12 Haziran 2020 Cuma

PANDEMİLER GÖTÜRSÜN YENİ DÜNYANIZI

TÜRKÇE: (For English see "A Pox on your New World"

Bu yazının İngilizce orijinalini  pandeminin ilk günlerinde "akıllı" telefonumda yazıp 20 Nisan 2020'de yayınlamıştım ve oldukça zor olmuştu; bir de Türkçesini yazmayı gözüm yememişti. Şimdi şehirdışı seyahat yasağı kalktı ve bilgisayarıma kavuştum, Türkçesini yazıyorum; hâlâ güncel. Bundan sonrası aynen tercüme olacaktır.

Salgının ilk günlerinden, eskiz defterimden.

Dünya kâbus gibi günler yaşıyor, mahşeri diyebiliriz hatta! Kurgu bilimin izi onyıllardır uyardığı bir felâketle yüzyüzeyiz: ulaşımın çok hızlandığı bu zamanda dünyanın her tarafına bir anda yayılacak bir pandemi!

Böyle korkunç bir pandemiyi konu edinen filmler arasında ilk gördüğüm 1970 İngiltere-ABD yapımı No Blade of Grass idi ("Çayır Kalmadı" diye tercüme edebiliriz), ama bir ilk değildi. 1962 Fransız yapımı kısa film Le Jetée ("İskele") vardı ki 1995 ABD yapımı Twelve Monkeys ("12 Maymun") filmine ilham olmuştur. ABD yapımı Pandemic ("Pandemi") ise daha birkaç sene önce, 2016'da gösterime girmişti. 2018 Güney Kore yapımı dizi My Secret, Terrius ("Sırrım Terrius") artık tüylerimizi ürperten o adı bile telaffuz ediyor: "korona virüs". (Sezon 1, bölüm 10, 53üncü dakika. Netflix'te var.)

André Franquin'in 70'li yıllarda çizdiği
Idées Noires ("Karanlık Düşünceler") serisinden.

Demek pekalâ uyarılmışız. Eskilerin veba salgınları ve daha yakın yıllardan hatırladığımız Ebola, SARS, MERS ve benzerleri artık toplum şuuruna kazınmış durumda. Bill Gates 2015'te bir "TED Talks" sunumunda tam da böyle hızlı yayılan ölümcül bir hastalığa hazırlıklı olma gerekliliğini savunuyordu. Gates başka bir pandemi uyarısında da rol aldı: John Hopkins enstitüsünün Ekim 2019'da gerçekleştirdiği "yüksek seviyede bir pandemi egzersizi" olan Event 201.

O hâlde nasıl oluyor da dünya bu kadar hazırlıksız yakalandı? Çin'in Wuhan kentinde Korona virüsün Covid-19 diye adlandırılan yeni mutasyonu ortaya çıktığı zaman Event 201 tatbikatı üzerinden ancak iki ay geçmişti.

Dünyada ilk tepkiler virüsten ziyade Çin'i hedef alıyordu adeta; salgın Çin'in ABD'ye hem ekonomik, hem askeri alanda ciddi bir rakip olarak yükseldiği sırada ortaya çıktığı için yeni virüsün laboratuarda üretilmiş bir biyolojik silah olma ihtimali de akla geliyordu. Böyle laboratuarların varlığı bir sır değil zaten. Komplo teorisyenleri doğal olarak şu detayı  hemen farkettiler: salgın patlak vermeden kısa süre önce 18-27 Ekim tarihleri arasında 140 ülkenin katılımıyla Wuhan Dünya Askeri Spor Oyunları (Wuhan Military World Games) gerçekleşmişti. (Katılanlar arasında ABD de vardı, merak ediyorsanız!)

Ocak ayının sonuna doğru virüs İtalya'ya ulaşmıştı. O günlerde Avrupa'nın başını ağrıtan şey, doğudan akın eden mültecilerdi. İdlib'de çatışmalar alevlenip yeni mülteci dalgaları Türkiye'ye doğru göçe başlayınca Cumhurbaşkanı Erdoğan Avrupa'ya doğru devam etmek isteyenlerin bundan böyle engellenmeyeceğini ilan etti. Türkiye'deki şartlarından memnun olmayan mülteciler batıya, Edirne'deki hudut kapılarına ve Yunan adalarına ulaşmak amacıyla Ege sahillerine aktılar. (Her nedense Bulgaristan'a değil.) Nihai hedef ise genellikle Almanya'ydı. Avrupa ülkelerinin derdi zoru da mültecileri dışarıda tutmak olduğu için insanlar ya hudut  boylarındaki insansız bölgelere yığıldılar ya da denizde mahsur kaldılar. Bu arada görünmez tehlike Avrupa'ya sızıyordu ve kısa süre içinde başka insanlarla paylaşmak istemedikleri müreffeh ve özgür hayat tarzlarını tepetaklak edecekti.

İstenmeyen göçmenler Türk-Yunan sınırında, 2020 Şubat sonları.
(Görüntü medyadan.)

O sıralarda Cumhurbaşkanımız kılıç şakırdatmakla meşgul, Esad'la kapışmaya hazırdı. Sözümona "muhalefet" MHP'nin lideri Bahçeli daha da azıtmış, Şam'a yürümeye azmettiriyordu! Türkiye'nin Suriye'de bulunma gerekçesi göçmenler için Türkiye hudutları dışında güvenli bir bölge oluşturmak ve Suriye'den koparılarak yaratılacak bize hudut bir Kürt devletinin oluşturulmasını önlemekti. Kürt devletine engel olmak konusunda ABD'nin isteklerine ters düşüyorduk. ABD böyle bir devletin oluşturulmasını hep istemiştir ve Türkiye'nin güneydoğusu da şüphesiz bu devlet tarafından taleb edilecektir. Milli menfaatlerin bu şekilde çatışması Türkiye'yi bir zamandır Rusya'ya doğru itmekteydi, ve o Rusya Suriye'de Esad'ı desteklemekteydi-  ABD'nin devirmek istediği Esad'ı yani. Derken Suriye devletinin ordusu İdlib'e ilerlerken bazı Türk birliklerinin etrafından döndüler ve askerlerimiz kuşatılmış durumda kaldı. 38 kadar Türk askeri Suriye birliklerinin ateşiyle şehit düşünce herşey değişti. Birden  mesele "intikam" oldu, Esad'ı devirmek oldu. Böylelikle Türkiye sadece stratejik hedeflerinin tamamen dışına çıkmakla kalmıyor, Rusya'nın gücünü de karşısına almış oluyordu. ABD memnuniyetini saklamaya çalışmadı bile, hemen destek vaadinde bulundu. (Daha fazla bilgi için bkz. "Huylu Huyundan", 2 Mart 2020.)

O sıralarda ABD, Avrupa kıtasında da Ruslara karşı bir güç gösterisine girişmişti. Defender Europe 20 askeri tatbikatı başlamış, ilk askeri malzemeler 21 Şubat 2020'de Almanya'nın Bremerhaven limanına indirilmişti. Toplam 20 000 ABD askeri katılacaktı ve kafileler hâlinde geliyorlardı.



Avrupa'da ABD'nin geniş kapsamlı askeri tatbikatı ve Erdoğan'ın Suriye stratejisinin ABD ile daha uyumlu bir yere kayması ABD'nin küresel faaliyetlerinde bir artışa işaret ediyor. Çin'i sarsmak ABD'nin menfaatlerine çok uyacağı için Covid-19 salgınında da ABD'nin parmağını aramak çok doğaldı. Derken virüs Avrupa'yı da çarptı. Yoksa  virüs Avrupa'yı da hizaya çekmek için bir araç mı oldu? Bir nevi bakteriyolojik Ergenekon? Ama 13 Mart'a geldiğimizde bir de baktık ki Defender Europe tatbikatı salgın nedeniyle iptal edilmiş. O zamana kadar 20 000 ABD askerinin ancak 6000'i gelmişti. O hâlde ABD'nin virüs salgınıyla hiç ilgisi olmamış mıydı, yoksa birşey ters mi gitmişti. Derken virüs ABD'yi vurdu, hem de başkalarını vurduğundan daha sert bir şekilde! Hikâyenin kötü adamı kendi yarattığı canavarın kurbanı mı olmuştu yoksa?

New York'da Central Park'da alelacele kurulmuş hastane çadırları.
(Görüntü medyadan.)

Fakat başka bir komplo teorisi dolaşmaktaydı ortalıkta, buna göre ipler daha da gerilerde, karanlıklarda saklı duran kuklacıların elindeydi: her işlemin dijital yöntemlerle gerçekleşeceği yeni dijital bir devir için dünyanın "reset"lenmesi; dijital ticaret, "bitcoin" gibi dijital para, tamamen saydam vatandaşlar ve bunlara tam hükmeden... kim? Devlet mi? Dış güçler mi? Illuminati mi? "Tek Dünya" idealinin "eliti" mi? Bazıları Bill Gates'in aşı programında kötü niyet görüyor, çünkü aşı olup olmayanı ayırdetme bahanesiyle teknolojik bir kimlik takip tekniği aşıyla birlikte vücuda uygulanabiliyormuş, ve uygulandığı da olmuş. Bazıları enfekte olmuş kişilere yaklaşmış olduğumuz konusunda uyarı veren akıllı telefon uygulamalarının kullanıma girmesinden çekiniyor. (Nasıl işler çok da anlamış değilim!) Bedenimize yerliştirilecek mikroçiplerle yaşamak durumunda kalacağımız yeni bir topluma doğru giden ilk adımlar! Çok mu uçuk bir komplo teorisi? Bedene mikroçip yerleştirme İsveç'te yapılmakta ve ihracatı bile var. Guardian'dan bu makaleye bir göz atın. 1967 yapımı The President's Analyst ("Başkanın Psikanalisti" diye tercüme edebiliriz) adlı filmi hatırlatıyor; filmin sonuna doğru ortaya çıkıyor ki telefon şirketi telekomünikasyonu daha randımanlı hâle getirmek için insanların beyinlerinin içine mikroçip yerleştirmeyi plânlamakta!


İsveç Biohax şirketinin kurucusu Jowan Österlund
deri altına yerleştirilecek bir mikroçipi gösteriyor, sene 2017.
(Görüntü medyadan.)

Bir yandan da yarasa yiyen Çinli masalını yaymaya devam ediyorlar. Ama doktorlar virüsün midede yok olacağını söylemiyorlar mıydı? Bu israr neden? Madem yarasalar bu virüsü taşıyabiliyor, birisini ısırıvermeleri yeter! Çinlilere böylesine olumsuz bir bakışta israrcı olmak Çin'e karşı kötü niyetin bir göstergesi olabilir mi? Sonra Çinlilerin kedi köpek yemeleri de konuya sokuldu, alâkasız bir şekilde. Evet, Çin'de onları yiyen da var, ama mesele yarasa (ya da pangolin- o da söylendi) yemekten virüs bulaşmasıyken kedi ve köpeğin işe karıştırılması müreffeh toplumlardaki ev hayvanı sahiplerinin tepkilerini almayı amaçlıyordu adeta- özellikle çok insanın yalnız yaşadığı Batı toplumlarında! Ne tezattır ki aynı Batı toplumlarında sahiplenilmeyen hayvanlar "uyutulur", ama yine de yemek olmalarına dayanamıyorlar. (Ülkemizde ev hayvanları daha az yaygın olmakla birlikte sokak hayvanlarına mahallece bakılır.)

Derken bir teori da çıkıverdi ortaya!

Meğer Wuhan'da bir viroloji araştırma merkezi varmış zaten, Wuhan Viroloji Enstitüsü (Wuhan Institute of Virology, kısaca WIV.) Salgının çıktığı iddia edilen balık pazarından uzak değilmiş ve o sırada orada yarasalar üzerinde araştırmalar da yapılmaktaymış. Nasıl oldu da bu daha baştan kimsenin dikkatini çekmedi? Bir de araştırmalar için doğadan yarasa toplamakla görevlendirilmiş bir çiftten bahis olundu, kadını da yarasa ısırmış. Daha ne Çinlileri yemek geleneklerine takılıyorsunuz ki?

Kaldı ki WIV biolojik savaş için gizli bir merkez filan da değil; Wikipedia'ya bakarsanız enstitünün Texas Üniversitesi Galveston Milli Laboratuarı ve Kanada Milli Mikrobiyoloji Laboratuarı'yla sıkı ilişkileri olduğunu öğrenirsiniz.


Wuhan Viroloji Enstitüsü, dertlerimizin kaynağı mı?
(Görüntü medyadan.)
Nasıl olduysa, ne olduysa oldu, neticede bu belaya battık ve korktuk. Bu canavar ister doğal mütasyon ister insan yapısı olsun, ahlâk yoksunu aç gözlüler tarafından kullanılacaktır. Yaratılmasında hiç rolleri olmamış olsa da ABD'yi yönlendiren güçler ekonomik ve stratejik rakiplerinin başına gelen bu felâketten yararlanmaya çalışacaklardır. Dijital para ve bedene uygulanan mikroçipler, altı yaşından itibaren "kodlama" öğrenen çocuklarıyla yeni bir dünya, "Tek Dünya" hayâl edenler baştan planlamamış olsalar bile ortaya çıkan bu şartlardan istifade edeceklerdir. (Ve protesto için sokaklara çıkmak bile mümkün olmadığı bir zamanda!) Onyıllardır bankalar istemesek de başımızdan aşağı kredi kartlarını döktüler. Aynı bankalar bankamatik makinalarını ve internet bankacılığını daha fazla kullanmamız için önce vezneden yapılan işlemlere artı ücret koydular, sonra bazı işlemleri yavaş yavaş veznelerden hiç kabul etmez oldular- önce bir işlem, sonra bir diğeri, önce bir banka, sonra başkası. Pandemi çarpınca uygulama her bankaya çoğu işlem için yayılırken bir yandan çalışma saatleri azaltıldı. Marketler bizi kasiyersiz "hızlı kasa" sistemine alıştırmak için bir yandan normal kasalara yetersiz görevli verirken bir yandan kasiyersiz hızlı kasada bir görevli çalıştırıyorlardı. Şimdi korkmuş müşteriler hızlı kasalara kendileri yönelip kendi kendilerine işlemleri yapıyorlar. Para yerine kredi kartı, hatta tercihen şifre korumasından yoksun "temassız" çeşidinden olanlarını kullanmaya yönlendiriliyoruz. Kaldı bedene yerleştirilmiş mikroçip; ne kadar da pratik olcak uygulamaya geçince! Kapanmak zorunda kalan dükkânlar internet alışverişiyle satışlara devam etmeye çalışıyor, eğitim internet üzerinden devam ediyor, imkânı olan evden internet üzerinden çalışıyor. Yeni dünyada yaşamak için eğitiliyoruz, uyum sağlayamayanın miyadı dolmuş demektir. Zaten Covid-19 en çok yaşlıları götürüyormuş.

Meğer buymuş yeni milenyum!

Bazıları yaşamın akışına verdiğimiz bu arayı tevekkül için, insan olmanın anlamını, doğayla sağlıksız ilişkimizi, diğer insanlara karşı duyarsızlığımızı düşünüp tartmak için kullandılar. Bu pandemiğin bu kadar büyük bir felâket görünümü almasının sebebi dünyanın en müreffeh ve güçlü ülkelerini en sert vurmasından ibarettir. Sadece üçüncü dünya ülkelerini kırıp geçirseydi ya arka sayfa haberi olarak kalır, ya da hiç bahsi geçmezdi. Afrika'da hâlâ açlık var, bunu pekâlâ biliyoruz! Ortadoğu senelerdir savaşlarla yanıp yıkılıyor, binlerce, milyonlarca insanın yuvaları bombalandı, aç ve dehşet içinde yollara düştüler. ABD ve Avrupa'nın öncelikleri bir yandan bu sefaleti dışarıda tutarken diğer yandan dengesiz dünya düzeninin verdiği ucuz iş gücü ve hammadeleri sömürmek olarak özetlenebilir. Avrupa içerisindeki çatışmaları geride bırakmış olan AB vatandaşları vizelerle uğraşmadan, pasaport bile taşımadan kıtalarının bir ucundan diğerine gidip gelebiliyorlardı. Şimdi kapılarından sokağa bile çıkamaz oldular!


Paris'te boş sokaklar. Turistler yok. Protestocular da!
(Görüntü medyadan.)
Biz  de Türkiye'de aynı şekilde bencilce, burnu büyük davranık, yeni dünyaya özgü materyalizmden payımızı aldığımızı gösterdik. Bizi aralarına almak istemeyen Avrupalıların adaletsizliğinden yıllarca yakındık ama Suriye'deki kıyımdan kaçan mültecilere karşı onlar kadar duygusuzca ve kibirli davrandık- bunda başı çekenler de sözümona "sosyal demokrat" CHP taraftarları!
Salgının beklenmedik olumlu bir sonucu halkımızda oluşturduğu birlik ve dayanışma ruhu oldu- ortak düşmana karşı bir dayanışmaya giren bir millet. Bu toplumsal barış siyasete bile uzandı- bir an için. Sonra didişme tekrar başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan "Biz Bize Yeteriz" adıyla bir yardım kampanyası başlattı ve ilk yedi aylık maaşını bu kampanyaya bağışladığını ilan etti. CHP "devlet milletten dileniyor" diye gereksiz bir eleştiri getirdi. Sosyal medya kampanyayla dalga geçen paylaşımlarla doldu. Öte yandan hükümet de belediyelerin yardım toplamalarına engel oldu, valilerin iznine bağladı. Hükümetin bu ortamda bile deli saçması Kanal İstanbul projesini harekete geçirmekteki akıl almaz israrı hakettiği eleştiriyi aldı, ama bu kadar akıl dışı bir teşebbüsün arkasında Erdoğan'dan daha büyük oyuncular olduğundan şüphe ediyorum doğrusu!


Kanal İstanbul projesi kapsamında iki köprünün yerinin değiştirilmesi ihalesi için teklifler değerlendiriliyor. 26 Mart 2020.
(Görüntü medyadan.)
Bu seneye girerken yazdığım ilk makale coğrafyamızın ve ülkemizin lâneti olan çatışmalar, bölünmeler ve kışkırtmalarlar üzerineydi. (Bkz.: "2020-Kışkırtmasız", 20 Aralık 2019.) Her provokasyona sazan gibi atlama dürtümüzü bastırmamız lâzım, bu hepimiz için geçerli. O yazım bizim toplumumuza göre biraz fazlaca iyimsermiş. Bir sonraki yazımda ise ülkemizde aniden artan uyumsuzluğun uyandırdığı endişeleri dile getirdim; adeta bir yerlerde birileri bizde, ve hatta komşularımızda, bir toplumsal huzur ortamı oluşmasından rahatsızlık duyuyor. (Bkz.: "Huylu Huyundan", 2 Mart 2020.)

Aramızdaki farklılıkları geride bırakıp birbirimizi pençelemekten vazgeçmemiz gereken zaman bu zamandır, hem yurtiçinde hem de  komşularımızla. Bütün dünya hep birlikte ölümcül, pek anlamadığımız bir hastalıkla yüz yüzeyiz. Kaçacak yer yok, Avrupa ya da Amerika'ya kapak atmak da artık çözüm değil çünkü onların durumu bizden beter. Malesef siyasilerimiz eski horoz dövüşlerine dönüyorlar, salgından sonrasında nasılsa gelecek olan çekişme ortamına hazırlık, rakiplerini zayıflatıp puan toplamak ümidiyle.  Toplumsal dayanışmayı tam da en çok ihtiyaç olduğu sırada bozabilecek tehlikeli bir oyun!

Önce hayatta kalmak, sonra direniş!