKÇE (For English text please scroll down.)

Vardiya Bizde Platformu’nun tutuklu subaylarımız için her Cumartesi ülkemizin çeşitli yerlerinde gerçekleştirdiği Sessiz Çığlık etkinlikleri ikincı yılını doldurdu ve biz bu geçtiğimiz 9 Şubat Beşiktaş’ta yapılana katıldık. 

“Vardiya Bizde” platformunun kendine savsöz olarak seçtiği “Sessiz Çığlık” sözü bana Norveç’in büyük ressamı Edward Munch’un “Çığlık”ını anımsatıyor… "
Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet 8 Aralık 2012 
Bu eylem hep subay ailelerinden bekleneceği gibi kibar kibar, eylemin adına uygun “sessiz” olmuştur, pankartlı bir kokteyl gibi. Bu Cumartesi farklıydı, hoparlörler gelmiş, lokma dolu kazanlar tütüyordu. TGB ve ADD de oradaydı. İyi bir günde birkaç yüzü geçmeyen göstericilerin sayısı 2000’e varmıştı.


Müzik vardı, konuşmalar yapıldı, şiirler söylendi. Çocukların tutuklu babalarına, dedelerine mektupları okundu. Beni çok sevindiren bir gelişme Vardiye Bizde’cilerin kendilerine sembol olarak seçtikleri sarı şalları bu sefer giymiş olmaları, ve hatta gelenlere dağıtmaları oldu!

Vardiya Bizde, Beşiktaş, İstanbul, 9 Şubat 2013.
(Görüntüler kendi objektifimden.)
 Bu şekilde herkesin heryerde rahatlıkla tanıyabileceği bir sembol, bir işaret taşınmasını her zaman istedim ve destekledim, basına yazdım, internet’te paylaştım, bu blog’da yazdım (“Bayrak ve Kurdele”, 30 Mayıs 2012), kendim siyah bir kurdele takmayı seçtim, görenlere sebebini anlattım. 

Sağda:
Tanınabilir bir sembol olarak bir kurdele ya da benzeri birşey  takılmasını ya da giyilmesinin çok uygun olcağını düşündüm ve sesimin yettiği kadar önerdim. İran Rehine Krizi süresince Amerikalıların yaptığı "sarı kurdele" eylemini de hatırlayarak siyah kurdele takmayı seçtim. Bir siyah kurdele arabamızın antenine, bir tane de penceremizdeki bayrağa takıldı. Bunu bu blog'da yazdım  (Bkz. "Bayrak ve Kurdele", 30 Mayıs 2012), elektronik postayla paylaştım, basına ilettim,  Ekim 2011'le sağdaki resimle internet üzerinden fikri paylaştım. Vardiya Bizde'nin sarı şalınıöğrenince siyaha bir de sarı kurdele ekledim.
Kırmızı beyaz kurdele takılıyor!
(Görüntü kendi objektifimden.)

Dönüş yolunda da Kadıköy'deki "Cumhuriyet Platformu mitingine takıldık. Konu yine tutuklu aydınlar, gazeteciler, subaylar! Bu resimde gördüğünüz konuşmacı Şule Perinçek'tir.  Hem kocası Doğu Perinçek, hem de oğlu Mehmet Perinçek Silivri'de tutuklu!
(Görüntü kendi objektifimden.)
29 Ekim 2012’de Ankara Ulus Meydanı’nda karşılaştığımız üç Vardiya Bizde’ci hanımdan onların sembollerinin sarı şal olduğunu öğrendim- o sırada da giyiyorlardı zaten. Bunun üzerine siyah kurdeleme bir de sarısını ekledim. Ama bundan önce katılmış olduğumuz Vardiya Bizde etkinliklerinde sarı şallara rastlamamıştım.

Böyle bir sembolün tanınılır hâle gelmesiyle sadece toplandığımız yerlerde gelen geçenin dikkatini çekmeyen sloganlar atarak ya da pankart tutarak kendimizi avutmaktan öte, her gittiğimiz yerde, yaptığımız alışverişte, girdiğimiz lokantada, bakkalda, gazete bayiinde düşüncemizin elçisi olurduk.

Derken bir de kırmızı- beyaz kurdele dağıttılar, “bunu heryerde takacağız” diye. Eh, onu da taktım, şimdi dilek ağacı gibi dolanıyorum. Dileklerimin ne olduğunu tahmin etmek de zor değil.

İzmir’de “casusuluk” iddiasıyla tutuklanan 310 subay, düzmece Balyoz delillerinin hazırlanmasına şahit olan Orhan Aykut’un Aydınlık ve Ulusal’a açıklamaları hâla günceldi. Balyoz mahkûmlarının aileleri Aykut’un açıklamalarına dayanarak 21 Ocak 2013’de suç duyurusunda bulunmuşlardı ama gizli tanıklara, elektronik posta ihbarlara dayanarak dalga dalga tutuklamalar yapan Türk adaleti, Türk subaylarını aklama ihtimâli olan herhangi bir araştırmaya girmekte ayak sürüyor. “Kaçabilir” ya da “delil karartabilir” diye neyle itham edildiklerini bile tam bilemeyen, hüküm giymemiş, hasta düşmüş sanıkları tahliye etmemekte israr eden Türk adaleti'nin bu sefer acelesi yok; isteyen kaçsın, isteyen delil karartsın, al sana bol bol  zaman! Ama herşey ellerinde, herşey danışıklı döğüş olduğu için hiçbirinin kaçması gerekmiyor- şimdilik!

En güncel olan konu kâlbinden ağır hasta olup acil cerrahi müdaheleye ihtiyaç duyan Emekli Oramiral Orhan Saygun’un durumuydu. 22 Eylül 2012’de sonuçlanan Balyoz Darbe Planı davasında 18 yıl düşmüştü Amiral Saygun’a! Sıhhi nedenlerle tahliyesi için bir hareket vardı, Adli Tıp’ın 6 Şubat 2013’te verdiği karar da bunu destekliyordu. Karar mahkemeye ulaştığında Amiral Saygun açık kâlp ameliyatına alınmıştı bile!

Hükümet Ergenekon, Balyoz ve benzeri tertiplere kurban edilmiş hükümlü- hükümsüz tutukluların ve ailelerinin insani problemlerine son derece duyarsız davranıyor. Kanser hastası Prof.Dr. Fatih Hilmioğlu’nun tutukluğu hâla devam etmekte. 13 Nisan 2009’dan beri tutuklu, hani Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın da toparlanıp götürüldüğü dalga!
Ama son zamanlarda bazı şeyler değişti. 22 Ocak 2013’te İzmir’de 310’u subay 357 kişiyi “casusluk ve fuhuş” bahanesiyle toparlanılınca halk ithamlara inanmakta daha tereddütlüydü. Subayların istifasının daha yaralayıcı bir etkisi oldu. 24 Ocak 2013’te Donanma Komutanı Oramiral Nusret Güner istifa edince Taraf gazetesi kendini tuttu da “Daha Karpuz Kesecektik” gibi adinin bayağısı bir başlık atmadı! 

Taraf, 30 Temmuz 2011: 
Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner, Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Erdal Ceylanoğlu, Hava Kuvvetlri Komutanı Org. Hasan Aksayve Deniz Kuvvetlei Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit, subayların arkaarkaya haksız yere tutuklanmalarına tepki olarak topluca istifa edince Taraf gazetesi haberi bu başlıkla vermişti!
Ocak ayında 110 tane havacı pilotumuz da istifa edince, çok istedikleri Büyük Ortadoğu Projesi için savaşacak ordumuzun da kalmayacağını farketmeye başlıyorlardır yavaş yavaş herhâlde.

ABD elçisi Francis Riccardione’nin 5 Şubat 2013’tede ülkemizdeki adalet sistemindeki çarpıklıklara işaret etmesi, ABD’nin güzel hatırı için hakkı hukuku çöpe atan AKP hükümetine şamar gibi gelmiştir herhâlde. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik 7 Şubat 2013’te üste çıkmak için şunları söyledi:

“Ricciardone’ye önce şunu hatırlatırım; siz önce Guantanamo’yu izah edin dünyaya. Dinime dahleden bari Müslüman olsa. Önce kendine bak kardeşim. Biz Sayın Ricciardone’yi kendi sınırları ve hudutları içinde kalmaya davet ediyoruz.”

“Tencere dibin kara-seninki benden kara” tarzı bu çıkışıyla Silivri’ye karşı Guantanamo’yu koyan Çelik, aslında üste çıkmaktan ziyade itirafta bulunmuş oldu. AKP kendi seçmenini kandırmış olsa da efendileri kulaklarını çekti bir kere; belki de fazla çaktırıyorlar, belki de kraldan fazla kralcı oluyorlar, bilemiyorum! Basına bakılırsa Başbakan Erdoğan Şubat ayı için planladığı ABD gezisini iptâl etmiş. Aydınlık ve Ulusal’a bakılırsa da Beyaz Saray “şimdi olmaz, belki sonra” demiş.

Vicdanlar mı uyanıyor, yoksa sadece tktik mi değişiyor?

8 Şubat 2013’te SkyTürk 360, Şimdi Söz Sende programında Kanada’dan canlı bağlantıyla bir mülakat gerçekleştirdi. Mülakat konuğu, 2001’de verdiği ifadeleriyle Ergenekon soruşturmalarını başlatmış olan Tuncay Güney idi.

 
 Tuncay Güney Toronto'dan konuşuyor.
 SkyTürk 360, 8 Şubat 2013.
Mülakatı izlemek isterseniz:
Türkiye’de yasa dışı işlere karışmış, istihbarat kurumları arasında gidip gelmiş, çeşitli kanatların basın organlarında çalışmış, eşcinsellik gerekçesiyle askerlikten yırtmış bir adamcağız bu Bay Güney. 1 Mart 2001’de bir otomobil kaçakçılığı meselesiyle ilgili olarak gözaltına alınmış. Bürosunda bulunan altı çuval evrak içinde “Ergenekon”isimli bir örgütle ilgili belgeler bulunmuş. Güney gözaltında işkence gördüğünü iddia ediyor. Ablasının ödediği kefaletle serbest bırakılmış ve ülkeden çıkması yasak olduğu hâlde ABD’ye gitmiş, turist vizesiyle gittiği hâlde bir benzincide çalışmış ve din değiştirip Hristiyan olmuş. Sonra tekrar ülke ve din değiştirmiş; hâlihazırda Kanada’da Toronto’da bir Haham.

Mülakatta Güney çok şey söyledi, çok şey sakladı! Bizi ilgilendiren ise, ifadesini işkence altında verdiğini söylemesi. İlgili sözleri aynen yazayım iyisi mi:

“Türkiye’de işkenceyle ifadem alındı ve polisler soruşturmaya uğradılar ve böylece ben işkencede ifade alındığım kabul edildi. Fakat halâ savcılıkta veya mahkemede  ‘Tuncay Güney’in samimi beyanlarına dayanılarak’ diye insanlara sorular soruluyor. Fakat bu polisler zaten işkence yaptıklarından dolayı suçlandılar ve açıklama yapıldı bu konuda.  Bu kasetler de aynı şekilde hukuk düzeyinde geçersizdir. Ve böyle olduğu hâlde hâla mahkemelerde benim kasetlerim ve benim ifadelerimin samimi beyanname olarak kullanılması hukuki açıdan da bir çelişkidir.”
...
“Türkiye’de insanlar diyor ki gelin adalete güvenin. Türkiye’de adalet aramak genelevde bakire kız aramaya benzer....”

...
“...İşkencede alınmış hiçbir kaset... ben... işkencede vermiş olduğum ifadelerin hepsi geçersizdir. ..Bu insanları suçlayamazsınız.”
...
“...Ergenekon operasyonu Türkiye’nin ‘Arap Baharı’’dır.
...
“...Benim yüzümden tabii ki insanlar cezaevine girmesinler, ben vicdanen rahatsızım. İşkence görmeseydim de o konuşmaları yapmazdım ayrıca ben.”
“...Zekeriya Öz’den sonra Ergenekon dosyası kapandı. Bugün na yapılıyor peki? Geri dönüş yapılıyor. Bu insanlara iade-i itibar vermeliler artık,  verecekler de, göreceksiniz. En azından gümnah keçisi ben olmayayım.”
(Yanlış anlamayın, uğruna işkence görmesin rağmen Güney Türkiye’de yapılan operasyonu onaylıyor, Başbakan Erdoğan ve ABD’den takdir ve hayranlıkla bahsediyor.)

Oramiral Saygun kâlp ameliyatından sonra kendine geldiğinde tahliye edilmiş olduğu haberini aldı- şimdilik. Bir sene sonunda mahkeme durumunu tekrar değerlendirecek ve eğer sıhhati iyiyse 18 yıllık tutukluluğuna devam etmek üzere kodese buyur edilecek. 

Derken yoğun bakımdayken beklenmedik bir misafir geldi “geçmiş olsun” demeye: Başbakan Erdoğan! Balyoz sanıklarına hiçbir empati emaresi göstermemiş olan Başbakan için bir ilk’di bu! Hayır, bir dakika, tam da öyle değil. Son günlerde ara ara sorumluluğu savcı ve yargıçlara pas etmeye teşebbüs eden lâflarını duyduk, yargının bağımsız olduğu ve hukuk sisteminin yapmış olabileceği herhangi bir hukuksuzlukla kendisinin ve partisinin hiç bir alâkası olmadığı masalını yaşatabilmek için!

Amiral Saygun ve beklenmedik ziyaretçi!
(Görüntü medyadan.)
"Sıhhat ve afiyetiniz nasıldır?"
Himmler nezaket ziyaretinde, Dachau 1936

Ve siz buna inanıyorsanız, size uygun fiyata bir iki köprü satayım!

Durun, şimdi hatırladım, onları sattılar bile!
Videoklip.
Vardiya Bizde, Beşiktaş, İstanbul, 9 Şubat 2013.
Hoparlörlerden "Harbiye Marşı" çalınıyor. 
(Görüntü kendi objektifimden.)

 Videoclip
"Now it's Our Shift", Istanbul, February 9th, 2013.
The music, blasting from the speakers, is the Military Academy March, intensely disliked by reactionary circles for it's associatrion with the coup of May 27th, 1960, in which protesters joined forces with the military.
(Image from my own camera.)

ENGLISH
The footnote links do not work; you will have to scroll down to to the footnotes for expanded information. Opening the blogsite on two seperate windows and keeping one on the footnotes will make it easier to go back and forth. Sorry for the inconvenience, I'm no expert!.
Other links should work.



The “Silent Scream” (Sessiz Çığlık) demonstrations take place every Saturday at various locations in our country. We had attended the Istanbul demonstration twice befor,.[1] on February 9th we went again. They are organized by Vardiya Bizde (“Now it’s Our Shift”),  a group composed of the wives and relatives of officers arrested, put on trial, imprisoned (with or without verdict) during the Ergenekon, “Sledgehammer”, and affiliated “conspiracy” cases. To these are added the 310  officers of the new Izmir “espionage” case!

Poet Ataol Behramoğlu says the "Silent Scream" demonstrations remind him of Edvard Munch's, The Scream
(Statement from Cumhuriyet, December 8th, 2012.)
  
The “Silent Scream” demonstrations have always been silent, genteel, polite, social gatherings; ladies, gentlemen and children chatting with placards in their hands. They have been held without pause for a full two years now.

But this time the crowd was sizeable, some 2000 people, with loudspeakers, music, speeches, poems (some by the children and grandchildren of the imprisoned officers) and sweets being served. 

 "Now it's Our Shift", Beşiktaş, Istanbul, February 9th, 2013.

 "Democracy cannot be built upon injustice."

"I love my father the most."

 What especially cheered me was that they were wearing and passing out their yellow shawls, their selected symbol which they had been neglecting to wear. They were also passing out red-and-white ribbons “to be worn everywhere!” I had always supported the idea of having such a recognizable symbol with which we may express our viewpoint wherever we go.[2]
 
Image on the left:  
I wanted to launch the idea of a ribbon as a recognizable symbol of  a stance, an outlook, protesting what is unjust, inspired in part from the yellow ribbon of the Iran hostage crisis. (See: “TheFlag and the Ribbon”, 30 May-Mayıs 2012.) I thought a black ribbon was appropiate since it is dark and pessimistic, and declared it online in October 2011 with this illustration to whoever is willing to listen. There is also one on our car's aerial and one attached to the flag at our window. When I heard about the yellow shawls of "Now it's Our Shift", I added a yellow ribbon to the black one.
Receiving the new red-and-white ribbon of protest.

On the way home, we ran into a rally of the "Republic Platform"  (Cumhuriyet Platformu), in solidarity with all victims of the government-endorsed plot allegations and unethical judicial practices. Speaker is Şule Perinçek, filling in for her husband Doğu Perinçek, head of the Labor Party (İşçi Partisi). Mr. Perinçek could not attend, being imprisoned in Silivri, along with Mehmet Perinçek, their son.
(Images from my own camera.)
Especially topical this time was the case of Ret. Full-General Ergin Saygun.

General Saygun was condemned to 18 years in the infamous Balyoz (“Sledgehammer”) verdicts of Sept. 22nd, 2013[3], and suffers from ill health like many others condemned or held as suspect in the Ergenekon, “Sledgehammer”, related and similar “plot” allegations. There were pleas for his release on health grounds, supported by a report from the Board for Legal Medicine[4] issued on February 6th, 2013. When the report reached the court, the general was already undergoing open heart surgery!

The AKP government has been as callous towards the human problems of the victims of its Ergenekon, “Sledgehammer” and similar plot allegations as it has been devious and underhanded in dreaming them up. The case of the gravely ill Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu is still very topical- and he is still held without verdict, only on suspicion- since April 13th, 2009.[5]

But there has been some changes in the country- in spite of the size and proportion of pro-government media, suspicion and doubt regarding the validity of the plot allegations is spreading among the people, fed on the one hand by the opposition media and on the other by the brazenly controversial moves by the government.[6] When the courts in Izmir accepted the indictment of 357 suspects on January 22nd. 2013, 310 of them active or retired officers, the public was less openly accepting!

There was a spate of resignations in officers’ ranks. The Commander of the Fleet, Nusret Güner, had resigned on on January 24th, 2013. Meanwhile Rear Admiral İskender Yıldırım, Commander of the Battle Fleet, is a defendant in the “espionage” case with a ban on leaving the country, which is ironic when the government is gearing up for a war in Syria. Most sensationally 110 pilots from the air force resigned within the month of January.

The defiant sattelite-only channel Ulusal and the affiliated newspaper Aydınlık struck a gold mine when they broadcast the eyewitness testimony of a certain Orhan Aykut who claims to have been present during the forging of the documents for the “Sledgehammer” case.[7] The Vardiya ladies seized the occasion, the families of the “Sledgehammer” convicts lodged an official request for an enquiry on January 21st, both in Istanbul and Ankara. The State Prosecutors, so eager to round up journalists, academicians, intellectuals and officers on unlikely plot allegations, are remarkably reluctant to undertake any investigations that might absolve them. 

It is becoming harder for the population to ignore these- even the great proportion who don't read books and only watch dumbed-down broadcasts!

US Ambassador Francis Riccardione in Ankara made headlines with his criticism, on February 5th, of the Turkish legal system, the absurdities of the Silivri trials, the gratuitious arrests and the numbers in captivity. In other words, the official representative of the country allegedly behind the plot allegations, the roundups, the fabricated evidence and the corrupt judges was criticizing exactly those policies. 

AKP vice-chairman Çelik tried to turn the tables by saying “...first you should explain Guantanamo...”[8], probably feeling very clever but in effect affirming the shadowy reputation of our Silivri through the unfortunate comparison. Çelik’s show of defiance might have fooled the hardcore AKP adulators but the rap on the knuckles was real! The press reports that Prime Minister Erdoğan cancelled his projected visit to the US in February. Ulusal and Aydınlık claim it was the White House that turned the request down!
Is it a change of heart, a change of tactics, or a new phase in the operation?

On February 8th the television station SkyTürk brodcast a live interview, by Skype connection, with an enigmatic person by the name of Tuncay Güney, a man with an incredibly complicated past involving journalism (for diametrically opposed media organizations), cult circles, forgery and fraud, brushing shoulders with the underworld, alleged espionage between government intelligence organizations, evading military service on grounds of homosexuality, and some time spent in prison. Statements he made when in custody in 2001 had been the foundation of the Ergenekon inquests that have been shaking the foundations of the Turkish Republic ever since. He was released on bail soon after and left the country.[9]

 Tuncay Güney speaking from Toronto,
SkyTürk 360, February 8th, 2013.
Speaking from Toronto, where he now lives, Güney had a lot to say, and a lot to withold. Among other things, he said that his testimony had been obtained through torture, and that, though the police officers involved had been accused and a statement released on the incident, the courts continued to uphold his testimony. “Looking for justice in Turkey is like looking for a virgin in a brothel” he continued, “...the cassettes recorded under torture...all the statements I made under torture, they are all invalid. You cannot accuse these people”. 

“...Of course people shouldn’t be put in prison because of the things I said. My conscience bothers me. I wouldn’t have said all of those things if I hadn’t been tortured.”

“...The Ergenekon case is now closed. The reputation of these people (accused and imprisoned in the Ergenekon trials) should be restored. And it will be, you will see.”

“I believe this phase is over, the Ergenekon phase is over, these people should be set free, bit by bit. There is another development in Turkey today, in the Middle East.”[10]
 
This new phase, he said would be the “Turkish Arab Spring”, ushering the end of Turkey as a nation-state, within the framework of the “Greater Middle-East Project” of the U.S.[11]
 
When Admiral Saygun recovered his conciousness,  he was, provisionally, a free man. The court had officially released him on grounds of ill health on February 8th, 2013. The decision calls for a new health report after a year, to see if the general is healthy enough to continue his 18 year sentence. In the meantime there is a ban on travelling abroad.

The invalid received a most extraordinary visit- Prime Minister Erdoğan himself was there to wish the general a speedy recovery. The man who had no love lost for the “Sledgehammer conspirators” was showing the first sign of any sympathy. No, I correct myself, for the last few days he had been making statements that seemed to shift the blame to the prosecutors and judges, attempting to uphold the pretence that the judicial system is independent and he and the AKP are totally blameless of any illegal and unjust practices the courts and prosecutors may or may not have been guilty of! 

Convalescent Admiral Saygun receiving compassion from his tormentor.
(Image from the media.) 
Wie gefällt es euch hier?
Himmler's cordial visit to Dachau, 1936.
And if you believe that, I have a couple of bridges I can sell you at a good price!

Oh, sorry, I forgot, they’ve  already been sold![12]


[1] See  “Now It’s Our Shift”,  6 November-Kasım 2012, and “Hammering theSledgehammer”, 5 February –Şubat 2013
[2] See “TheFlag and the Ribbon”, 30 May-Mayıs 2012.
[3] See "The Sledgehammer", 6 Eylül-Septemer 2012,   “TheSledgehammer Verdicts”, 22 September-Eylül 2012, also “Reacting to theSlegehammer Verdicts”,  26 Eylül-September 2012.
[4] Adli Tıp Kurumu
[5] I have made some reference to him in “Hammering the Sledgehammer”,  5 February -Şubat 2013.
[6] Like the proposal to remove the word “Turkish” from the new Constitution and the expression “...in the name of the Turkish People...” from the legal language of the courts, the once camouflaged but now open talks with imprisoned PKK leader Abdullah Öcalan over the possibility of an independent state to be created on Turkish soil even as Turkish officers and conscripts are asked to surrender their lives in struggles with PKK insurgents, and the very determined push by Prime Minister Erdoğan for a “Presidential System”, eliminating the office of Prime Minister, handing all power- and then some- to an elected President, with himself as the next candidate, the razing of entire neighbourhoods under the "urban renovation" scheme, the construction of a new Prime Ministers’ Palace on the grounds of the “Ghazi Forest Farm” (Gazi Orman Çiftliği, Atatürk’s bequest to the Nation), and purchase of yet another airplane for the Prime Minister’s use, this time an Airbus A330-200 VIP with "integrated anti- missile system”, the seventh plane for the Prime Minister.  
 [7] See “Hammering the Sledgehammer”, 5 February-Şubat 2013.
[8] February 7th, 2013.  "I will first remind Riccardione this: first you should explain Guantanamo to the world... First look at yourself, brother. We request that Mr. Riccardione to confine himself to his own borders and boundaries."
[9] Güney was arrested on March 1st 2001 for a car smuggling affair, and the police searching his office reportedly found, inside six sacks of documents, some that referred to an organization called “Ergenekon”. Güney underwent questioning which he claims involved torture (electric shock to the genitals). He was bailed out by his sister and in spite of a ban on leaving the country, he managed to go to the U.S. where he worked at a gas station (probably illegaly, since he reportedly only possessed a tourist visa) and converted to Christianity. Now he is resident in Canada, and converted again, this time to Judaism, and  become a Rabbi. Güney’s statements during questioning have been instrumental in setting the Ergenekon witchhunt rolling.
[10] SkyTürk 360 Şimdi Söz Sende ("No You Havethe Word"), February 8th 2013.
[11] Which Güney himself supports, though he had to be tortured to become part of it. He also speaks of Prime Minister Erdoğan with great admiration.
[12] On December 17th 2012, sales of the two suspension bridges over the Bosphorus and eight highways were concluded

1 yorum:

  1. YES! I finally found this web page! I’ve been looking just Cheap Dog Beds, Large Dog Clothes, Small Dog Collars for this article for so long!!

    YanıtlaSil