TURKISH
(For English text please scroll down.)
1980 öncesinin yüksek gerilimli ve bol kanlı siyasi
ortamında binlerce gencimiz sağ-sol çatışmasına kurban gitmişti! 12 Eylül
askeri müdahelesini takip eden yıllarda fırtınalar duruldu, daha sakin günlere
dönüldü ve apolitize bir gençlik yetişti. Ben bu gelişmeyi olumlu
karşılamıştım, gençlerin birbirlerini gırtlaklamak yerine kaynaşarak kısa süren
gençlik yıllarının tadını çıkarmalarını daha olumlu buluyordum.
Derken AKP iktidara geldi.
Bugün AKP’nin küçük, sabırlı adımlarla Atatürk
cumhuriyetini tasfiye etme, laik devlet yerine şeriatın hakim olacağı bir din
devleti yaratma yolunda ne kadar ilerlediğini görüyoruz. Ergenekon ve Balyoz gibi
şaibeli iddialarla Atatürkçü kesimin en
değerli insanlarının nasıl senelerce hapsedildiğini, eğitim sisteminin nasıl
köktendinciliğe açık, hatta davetkar şekle sokulduğunu da görüyoruz. Ülkenin
kaynaklarının yabancı ellere kayışının da farkındayız.
Bunların Amerikan
menfaatleri uğruna bizzat ABD tarafından tezgahlandığı, Pennsylvania’daki
tarikat reisinin de bu projeye alet olduğunu, Türkiye’de rejim değişikliği için
polis ve adalet mekanizması içerisine tarikat yoluyla yavaşça sızarak onların
ele geçirildiği söyleniyor.
2006-2009 yılları arasında İstanbul’da bir üniversitede
öğretim görevlisiydim. Bazı öğretim elemanları hükümetin tutumu ve ülkenin
gittiği yön konusunda haklı olarak endişeliydi. Gençlerin apolitik olmalarından
da şikayetçiydiler. Kendilerini “Atatürkçü” olarak tanımlıyor, sık sık
Atatürk’ten bahsediyorlardı ama bir yandan da Atatürkçülükle pek bağdaşmayan
isimleri de yüceltiyorlardı. Atatürk’ün cumhuriyetini kurtarmak adına yapılan
12 Eylül müdahelesini de şiddetle kötülüyorlardı. Sık sık yapılan fakülte
toplantıları kısa zamanda siyasi konulara dönüyordu. Ben genelde sessiz kalır,
defterime eskizler karalardım.
Askere kızıyorlardı çünkü tehlikeli gördüğü bir
zamanda hükümete müdahele etmişti. Hükümete kızıyorlardı çünkü tehlikeli
görüyorlardı. Gençleri eleştriyorlardı çünkü onlar olan bitenle
ilgilenmiyorlardı. Bana göre bu denklemin kaçınılmaz sonucu şuydu: gençlerin
sokağa dökülüp hükümetin aşırılıklarına karşı durmaları, kendilerini devlet
güçlerinin hışmına maruz bırakmaları bekleniyordu. Geçmişin hayaletleri eskiz
defterimin sayfalarında belirmeye başladı.
"Politize" gençlik: 1980 öncesinden hatırladıklarım defterime böyle aksetti.
Bir süre sonra o grup üniversiteden ayrılmak zorunda
kaldı.
Derken geldik 2012’ye: AKP’nin laik cumhuriyetn
kurumlarına, günlük hayata, ve en korkuncu, eğitim sistemine ve çocuklarımızın
zihinlerine sızma, uyuşturma ve zehirleme harekatı son derece aşırı ve
tehlikeli seviyelere ulaştı. Yakın tarihte 30 civarında saygın yüksek rütbeli
subayın ağır cezalar aldığı Balyoz
davası gibi uzatmalı “komplo” davaları TSK’yı iç tehlikelere karşı etkisiz
kılmıştır. Eski solcu yeni Kemalistler iş işten geçtikten sonra askerleri
korumaya, Silivre’deki mahpuıs subaylara “kahraman” demeye başladılar, hatta “ordu millet elele”
sloganını bile naftalinlerden çıkartıyorlar zaman zaman. Genelkurmay Başkanı
Necdet Özel’e harekete geçmediği için
kızarken, Kenan Evren’e harekete geçmiş
olduğu için kızmaya devam etmeyi de ihmal etmiyorlar. Aslında bilerek ya da
bilmeyerek TSK’yı hep beraber
etkisizleştirdiler, onun için artık halkı ve gençliği çağırıyorlar harekete geçmeye!
Ve o halk, o gençlik, çağrıya uydu. Adalet sistemi ve
polis ele geçmiş, ordu kışlasına çekilmiş, seçimler şüphe götürür, halkın başka bir çıkış yolu kalmadı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün
15-20 Ekim 1927 tarihlerindeTürkiye Büyük Milllet Meclisi’ne verdiği ve
cumhuriyetimizin en önemli kuruluş belgesi olan
Nutuk, hepimizin tanıdığı
“Gençliğe Hitabe” ile nihayetlenir.
Biz tanırız da gelecek nesiller tanır mı belli değil;
biliyorsunuz AKP’nin Milli Eğitim Bakanı tarafından tedrisattan kaldırıldı.
Tıpki “Andımız” gibi. Sözlerine bakınca AKP’nin iyi niyetinden şüphe etmemek
zor!
“Ey Türk gençliği!
“Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet,
muhafaza ve müdafaa etmektir. “
“Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin,
en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek
isteyecek, dahilî ve haricî, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve
cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde
bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit,
çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine
kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili
olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün
tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi
bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim
olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve
hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî
menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet,
fakr u zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
“Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi,
vazifen; Türk İstiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret,
damarlarındaki asîl kanda, mevcuttur!”
Artık
gençlik politize oluyor! (Yaşasın!) Atatürk’ün verdiği “birinci vazifeyi”
benimseyen, bu uğurda tartaklanmayı, hapisi göz alan yüzlerce- binlerce- genç var.
Ankara Üniversitesi, 3 Ekim 2012
Ankara Üniversitesi, 3 Ekim 2012
Ankara Üniversitesi, 3 Ekim 2012
Konya Selçuk Üniversitesi, 17 Eylül 2012
İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi, 5 Ekim 2012
İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi, 5 Ekim 2012
(Bütün görüntüler medyadan).
(31
Ocak 2012’de hapiste 2824 lise ve üniversitesi varmış. CNN Türk 7 Ağustos 2012
29 Ekim’de Ulus meydanındaki “izinsiz”
toplantı için polise ifade vermeye çağırılan TGB’li gençler, izin belgesi
olarak yanlarında “Gençliğe Hitabe”’yi getirmişler. (Aydınlık, 30 Kasım 2012, s.10).
Ankara Emniyeti'nde ifade vermeye giden TGB'li gençler. İzin belgeleri: "Gençliğe Hitabe"!
Gidişatın bu şekle
dönüşmesi beni sevindirmiyor. Gençlerimizi bekleyen sıkıntılar ve tehlikelere
üzülüyor, bu ağır görevde yalnız bırakılmış olmalarını haksızca buluyorum.
Fakat cesaret ve azimleri karşısında, birçokları gibi, ben de gurur, minnet ve
saygı duyuyorum.
"Gençliğe Hitabe" Silivri'de, 13 Aralık 2012
ENGLISH
The footnote links do not work; you will have to scroll down to to the footnotes for expanded information. Opening the blogsite on two seperate windows and keeping one on the footnotes will make it easier to go back and forth. Sorry for the inconvenience, I'm no expert!.
Other links should work.
In the highly charged and very bloody political climate
of the pre-1980 era, thousands of young people died in factional struggles.
After the military intervened on September 12th, 1980, the political
climate progressively calmed down. The youth was depoliticized, and I, for one,
welcomed the change, preferring to see young people mingle and enjoy the fleeting years of
youth rather than go at each others’ throats.
Then came the AKP.[1]
Today the Turkish Republic is governed by the
fundamentalist-Islamist AKP government, the fruit of a long and patient
infiltration process primarily headed by a sect-leader[2]
resident in Pennsylvania, allegedly (and most probably) aided and abetted by
the U.S. government for what it sees to
be its own interests. In the ten years that the AKP has been in power,
Atatürk’s secular Turkish Republic has swung strongly towards a Sunni-Islamist
theocracy, and the elite of the secular tradition has been systematically
persecuted- not directly, but through slander and frame-up jobs. In return for
power, the AKP government delivers national assets to to foreign interests
and acts as a stooge of the U.S. in the middle-east.
From 2006 to 2009 I taught at a university in Istanbul.
There were some academicians there who were justifiably upset about the
direction the country was taking. They wanted to politicize the young, and were
bothered by what they saw as their apathy. These academicians all considered
themselves Kemalists, though they praised some very left wing figures not very
compatible with Kemalism. They were harshly critical of the September 12th
intervention, though it was done in defense of the Kemalist Republic. I felt a
contradiction somewhere, an ill-advised and potentially fatal scenario. Faculty
meetings were frequent and quickly took a political slant, and I usually kept
quiet and sketched in my notebook. They were damning the military for having taken action
against a government it considered dangerous, damning the actual government
because they themselves saw it as dangerous, and criticized the youth for being
apolitical. To me, the inevitable result of the equation was this: they wanted
the young to go out on the streets and take on the government on their own,
exposing themselves to all its wrath. Spectres of the past emerged as scribbles
on my sketchbook
Spectres of the past- the "politicized" youth!
Before long that particular group of academicians was
forced to leave the university.
Now we have come to the end of 2012- the AKP’s encroachment into
the institutions of the secular Republic, into daily life, and most dangerously
and unforgivably, into education and the minds of young children has reached
alarming proportions. The military has
been crippled through drawn-out conspiracy cases, most famously the
“Sledgehammer” (Balyoz) case that recently ended with long-term jail
sentences to some 300 high-ranking officers.[3]
Belatedly, the ex-left wing neo-Kemalists have taken on their cause, calling
them “heroes”.[4]
They roundly criticize the present Chief of Staff, General Necdet Özel, damning
him as much for not taking action, as
they do General Kenan Evren for having
taken action. Now that the Armed Forces are effectively neutered, thanks to everybody’s efforts, they call on the
nation, and the youth, to take matters into their own hands.
And the nation, and the youth, have responded. With the
judiciary and the police infiltrated, and the military incapacitated, there is
no other path open.
Nutuk (“The Speech”) is
the most important founding document of the Turkish Republic. It was delivered
by Kemal Atatürk, the Republic’s founder, over five days from the 15th to 20th of October 1927 and
constitutes a reassessment of the war of independence and the phases leading to
the founding of the Republic. It concludes with an “Appeal to the youth”- the
youth of all generations, extending into the future (“...child of the Turkish
future...”)- exhorting them to defend the Republic and the nation’s
independence at all costs.
“Your first duty is forever to defend Turkish
independence, and the Turkish Republic.
“They constitıte the only foundation of your future. This
foundation is your greatest treasure. Even in the future you will face internal
and external foes desiring to deprive you of this treasure. Should you one day
be forced to defend your independence and Republic, you are not to hesitate to
throw yourself to duty with considerations about the circumstances and conditions in which you find
yourself. Those circumstances and conditions may turn out to be greatly
unfavourable. The enemies who intend to do
away with your independence and Republic may be the representatives of a victory unequalled in history. Through force and trickery, every fortress
of the sacred motherland may have fallen, every shipyard been taken, all armies
disbanded, every corner of the country actively occupied. Much worse and more serious than all of this, the leaders at
home may have fallen into carelessness, error, or even treason. What is more, these
leaders may have united their personal interests with the political aims of the
occupiers. The people may have fallen worn out and weary into poverty and need.
“I call to you, the child of the Turkish future! Even under
such circumstances and conditions your duty is to save Turkish
independence and the Turkish Republic. The power you need exists in the noble
blood in your veins.”
"The Speech" (Nutuk), October 1927.
Atatürk is center forward.
This text was required reading for students from
elementary school upwards. The AKP’s Minister of Education took it out of
the curriculum (as he did the “Oath”[6]). To
many, the reasons were obvious.
Many young people have taken Atatürk at his word and are
exposing themselves to maltreatment and even prison in their efforts to fulfill
their inherited duty.[7]
Ankara University, Oct. 3rd 2012
Ankara University, Oct. 3rd 2012
Ankara University, Oct. 3rd 2012
Selçuk University, Konya, Sept. 17th, 2012
Yıldız Technical University, Istanbul, Oct. 5th, 2012
Yıldız Technical University, Istanbul, Oct. 5th, 2012
(All images from the media.)
When
the members of the “Union of Turkish Youth” (TGB[8]) were
callled by the police to testify about the unauthorized Republic Day gathering,
they brought along the text of Atatürk’s
“Appeal to to the Youth” as their authorization document.[9]
TGB.members on their way to testify to the police for their part in the unauthorized Republic Day gathering. With them, as authorization, Atatürk's "Appeal to the Youth".
I am not happy that this is the way it has to take, I
grieve for what the young people have to put up with, what they are yet to
suffer, but seeing their courage and determination I, and a great many like me,
feel proud, grateful, and deeply
humbled.
[5] The first word is “Ey” (“Ey Türk gençliği...”), an archaic, heroic word to
call attention, like “hear ye!” It is repeated at the start of the last
paragraph. I decided on "I call to you..."
[7] According
to a report by CNN Türk on Aug. 7th,
2012, the number of high school and university students in prison had reached
2824 on Jan. 31st 2012. Link to the article:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder