TÜRKÇE (For English text please scroll down.)
Yeni okul
yılı başladı, hükümetin “pedagojik” reformlarının uygulanacağı ilk yıl. Laik
cumhuriyetin tasfiyesi ve Şeriat’ın hakim olacağı teokratik yapının kurulması
yolundaki en haince adım. Hedef bundan böyle çocuklarımızın genç zihinleridir
ve artık bütün geleceğimiz esir alınıyor.
Gelen
değişikliklerin ilk ve en belirgin habercisi hepimizin okul yılları anılarının
bir parçası olan “and içme” uygulamasının kaldırılması oldu.
Derslere
girmeden önce “and içilmesi” onyıllardır uygulanmış ve gelenekselleşmişti. Laik
cumhuriyetin bütün değişmezlerine karşı tavır alan AKP itirazlara kulak
asmadan bu geleneği de torpilledi.
Bayrampaşa Şair Baki İlkokulu'nda veliler andımızı söylüyorlar!
Aydınlık, 19 Eylül 2012
Neydi o
“and”?
Türküm,
Doğruyum,
Çalışkanım.
Yasam:
Küçüklerimi korumak,
Büyüklerimi saymak,
Yurdumu, milletimi özümden çok
sevmektir.
Ülküm yükselmek, ileri gitmektir.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Burada
söylenenlerinden hangisi batıyor AKP’ye?
Acaba Kürt,
Laz, Ermeni, Gürcü, Arap, Yunan, Arnavut, Çingene kökenliler kendilerini dışlanmış
hissederler diye bir endişeden mi mütevellittir bu hassasiyet?
Aklıma dünya
ülkeleri içinde çeşitliliği en başarıyla sindirmiş olan İsviçre konfederasyonu
geliyor. 23 neredeyse otonom kanton, dört resmi dilden oluşuyor ama kimse
“İsviçreliyim” demekten gocunmuyor. (Aslında isim ilk üç kurucu kantondan
birinden gelir). Aklıma gelmişken söyleyeyim, onlar da birlikteliklerini bir
“and içme” olayına dayandırırlar, kendilerine “and yoldaşları” (“Eidgenosse”)
derler. (Federasyolarının resmi isminin Almancası “Schweizerische
Eidgenossenschaft”.)
Türk
hükümetinin takındığı bu anti-Türk tutumunu etnik bazlı şoven bir
milliyetçiliğe karşı alınan tavır zannetmeyesiniz, yerine neyi getirmeyi, nasıl
bir hırs ve adeta telaşla getirmeye çalıştıklarına bakın yeter: özden çok şekle
bakan bir dinci eğitimin hızla yayılması, gittikçe daha küçük yaşta çocukların
Kuran kurslarına yazdırılıp kafalarının anlamadıkları dilde uzun metinlerle
doldurulması, cep telefonu ve dizüstü bilgisayar vaadiyle çocukarın ve
gençlerin camilere çekilmesi...
"Camiye gelin, cep telefonu, dizüstü bilgisayar, vs. kazanın"
Bugünkü
çocuklar nasıl yetişir, ülkemizin geleceği ne olur bilmem, ama ben o andı içmiş
olan nesillerden birinden geliyorum.
Andından
dönmek de Türk’e yakışmaz.
Nihayet Türküz, doğruyuz!
ENGLISH
The footnote links do not work; you will have to scroll down to to the footnotes for expanded information. However, this article has only one footnote, so that shouldn't present a problem.
The footnote links do not work; you will have to scroll down to to the footnotes for expanded information. However, this article has only one footnote, so that shouldn't present a problem.
The new
school year has started in Turkey, the first after the government’s
“pedagogical” reforms which are very clearly the most insidious step in the
plan to phase out the secular Republic and reintroduce a theocratic structure
governed by the Sharia. The young minds are targeted and our future is in
jeopardy.
First obvious
sign of the changes to come is the directive by the Ministry of Education that
henceforth students would not start the day with the “oath”.
The “oath”
before classes has been the staple of primary school education for decades.
Along with other “unchangeables” of the secular Republic, this tradition too
has been targeted by the AKP and, objections nonwithstanding, officially
discontinued.
Parents at Şair Baki elementary school at Bayrampaşa, İstanbul, protesting the discontinuation of the "oath" by taking the oath themselves.
The oath went
like this:
I am Turkish,
I am truthful,
I am hardworking,
My code is:
To protect my youngers,
To respect my elders,
To love my country and my people more
than myself.
My quest is to rise and to progress.
May my existence be a prize to existence
of Turkishness.
The last
phrase may sound awkward in translation. I can try to open it up in this way: may
the People and the Honor of the Turkish nation benefit from the fact that I
belong to it, may my acts and achievements add to its well being, its honor,
its glory, (and going even further) may I contribute to the continuation of its “existence”. [1]
What did the
government find so objectionable in this “oath”, that it had to be
discontinued? The insistence on “Turkishness” perhaps? Would our citizens of
Kurdish, Laz, Armenian, Georgian, Arab, Greek, Albanian, Gypsy origin feel left
out? Living as citizens in “Turkey” and speaking “Turkish”, do they object to
be considered part of of the nation?
Switzerland
is the most totally federal of all nations, with 23 practically autonomous
cantons and four official languages. I haven’t heard of any of their citizens
objecting to being called “Swiss”, which really derives from the name of one of the three founding cantons. And
now, come to think of it, the Swiss consider themselves bound by an oath, don’t they? (“Eidgenossen”,
“Comrades of the Oath”, the official German name of the state is the
“Schweizerische Eidgenossenschaft”.)
If anyone
pretends all this anti-Turkish sentiment on the part of the Turkish government
is purely a move against ethnocentric chauvanistic nationalism, it is enough to
look at just what they are trying to
replace it with, and with such a sense of urgency and such zealous ardor. An upsurge
of religous teaching that is more form than substance, “Koranic classes” with
ever lower ages of admission, mosque attendance for children and young adults
encouraged with prizes.
Poster urging mosque attendance to 10 to 17 year olds, promising prizes like cellular phones and laptop computers.
Whatever the
future for the youth of our nation, I am from one of the several generations
that did take the oath. So for me, at
least, it holds true.
And breaking
an oath does not become a Turk, does it? After all, we are truthful!
[1] The
insistence on “existence” (“varlık”) may have its roots in the Turkish war of
Independence, 1919-1922, at which time the very existence of the Turkish nation was felt under threat. The opening
couplet of our national anthem, by the poet Mehmet Akif Ersoy, echo that feeling:
“Fear not, the red banner floating in this sunrise will not fade until the last hearth burning in
my homeland is extinguished...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder