13 Kasım 2012 Salı

SIMBA VE 10 KASIM- SIMBA AND NOVEMBER 10th


TÜRKÇE (For English text please scroll down.)

Disney stüdyolarından çıkan çizgi fillmlerin en sevilenlerinden  biriydi Aslan Kral (The Lion King, 1994). Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çok sevilmişti.

Hikâyeyi hatırlayalım. Bir aslan sürüsünün başı- “kralı”-  olan aslan Mufasa, kardeşi Scar (Skar) tarafından hile hurda öldürülür. Mufasa’nın oğlu ve dolayısıyla veliaht olan yavru Simba ancak kaçarak canını kurtarabilir.

Scar öldürdüğü kardeşinin yerini alır. Scar’dan nemalanan ve cinayette suçortağı olan bir sırtlan sürüsü, Scar gücü ele geçirdikten sonra da hükümdarlığının destekçisi, aslan sürüsüne  de asalak olur.

 Scar ve sırtlan yandaşları
"...dişlerini ve hırsılarını" gösterirken...

Simba bu arada uzaklardadır. Orada iki arkadaş edinmiştir- bir Afrika yaban domuzu ile bir mirket (gelinciğe benzer bir hayvan). Onlardan boşvermeyi, hiçbir şeyi dert etmemeyi öğrenir. Filmin o zamanlar dilimize doladığı Hakuna Matata şarkısı (Swahili dilinde “dert yok”) bu felsefeyi dile getirir.


Bir gece bilge maymun (mandril cinsi) Rafiki onu bulur. Aralarında şöyle bir konuşma geçer:

Simba. Babamı tanır mıydın?

Rafiki: Düzeltim! Babanı tanıyorum!

Simba. Sana bunu söylemek istemezdim ama o öldü. Uzun zaman önce.

Rafiki. Hayır! Yine yanıldın! O yaşıyor, ve ben onu sana göstereceğim. Sen yaşlı Rafiki’yi takip et, o yolu biliyor. Haydi gel!

Rafiki Simba’yı bir su birikintisinin yanına getirir ve suya bakmasını söyler. Simba bakar, kendi aksini görür.

Simba ve Rafiki suyun kenarında

Simba: O benim babam değil, sadece sudaki aksim.

Rafiki: Hayır! Dikkatli bak! Görüyor musun- o senin içide yaşıyor!

O gece yaşadıklarının etkisiyle Simba yurduna dönüp Scar ve sırtlan yandaşlarıyla mücadele etmeye karar verir.


(Bu güzel ve etkili sekansın tamamını You-Tube’a koymuşlar. Görmek için:

Mustafa Kemal Atatürk 1938’de öldü. Kendisi de söylemiş olduğu gibi “naçiz vücudu toprak oldu”. Okul yıllarımızda bize bol bol Atatürk edebiyatı yapıldı. “O ölmedi, içimizde yaşıyor!” tekerlemesini anlamını düşünmeden tekrar ettik. Kötü büstler karşısına dikilip zoraki saygı duruşlarında bulunurken kıkırdaştık, fısıldaştık. Kanıksadık yani, bir kulağımızdan girdi ve öbüründen çıktı. Doğal olarak başka ilgi ve meraklar öne çıktı, Hakuna Matata demeye başladık.

Hâlimizi görenler zannettiler ki biraz menfaat, biraz cennet vaadi ve cehennem korkusu, sırtlanlar gelip yerleşirken biz herşeyi yutarız. Baştan yuttuk da. Ama tehlikenin gelip dayandığını hissedince klişe zannettiğimiz “o ölmedi, içimizde yaşıyor” tekerlemesinin bir anlamı olduğunu farkettik. Atatürk bizmişiz! Ülkenin kurtarıcısı ve yeniden yaratıcısının bıraktığı miras buymuş. Ona tapmak değil, O olmak. Ya da, daha açmak gerekirse, insan Mustafa Kemal nasıl özverisiyle, taviz vermez dik duruşuyla, idealizmiyle, prensipleriyle “Atatürk”’e dönüştüyse aynı dönüşümü ve olgunlaşmayı yaşamak.

Ve geçtiğimiz 10 Kasım’da gördük ki tehlikeyi hissedince milletimizin büyük bir kısmı bu dönüşümü yaşıyor. Ya da zaten yaşamışız da günlük hayatta “standby” moduna geçmişiz- gören de zannediyor kapalı! 10 Kasım 2012’den sonra yanıldıklarını anlamışlardır artık. Ülkemizin her yanında büyük etkinlikler yapıldı. 

İzmir'liler Cumhuriyet'imizin kurucusunun portresini oluşturuyor.
(Görüntü medyadan)

Ankara'da Tandoğan meydanında Anıtkabir'e yürüyüş için toplananlar.
(Görüntü medyadan.)

Silivri belediyesi AnkaraYa gelen katılımcılar için birçok otobüs tahsis etmişti.
(Görüntü kendi objektifimden.)
 
Halk Dolmabahçe'de, atanın yaşama veda ettiği yatağı ziyaret ediyor.
(Görüntü medyadan.)

Fenerbahçe'den Bostancıya uzanan 7 kilometrelik "saygı zinciri". 
(Görüntü medyadan.)

 Hele Ankara sokakları ve Anıtkabir “Atatürk” olmuş bir milletle doluydu. Bu bir yatır ziyareti değildi! “Atatürk’ü” ziyaret” görünümündeki bu toplanma, yeniden doğmuş, Cumhuriyet ve devrimlerle yeni bir benlik kazanmış bir milletin kendi özüne yaptığı bir yolculuktu.

Simba: Sanki rüzgar yön değiştiriyor!
Rafiki: Değişim iyidir!

Aşağıdaki videoklip 10 Kasım izlenimizlerin özetidir. Başta yağmurlu 10 Kasım sabahında Ankara'ya varışımızı görüyorsunuz. Yolun iki yanındaTürkiye'nin dört bir yanından katılımcıları getirmiş olan otobüsler dizili. Kalabalıklardan dolayı trafik sıkışıklığı yaşandı; Kızılay'da Atatürk bulvarını yürüyüşçüler kapatmıştı. Park edecek bir yer bulup insanlara katılmamız epey zamanımızı aldı.

Klip Anıtkabir'e yürüyüşümüzle devam ediyor: Tandoğan meydanından Anıttepe'ye yürüyüş, Anıttepe'ye tırmanış, Aslanlı Yol'un başındaki merdivenlerden çıkış, Aslanlı Yol, ve nihayet Anıtkabir. Aslanlı Yol'un iki yanında ziyaretlerini tamamlamış dönenleri görebilirsiniz. Sondan bir önceki planda bir askerin yanında poz vermiş bir küçük kız görüyorsunuz; annesi gelip giden kalabalığın arasında fotoğrafını çekmeye çalışıyordu- boş yere. En son plan ise öbür taraftaki  kapıdan: ayrılanlarla yeni gelenlerin nasıl karıştığı iyice görülüyor. O gün Anıtkabir'deki kalabalık devamlı bir döngü içindeydi; gün içerisinde Anıtkabir'i ziyaret edenlerin sayısı, herhangi bir anda göründüğünden çok daha fazlaydı.

Başbakan Erdoğan Brunei sultanına yaptığı bir geziyle 10 Kasım angaryalarını toptan atlattı. Basına bakılırsa kendi kendini davet etmiş!

Videoklip
(Görüntü kendi objektifimden)
Videoclip
(Images from my own camera)

The videoclip starts with our arrival in rainy Ankara on the morning of November 10th, 2012. The streets are lined with buses that ferried in groups of participants from around the country. The streets were congested due to the crowds- the boulevard in the central Kızılay area was blocked because of the hundreds of marchers. It took a good while to find a place to park and join in.

The clip continues with the march to the mausoleum. A man shouts a self-composed rhyme about being passive demonstrators who "haven't gassed anybody", and young lads bounce as they chant an ode to gas. Then it's up the hill, then the steps, into compound itself. Along the "lions way", leading from the steps to the great clearing in front of the mausoleum, you will just be able to see departing visitors along the two edges of the frame. The last shot but one shows a little girl posing with a guard of honor while her mother vainly tries to photograph them. The final shot of the clip shows the exit downhill from the other direction: you can see people arriving while others are leaving. The crowd at the mausoleum was circulating; there were many more visitors during the day than were present at any one moment. 

Thanks to a convenient visit to the Sultan of Brunei, Prime Minister Erdoğan avoided the onerous task of honouring the Republic's founder. According to some press reports, he invited himself! 

ENGLISH
The footnote links do not work; you will have to scroll down to to the footnotes for expanded information. There are just two footnotes here so it won't be much trouble.
Other links should work. 



The Lion King (1994) was one of the best loved films the Disney studio produced, as popular with Turkish audiences as in the rest of the world.


Let’s recap the story: Mufasa is the leader- the “king”- of a pride of lions. He is murdered through a devious plot hatched by Scar, his own brother, who carries it through with the collusion of a pack of hyenas. As for  Mufasa’s son and heir, the lioncub Simba, he must escape out into the savannah to save his life.


Scar takes over as the “king” of the lions and his henchmen, the hyenas, back and enforce his reign while living off the labors of the lions.
Scar and his collaborators- the hyenas!
"...our teeth and ambitions are bared..."

Simba is now far away. He has befriended a warthog and a meerkat who teach him to forget his worries and live for the day. They sing the song Hakuna Matata (“No worries” in Swahili), a favorite with audiences, to express their “problem- free philosophy”.


One night  Rafiki, the wise mandrill, arrives. The following is an excerpt from the conversation between Simba and Rafiki:

Simba: You knew my father?

Rafiki: Correction! I know your father!

Simba: I hate to tell you this, but he died. A long time ago.

Rafiki: No! Wrong again! He’s alive, and I show him to you. You follow old Rafiki, he knows the way. Come on!

Rafiki leads Simba to the edge of a pond, and tells him to look in. Looking down, Simba sees his own reflection.
 
 Simba and Rafiki by the pond.


Simba: That’s not my father. It’s just my reflection.

Rafiki: No! Look harder! You see- he lives in you!

Under the influence of what he has experienced that night, Simba returns to his homeland to challenge and overcome Scar and his collaborators.


(Some people have uploaded this fine sequence on You-Tube. If you are unfamiliar with it and would like to see it, try:

Mustafa Kemal Atatürk died on November 10th, 1938. As he himself predicted, his “frail body turned to earth”[1]. Throughout our schooldays we were up to our ears with Ataturk adulation. “He is not dead, he lives within us” was a catchphrase we learned by rote and repeated without much thought. We had to stand respectfully before badly made busts, whispering and giggilng all the while. The novelty had long worn out; quite naturally, other interests had the gained the upper hand! Hakuna Matata would well express our outlook!


Seeing us like this, some people somewhere apparently jumped to the conclusion that, with a dash of personal gain here, a pinch of hope of heaven and a handful of fear of hell there, we would be ready to swallow anything while the hyenas moved in and settled. And it’s true, we were caught off guard. But once we found ourselves face to face with the danger, we discovered that the phrase “he is not dead, he lives within us” is more than an empty cliché; it has a meaning! Atatürk is us!  This is the legacy of the person who saved and recreated the nation. Not to worship him, but to be him. Or, to put it more clearly, to emulate the selfless dedication, the uncompromising rectitude, the idealism, the principles through which Mustafa Kemal became Atatürk,[2] and experience the same maturation and transformation ourselves.


And this past November 10th we witnessed that, when danger approaches, a sizeable portion of our people experience a similar transformation. Or perhaps the transformation had long taken place but switced to “standby” mode while we lived our daily lives and pursued our  personal interests. Those who may have thought it was totally switched off will know better after this November 10th. There were activities all over the country to commemorate the day. 

  Portrait of the founder formed by the people of İzmir.
(Image from the media)

 Crowds gathered at Ankara'sTandoğan square for the march to the mausoleum.
(Image from the media.).

 The municipal administration of Silivri had placed many buses at the disposal of prospective participants. This is especially meaningful since Silivri is home to the infamous prison, where the government's opponents- intellectuals, journalists, academicians and officers- are incarcerated.
(Image from my own camera)

Citizens visiting Atatürk's deathbed at Dolmabahçe palace, Istanbul.
(Image from the media.)
The  seven kilometer long "Chain of Respect" along Istanbul's Asian coastline.
(Image from the media.)

Especially the streets of Ankara, and the mausoleum, overflowed with a nation who had become Atatürk, expressing its will to oppose the dismantling and dismemberment of the secular Republic. This was no pilgrimage to the grave of a holy man, but a journey of a nation, reborn through the Republic and the reforms, into its own soul.
Simba: Looks like the winds are changing!
Rafiki: Change is good!

[1] From Atatürk’s own words following an unsuccessful attempt on his life in 1926. The full phrase is as follows:
 My frail body is certain to turn to earth one day, but the Turkish republic will exist forever.
(Original words: “Benim naçiz vücudum elbet birgün toprak olacaktısr, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet  payidar kalacaktır”

[2] Literally “Father” or even “Ancestral Father of the Turks”. Mustafa Kemal did not always have this surname. The citizens of the Ottoman Empire did not have surnames at all. In 1934, within the framework of Mustafa Kemal’s reforms, a law was passed requiring all citizens to have a surname. Mustafa Kemal was given the surname “Atatürk” by parliament. So in a very real sense, Mustafa Kemal grew and developed to become “Atatürk”.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder