For English please see: "Closing the Gezi Year",
23 December-Aralık 2013)
Olaylı geçen 2013'ten sonra: 2014'de mutluluklar!
(Bu ve diğer bütün illüstrasyonlarımda renk tasarımı eşime aittir.)
Yeni yıl için bir resim yapmak, eş dost akraba ve tanışlara vermek ya da göndermek artık bir geleneğimiz oldu. Bu resimleri fotokopiyle çoğaltıyor, sonra her birine kısa kişisel bir not yazarak ya elden ya da postayla sahiplerine ulaştırıyorduk. Hayatımıza internet girdiğinden beri birçoğunu elektronik postayla göndermeye başladık ama elle yazılmış kişisel notlar ilave ederek sahiplerine normal postayla ya da doğrudan elden teslim etme adetinden de büsbütün vazgeçmedik. Yalnız geçen senelerde adres değiştirmiş olan tanıdıklardan geri gönderilen resimlerin sayısı o kadar fazla oldu ki artık adresinden emin olmadıklarımıza sadece elektronik ortamda gönderir olduk.
Bu yeni yıl resimleri esprili ve konuları hafif olurdu. Dünyanın olumsuzluklarının gölgesi ilk defa 2002'de düştü, yani 11 Eylül faciasının senesinde. New York'ta iki gökdelene içi yolcularla dolu iki uçakla yapılan korkunç saldırıdan sadece üç ay sonra hafifmeşrep bir konu işleyemezdim. Güneydoğu
inliyor, bir de kendi milli hava sahasında 33'üncü enlemin güneyinde ve 36'ncı enlemin kuzeyinde uygulanan aşağılayıcı bir "uçuş yasağı" uygulamasından dolayı savaş uçakları ABD ve müttefiklerinin devriyelerine hedef oluyor, aynı uygulamaya dayanarak uçaksavar sistemleri de vuruluyordu. ABD ve müttefiklerinin ajanslarla paylaştığı haberlerde vurulan hedeflerde hiç insan yokmuş, daha doğrusu onların hayatları tamamen değersizmiş gibi bir hava esiyordu, bu duyarsızlığı sindirmek de zor geliyordu. (ABD uçakları o kadar coşmuşlardı ki 14 Nisan 1994'te kendilerine ait iki adet UH 60 Blackhawk helikopterini de indirmişlerdi. İçlerinde Amerikalı, İngiliz Fransız ve Türkler vardı ve kimse kurtulmamıştı!) Üstelik herkes biliyordu ki türlü bahanelerle vurulan hedefler, yaklaşmakta olan yeni bir savaşın habercisiydi. Resmin mesajı "Yeni yıl daha iyi bir yıl olsun" şeklindeydi ve artık gözardı edemeyeceğim olaylar karşısında duygularımı ifade ediyordu.
O zamanlar sadece Irak değil, Türkiye'nin de "yeni" Ortadoğu için dönüştürülme programına alındığını nereden bilebilirdim? Sonradan öğrendik ki İstanbul büyükşehir belediye başkanı Tayyip Erdoğan çoktan ileride Türkiye'ye hükmedecek gönüllü kukla olarak seçilmiş, ABD elçisi Morton Isaac Abramowitz daha 1996'da kendisiyle temasa geçip müjdeyi vermişti bile. Bundan sonra Erdoğan ABD'ye arka arkaya ziyaretler yapmış, 14 Ağustos 2001'de de yeni kurulmuş Adalet ve Kalkınma Partisi'nin başına geçmişti. Bundan böyle misyonu laik Türkiye Cumhuriyeti'ni bir "ılımlı islâm" rejimine dönüştürerek radikal İslâm'ın önünü kesmek olacaktı. Bu salakça fikrin getirdiği İslâmcılığın ne kadar ılımlı olduğunu gördük! (Bkz: "Dava İnsanlık Davası", 4 Haziran 2013.) AKP 3 Kasım 2002 seçimlerinde mutlak çoğunlukla tekbaşına iktidara geldi. Tarihi koalisyonlarla dolu ülkemizde bu kadar yeni bir partinin böyle bir başarı kazanması o kadar olağandışı ki sonuçlarda ABD'nin bir rolü olmadığını iddia etmek zor.
AKP 1999'dan beri ABD Pennsylvania'da Saylorsburg'da mukim Nurcu İslâmcı lider Fethullah Gülen'le bir ittifaka girmişti. Gülen "Işık Evleri" ile başladığı gençlerin zihinlerini devşirme operasyonunu dünyaya yaydığı okullarla genişlemişti, amaçladığı gibi bir nesil yaratmıştı. Bu nesil Türkiye'de kadrolaşmış, özelikle emniyet ve adalet kurumlarında etkili hâle gelmişti. Gülen cemaati ya da "Cemaat" ismiyle tanınan (ama aslında kendine "Hizmet" diyen) bu örümcek ağı önce AKP'nin yolunu açmak, sonra da lâik Cumhuriyet'imizi dönüştürme projesine engel olabilecekleri etkisizleştirmek için kullanıldı- hayâli komplolar ve onları destekleyecek deliller üreterek! Bu blog'u başlatmamın sebebi de zaten ülkeme yapılanlara karşı duyduğum infial duygusudur. Çok şey yazdım, daha çoğunu yazamadım, başlayıp bitiremedim, ama eski makalelere bakarsanız gözlemlerimi ve bunlardan çıkardığım sonuçları açık açık görebilirsiniz.
2003 yılı yaklaşırken olacaklardan ve olmakta olanlardan haberimiz yoktu. Bizim görüp duyduğumuz Irak hedeflerine yapılan "bize ateş edeceklerdi" bahaneli atış ve imhalar ve yaklaşmakta olan savaştı.
O seneki yeni yıl resminin konusu bir
çeşit animasyon ilham perisiydi (aslında eşimin portresi); kuru ve ot bitmeyen kızılımsı bir zemin üzerinde oturmuş, dikkatini önündeki resimlere vermiş şekilde çizmiştim. İki ışık kaynağı vardı, biri arkadan, sırtını çevirdiği dış dünyadan geliyor, diğeri ise önündeki animasyon diskinden... o da tabii ki, teselli için döndüğüm sanatımın ışığıdır! Resim doğrudan politik bir mesaj vermemekle birlikte durgun ve coşkusuz. "Önemli olan esininizi kaybetmemek" şeklindeki ibare ile de olayların içine çekilmeme niyetimi beyan ediyorum. Gerçekten de bu niyetimi körfez harbi süresince ve sonrasında da gerçekleştirdim.
2011 senesine geldiğimizde ülkemi kemiren kötülükler artık gözardı edilemeyecek boyutlara ulaşmıştı; ABD-Gülen-AKP koalisyonunun yürütmekte olduğu Türkiye'yi hile hurdayla dönüştürme operasyonu tam yol ilerlemekteydi. Dalga dalga tutuklamalarla lâik Atatürk Cumhuriyeti'ni savunabilecek en güçlü isimler kirletilerek hapse atılıyor, başkalarına da gözdağı veriliyordu. Ülkenin büyük bir iç çatışmaya doğru gittiğini görmek zor değildi; zaten o sırada Kuzey Afrika'daki Arap ülkelerinde arka arkaya patlak veren isyanlar bizde de
2003 yılı yaklaşırken olacaklardan ve olmakta olanlardan haberimiz yoktu. Bizim görüp duyduğumuz Irak hedeflerine yapılan "bize ateş edeceklerdi" bahaneli atış ve imhalar ve yaklaşmakta olan savaştı.
O seneki yeni yıl resminin konusu bir
çeşit animasyon ilham perisiydi (aslında eşimin portresi); kuru ve ot bitmeyen kızılımsı bir zemin üzerinde oturmuş, dikkatini önündeki resimlere vermiş şekilde çizmiştim. İki ışık kaynağı vardı, biri arkadan, sırtını çevirdiği dış dünyadan geliyor, diğeri ise önündeki animasyon diskinden... o da tabii ki, teselli için döndüğüm sanatımın ışığıdır! Resim doğrudan politik bir mesaj vermemekle birlikte durgun ve coşkusuz. "Önemli olan esininizi kaybetmemek" şeklindeki ibare ile de olayların içine çekilmeme niyetimi beyan ediyorum. Gerçekten de bu niyetimi körfez harbi süresince ve sonrasında da gerçekleştirdim.
2011 senesine geldiğimizde ülkemi kemiren kötülükler artık gözardı edilemeyecek boyutlara ulaşmıştı; ABD-Gülen-AKP koalisyonunun yürütmekte olduğu Türkiye'yi hile hurdayla dönüştürme operasyonu tam yol ilerlemekteydi. Dalga dalga tutuklamalarla lâik Atatürk Cumhuriyeti'ni savunabilecek en güçlü isimler kirletilerek hapse atılıyor, başkalarına da gözdağı veriliyordu. Ülkenin büyük bir iç çatışmaya doğru gittiğini görmek zor değildi; zaten o sırada Kuzey Afrika'daki Arap ülkelerinde arka arkaya patlak veren isyanlar bizde de
neler olabileceğinin göstergesiydi. 2012 yılbaşı için yaptığım resimde bir yandan görmezlikten gelemeyeceğim gerçeklere değinirken bir yandan da olayların içine çekilmeme, mesafeli kalma düşüncemi yineliyordum. Resim çok beğendiğim 2009 yapımı Disney-Pixar filmi "Yukarı Bak"'a gönderme yaptım (orijinal adı: Up). Resmin ibaresi umutlarınız sönmesin hem kelime oyunu, hem de karamsar bir manzaraya bir ümit ışığı getirme teşebbüsüdür.
Resmin sağ altında bir grafik görüyorsunuz; bir dikdörtgen içerisinde stilize "Silivri-Hasdal" kelimeleri. Bunlar, ABD'nin Büyük Ortadaoğu Projesi lehine Gülen-AKP koalisyonunun yürüttüğü Ergenekon, Balyoz, Casusluk, Fuhuş, 28 Şubat ve benzeri bahanelerle tutukladığı aydın ve askerlerin hapsedildikleri cezaevlerinden en tanınmış iki tanesidir. (Diğerleri Hadımköy, Maltepe, Mamak, Sincan ve Şirinyer!) Uygar ülkelerde çok göz göre göre bir haksızlık olduğu zaman onlara karşı pasif mukavemet yapmanın yol ve araçları vardır; tişörtler, butonlar, otomobil camlarına yazılan yazılar. Ergenekon ve Balyoz tertipleriyle iaydınlar ve askerler toplanırken ve buna sadece birkaç yayın organı karşı çıkarken insanlar kendi aralarında çok söyleniyor ama düşüncelerini uluorta göstermekten korkuyorlardı. Bu yüzden bu çeşit pasif direniş araçları kullanılmadı, üretilmedi; kendilerini cesaretli sayanlar Atatürk rozetleri ve otomobillerine yapıştırdıkları Atatürk imzalarıyla idare ettiler. Ben de lâik Cumhuriyeti savunduklarıya da belki birgün
savunacakları için insanların hapse atılmasından rahatsız olduğumu uluorta belli etmek amacıyla bu grafik sembolü yaptım, rozet hâline getirdim ve taktım. Malzemesi; kâğıt, karton, asetat ve çengelli iğne. Sadece Silivri ve Hasdal'ın isimlerini kullanmamın iki sebebi var biri bu bağlamda adı en çok geçen hapishaneler olmaları, ikincisi de iki "S" harfini yanyana getirerek başka bir zamanda,
başka bir ülkede toplama kamplarını yönetmiş olan gaddarlığıyla tanınmış bir "güvenlik" birimini çağrıştırmak! 19 Mayıs 2012'de hükümetin engellemelerine rağmen bayramımızı kutladığımızdan beri korku duvarını aşmaya başladık (bkz. "19 Mayıs, Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı", 18 Mayıs 2012, ve "19 Mayıs'ı Kutladık, Hem de Ne Biçim", 20 Mayıs 2012. Ondan sonra tek tük rozetler ve tişörtler çıkmaya başladı, bende de birkaç rozet var ve takıyorum, ama kendi ev yapımı rozetim hâla nereye gitsem üstümdedir! Bu grafik sembolü sonraki yeniyıl resimlerime de koydum, ümidim gelecek sene artık böyle bir gereksinim duymamaktır!
Silivri ve Hasdal özellikle Ergenekon ve Balyoz tertipleriyle tutuklananlara ev sahipliği etti ve ediyorlar. Silivri Nöbeti olarak bilinen ama adı yeteri kadar anılmayan kahramanca bir dayanışma gösterisi var ve devam etmektedir. Silivri Nöbet Çadırı olarak da bilinen, aslında iki çadır, birkaç konteyner ve bir tuvaletten oluşan küçücük bir kamp 9 Eylül 2009'dan beri Silivri Ceza İnfaz "Kampüsü" önündeki açık arazide yaz kış, gece gündüz bu onurlu nöbeti tutmaktadır. Silivri Nöbeti'nin yaratıcısı ve üç seneden uzun süredir sürdüren kişi emekli belediye işçisi Hıdır Hokka'dır. Silivri Nöbeti'nin yalnızlığı önemli duruşma günlerinde tutsak yurtseverlere destek için gelen otobüsler dolusu vatandaşın izdihamıyla bozulur. (Bkz: "Silivri", 18 Aralık 2012, "Silivri 18-2-2013", 28 Şubat 2013, "Yine Silivri'ye", 29 Mart 2013, "Provokasyon: Silivri, 8 Nisan", 13 Nisan 2013.) Son duruşmanın yapılıp cezaların verildiği 5 Ağustos 2013'te en büyük kalabalık bekleniyordu ama polis önceden Hıdır Hokka'yı tutukladı, çadır ve konteynerleri "ihbar üzerine" bastı, gelenlerin yollarını kilometrelerce uzaktan, hatta otobüslerin kalkacağı şehirlerden itibaren kesti, herşeye rağmen yaklaşabilenler tarlaların içinden yürüdü ama yine de hapishanenin önüne yaklaşamadı. (O günle ilgili yazım yalnız İngilizce'dir ve o güne kadar olmuş olan gelişmeleri, kendi görüşümle, tafsilatlı olarak anlatır. "Ergenekon Trials and Tribulations", 30 Ağustos 2013.)
Duruşmalar bittiğinden beri Silivri Nöbeti kalabalıkların akımına uğramıyor, ama nöbet devam etmekte. Yılbaşı gecesi tutuklu yurtseverler adına çadırda bir kutlama yapılacak ve Ulusal Kanal'dan naklen yayınlanacak.
3 Mayıs 2012'de bu blog'a "Başlangıç" diyerek başladım!
2013 yaklaşırken artık kendimi olaylardan soyutlama hayâlimden çoktan vazgeçmiştim. Eskiden dünyam hareketli resimlerdi ve onları en güzel nasıl hareket ettirebileceğimden başka da kaygum yoktu. O günleri nasıl arıyorum ve o hâlime tekrar dönmeyi nasıl istiyorum anlatamam, ama artık anlamıştım ki, bir çizgi filmci olarak, kötülüğün bu derece üste çıktığı bir ortamı hazmedemezdim. İyilerin daima kazanacağını, kötülerin eninde sonunda kendi düzenbazlıklarının kurbanı olacaklarını anlatan o güzel filmleri seyretmiş, inanmış, birkaç tanesinde de çalışma şansını elde etmiştim. Artık bana gizlenmeden, saklanmadan doğrunun yanında durmaktan başka birşey yakışmazdı. Hem başbakan kendisi dememiş miydi? Taraf olmayan bertaraf olur. (17 Ağustos 2010, referandum öncesi TÜSİAD'a hitaben.)
2013 yeni yıl resmi için ortaçağdan kalma bir toplumsal eleştiri teması olan deliler gemisi ya da soytarılar gemisi'ni
seçtim. Bu imajı kullanarak dünyada ve ülkemizde beni rahatsız eden
delilikleri, soytarılıkları ve tahripkâr sapkınlıkları eleştirmek istedim. Resim hakkında daha tafsilatlı açıklamalar için bkz: "Deliler Gemisi" 22 Aralık 2012.
Hükümet karşıtları ile güvenlik güçleri arasındaki çatışmalar 2013'de şiddetlenerek devam etti; biber gazı ve tazyikli su olayların değişmez alt melodisi oldular, arada bir de gaz fişekleri bir kafatasını çatlatarak ya da bir gözü çıkartarak çeşni yaratıyorlardı- AKP'nin "demokratikleştirdiği" toplumu biyat etmeye zorlamak için tercih ettiği metodun bedeli! (1 Mayıs 2013'te iki genç kız başlarına çarpan gaz fişekleriyle komaya girmişlerdi, 17 yaşındaki Dilan Alp ile 27 yaşındaki Meral Dönmez. Hatırlamak için bkz: http://www.youtube.com/watch?v=DnpmlrAdJjw )
Mayıs 2013'ün sonunda Erdoğan ve bakanlarının dayatmacılıkları her zamanki küstahlıkarının çok ötesine geçti. Kredi kartı borcundan başını kaldıramayan halkımız için bir AVM daha yapılacaktı, hem de bir alışveriş caddesinin hemen yakınıda. Bunun için de bir park kazılıp ağaçları sökülecekti. Bölge halkı tercihini parktan yana yapınca karşısında gazıyla, tazyikli suyuyla polisi buldu. İnsanlar parkı korumak için çadırlarıyla orada gecelemeye başladılar, 31 Mayıs 2013 sabahı saat 5:00'de parka giren polis orada geceleyen insanları zorla çıkardı ve çadırları yaktı. 2013 yılına damgasını vuran Gezi Parkı direnişi başlamıştı! O sabah baskınından sonra mesele bir parkı korumaktan, AKP'nin baskı ve korku imparatorluğuna bir başkaldırıya dönüştü ve bütün ülkeye yayıldı. (Bkz. "Taksim Gezi Parkı", 31 Mayıs 2013, "Her Yer Taksim", 2 Haziran 2013.) Olayların büyümesinde en büyük provokatör ise tehditleri ve aşağılamalarıyla yangına körükle giden başbakan Erdoğan'ın kendisiydi! Tazyikli su insanlara havalarda parendeler attırdı, büyük küçük her yaşta insan, çocuklar dahil, gazın etkisiyle, aksırdılar, tıksırdılar, nefessiz kaldılar. Rejim taraftarı kabadayılar arasokaklarda insanları sıkıştırıp sopalarla dövdüler, otomobillerini göstericilerin içine sürdüler. Türk Tabipler Birliği'nin raporuna göre 20 Haziran'a kadar dört kişi hayatını kaybetmiş, 60'ı ciddi olmak üzere 7832 kişi de yaralanmıştı. Gaz fişekleri yüzünden 11 kişi gözünü kaybetmiş, 20 kişi de beyin travmasına uğramıştı.
2 Haziran 2013'te Antalya'da Gezi Parkı bağlamlı bir protesto eylemi sırasında gözüne gaz fişeği isabet eden 18 yaşındaki Vedat Oğuz.
Hayatını ilk kaybeden 21 yaşındaki Mehmet Ayvalıtaş oldu; 2 Haziran 2013'te İstanbul'da bir protesto eylemi sırasında bir otomobilin çarpması sonucu öldü. Hemen ertesi gün Hatay'da 22 yaşındaki Abdullah Cömert hayatını kaybetti; nedeni "başına aldığı iki darbe"! 5 Haziran'da kurban polis komiseri Mustafa Sarı oldu, Adana'da eylemcileri kovalarken bir üst geçitten düştü. 2 Haziran'da 2013'te Ankara'da bir protesto eylemi sırasında başından polis kurşunuyla vurulan Ethem Sarısülük 14 Haziran'a kadar hastanede tedaviye alındı ama kurtarılamadı. Yine 2 Haziran'da Eskişehir'de bir protesto eyleminden sonra bir ara sokakta kıstırılıp dövülen Ali İhsan Korkmaz da 10 Haziran'da hastanede hayatını kaybetti.
16 Haziran'da İstanbul'da 14 yaşndaki Berkin Elvan'ın başına bir gaz fişeği isabet etti. Berkin girdiği komadan bugüne kadar çıkamadı.
Haziran'dan sonra çatışmaların yoğunluğu azaldı, ama büsbütün kesilmedi. Hatay'da protesto eylemlerine katılan 20 yaşındaki Ahmet Atakan 8-9 Eylül gecesi geceyarısı sıralarında tam belirlenemeyen sebeplerden hayatını kaybetti.
Bu kadar yoğun geçen bir seneden sonra Gezi direnişi'nden başka konu seçmem mümkün olabilir miydi?
Resmin sağ altında bir grafik görüyorsunuz; bir dikdörtgen içerisinde stilize "Silivri-Hasdal" kelimeleri. Bunlar, ABD'nin Büyük Ortadaoğu Projesi lehine Gülen-AKP koalisyonunun yürüttüğü Ergenekon, Balyoz, Casusluk, Fuhuş, 28 Şubat ve benzeri bahanelerle tutukladığı aydın ve askerlerin hapsedildikleri cezaevlerinden en tanınmış iki tanesidir. (Diğerleri Hadımköy, Maltepe, Mamak, Sincan ve Şirinyer!) Uygar ülkelerde çok göz göre göre bir haksızlık olduğu zaman onlara karşı pasif mukavemet yapmanın yol ve araçları vardır; tişörtler, butonlar, otomobil camlarına yazılan yazılar. Ergenekon ve Balyoz tertipleriyle iaydınlar ve askerler toplanırken ve buna sadece birkaç yayın organı karşı çıkarken insanlar kendi aralarında çok söyleniyor ama düşüncelerini uluorta göstermekten korkuyorlardı. Bu yüzden bu çeşit pasif direniş araçları kullanılmadı, üretilmedi; kendilerini cesaretli sayanlar Atatürk rozetleri ve otomobillerine yapıştırdıkları Atatürk imzalarıyla idare ettiler. Ben de lâik Cumhuriyeti savunduklarıya da belki birgün
Bugün, burada! |
O zaman, orada! |
Silivri ve Hasdal özellikle Ergenekon ve Balyoz tertipleriyle tutuklananlara ev sahipliği etti ve ediyorlar. Silivri Nöbeti olarak bilinen ama adı yeteri kadar anılmayan kahramanca bir dayanışma gösterisi var ve devam etmektedir. Silivri Nöbet Çadırı olarak da bilinen, aslında iki çadır, birkaç konteyner ve bir tuvaletten oluşan küçücük bir kamp 9 Eylül 2009'dan beri Silivri Ceza İnfaz "Kampüsü" önündeki açık arazide yaz kış, gece gündüz bu onurlu nöbeti tutmaktadır. Silivri Nöbeti'nin yaratıcısı ve üç seneden uzun süredir sürdüren kişi emekli belediye işçisi Hıdır Hokka'dır. Silivri Nöbeti'nin yalnızlığı önemli duruşma günlerinde tutsak yurtseverlere destek için gelen otobüsler dolusu vatandaşın izdihamıyla bozulur. (Bkz: "Silivri", 18 Aralık 2012, "Silivri 18-2-2013", 28 Şubat 2013, "Yine Silivri'ye", 29 Mart 2013, "Provokasyon: Silivri, 8 Nisan", 13 Nisan 2013.) Son duruşmanın yapılıp cezaların verildiği 5 Ağustos 2013'te en büyük kalabalık bekleniyordu ama polis önceden Hıdır Hokka'yı tutukladı, çadır ve konteynerleri "ihbar üzerine" bastı, gelenlerin yollarını kilometrelerce uzaktan, hatta otobüslerin kalkacağı şehirlerden itibaren kesti, herşeye rağmen yaklaşabilenler tarlaların içinden yürüdü ama yine de hapishanenin önüne yaklaşamadı. (O günle ilgili yazım yalnız İngilizce'dir ve o güne kadar olmuş olan gelişmeleri, kendi görüşümle, tafsilatlı olarak anlatır. "Ergenekon Trials and Tribulations", 30 Ağustos 2013.)
Hem İstanbul'dan hem Silivri'den çok uzakta, açık arazide tek başına duran ulaşımı zor
Silivri Ceza İnfaz Kurumu "Kampüsü".
(Görüntü kendi objektifimden.)
Yargılanan vatanseverlere destek olmaya gelen vatanseverler Silivri Nöbet Çadırları'nın çevresinde toplanıyorlar, 11 Mart 2013. Üst köşede, Silivri Nöbeti'nin öncüsü Hıdır Hokka.
(Görüntüler kendi objektifimden.)
3 Mayıs 2012'de bu blog'a "Başlangıç" diyerek başladım!
2013 yaklaşırken artık kendimi olaylardan soyutlama hayâlimden çoktan vazgeçmiştim. Eskiden dünyam hareketli resimlerdi ve onları en güzel nasıl hareket ettirebileceğimden başka da kaygum yoktu. O günleri nasıl arıyorum ve o hâlime tekrar dönmeyi nasıl istiyorum anlatamam, ama artık anlamıştım ki, bir çizgi filmci olarak, kötülüğün bu derece üste çıktığı bir ortamı hazmedemezdim. İyilerin daima kazanacağını, kötülerin eninde sonunda kendi düzenbazlıklarının kurbanı olacaklarını anlatan o güzel filmleri seyretmiş, inanmış, birkaç tanesinde de çalışma şansını elde etmiştim. Artık bana gizlenmeden, saklanmadan doğrunun yanında durmaktan başka birşey yakışmazdı. Hem başbakan kendisi dememiş miydi? Taraf olmayan bertaraf olur. (17 Ağustos 2010, referandum öncesi TÜSİAD'a hitaben.)
2013 yeni yıl resmi için ortaçağdan kalma bir toplumsal eleştiri teması olan deliler gemisi ya da soytarılar gemisi'ni
seçtim. Bu imajı kullanarak dünyada ve ülkemizde beni rahatsız eden
delilikleri, soytarılıkları ve tahripkâr sapkınlıkları eleştirmek istedim. Resim hakkında daha tafsilatlı açıklamalar için bkz: "Deliler Gemisi" 22 Aralık 2012.
Hükümet karşıtları ile güvenlik güçleri arasındaki çatışmalar 2013'de şiddetlenerek devam etti; biber gazı ve tazyikli su olayların değişmez alt melodisi oldular, arada bir de gaz fişekleri bir kafatasını çatlatarak ya da bir gözü çıkartarak çeşni yaratıyorlardı- AKP'nin "demokratikleştirdiği" toplumu biyat etmeye zorlamak için tercih ettiği metodun bedeli! (1 Mayıs 2013'te iki genç kız başlarına çarpan gaz fişekleriyle komaya girmişlerdi, 17 yaşındaki Dilan Alp ile 27 yaşındaki Meral Dönmez. Hatırlamak için bkz: http://www.youtube.com/watch?v=DnpmlrAdJjw )
Mayıs 2013'ün sonunda Erdoğan ve bakanlarının dayatmacılıkları her zamanki küstahlıkarının çok ötesine geçti. Kredi kartı borcundan başını kaldıramayan halkımız için bir AVM daha yapılacaktı, hem de bir alışveriş caddesinin hemen yakınıda. Bunun için de bir park kazılıp ağaçları sökülecekti. Bölge halkı tercihini parktan yana yapınca karşısında gazıyla, tazyikli suyuyla polisi buldu. İnsanlar parkı korumak için çadırlarıyla orada gecelemeye başladılar, 31 Mayıs 2013 sabahı saat 5:00'de parka giren polis orada geceleyen insanları zorla çıkardı ve çadırları yaktı. 2013 yılına damgasını vuran Gezi Parkı direnişi başlamıştı! O sabah baskınından sonra mesele bir parkı korumaktan, AKP'nin baskı ve korku imparatorluğuna bir başkaldırıya dönüştü ve bütün ülkeye yayıldı. (Bkz. "Taksim Gezi Parkı", 31 Mayıs 2013, "Her Yer Taksim", 2 Haziran 2013.) Olayların büyümesinde en büyük provokatör ise tehditleri ve aşağılamalarıyla yangına körükle giden başbakan Erdoğan'ın kendisiydi! Tazyikli su insanlara havalarda parendeler attırdı, büyük küçük her yaşta insan, çocuklar dahil, gazın etkisiyle, aksırdılar, tıksırdılar, nefessiz kaldılar. Rejim taraftarı kabadayılar arasokaklarda insanları sıkıştırıp sopalarla dövdüler, otomobillerini göstericilerin içine sürdüler. Türk Tabipler Birliği'nin raporuna göre 20 Haziran'a kadar dört kişi hayatını kaybetmiş, 60'ı ciddi olmak üzere 7832 kişi de yaralanmıştı. Gaz fişekleri yüzünden 11 kişi gözünü kaybetmiş, 20 kişi de beyin travmasına uğramıştı.
2 Haziran 2013'te Antalya'da Gezi Parkı bağlamlı bir protesto eylemi sırasında gözüne gaz fişeği isabet eden 18 yaşındaki Vedat Oğuz.
Hayatını ilk kaybeden 21 yaşındaki Mehmet Ayvalıtaş oldu; 2 Haziran 2013'te İstanbul'da bir protesto eylemi sırasında bir otomobilin çarpması sonucu öldü. Hemen ertesi gün Hatay'da 22 yaşındaki Abdullah Cömert hayatını kaybetti; nedeni "başına aldığı iki darbe"! 5 Haziran'da kurban polis komiseri Mustafa Sarı oldu, Adana'da eylemcileri kovalarken bir üst geçitten düştü. 2 Haziran'da 2013'te Ankara'da bir protesto eylemi sırasında başından polis kurşunuyla vurulan Ethem Sarısülük 14 Haziran'a kadar hastanede tedaviye alındı ama kurtarılamadı. Yine 2 Haziran'da Eskişehir'de bir protesto eyleminden sonra bir ara sokakta kıstırılıp dövülen Ali İhsan Korkmaz da 10 Haziran'da hastanede hayatını kaybetti.
16 Haziran'da İstanbul'da 14 yaşndaki Berkin Elvan'ın başına bir gaz fişeği isabet etti. Berkin girdiği komadan bugüne kadar çıkamadı.
Haziran'dan sonra çatışmaların yoğunluğu azaldı, ama büsbütün kesilmedi. Hatay'da protesto eylemlerine katılan 20 yaşındaki Ahmet Atakan 8-9 Eylül gecesi geceyarısı sıralarında tam belirlenemeyen sebeplerden hayatını kaybetti.
Bu kadar yoğun geçen bir seneden sonra Gezi direnişi'nden başka konu seçmem mümkün olabilir miydi?
Yeni Yılbaşı Resimdeki Gezi İkonları:
Gaz:
Polis müdahelelerinin en tipik ortak paydaları tazyikli su ve biber gazıydı. Gaz bazen sıkılıyor, sık sık da özel tüfekler kullanarak atılan metal fişeklerle kalabalığın arasına gönderiliyordu- bazen çok yakından ve çok alçaktan ateşlenerek. Gaz sizi boguyor, kartuş çarptığı yere göre ya kafatası çatlatıyor ya da göz çıkarıyordu. (Taksim'den görüntüler medya'dan.)
Gaz maskeleri:
Kimisi ciddi ciddi gaz maskesi ediniyor, kimisi de el altındaki malzemelerden kendisi üretiyordu. Taksim Gezi Parkı civarından. (Görüntüler medyadan.)
Gaz fişekleri:
O kadar çok tazyikli su kullanıldı ki sokaklar sırılsıklam oldu ve boş gaz fişekleriyle örtüldü. Üst soldaki sokak: İstiklâl Caddesi. (Görüntü medyadan.) Üst sağ ve alt: 5 Ağustos 2013'te son Ergenekon durüşması gününde tutuklu yurtseverlere destek için Silivri Ceza İnfaz Kurumu'na ulaşmak isteyen yurttaşlarımıza atılan gaz fişekleri. İmalât yeri: ABD Pennsylvania. Ergenekon tezgâhının arkasında Pennsylvania'daki imamın olduğunu düşünürsek bu tesadüf neredeyse şiirsel boyutlarda! (Fişeklerin görüntüleri kendi kameramdan.)
İslamcı Türkiye'nin Çağdaş Çehresi:
AKP'nin Ortaçağ'a bakan İslamcılığının şaşırtıcı derecede modern bir çehresi var- bu da rejimin senelerdir dünyayı kandırabilmesinde önemli rol oynar! Kitlelere cehalet ve biat kültürü getirmeye çalışan rejim, yandaşlara ve Türkiye'nin servetini paylaşacak kapitalist efendilere modern lükslerin hepsini sunar. Orta sınıf ise kartlar yoluyla ya da doğrudan bankadan alınan kredilerle geleceklerini ipotek ettirerek bu nimetlerden kısmen yararlanabilir. Resimdeki cami lüks gökdelenlerden oluşan bir mahalleye hizmet eder. Tarihi görünüşüne bakıp yanılmayın, arkasında yükselen canavardan daha yenidir. Bu tarzda camiler yapmakla tanınan ünlü mimarımızın adını taşıyan Mimar Sinan Camii Temmuz 2012'de tamamlanıp hizmete girdi, daha bir buçuk yaşında yok. (Görüntü kendi objektifimden.)
Cam ve betonla cennete ulaşmak:
AKP ile büyük müteahhitlik şirketleri arasındaki yakınlık ve dayanışma, başta İstanbul olmak üzere yüksek rant imkânı sunan şehirleri New York özentilerine çeviriyor. 17 Ağustos 1999 depreminin dehşeti üzerine insanlar daha sıkı kontrollerle daha sağlam yapılar yapılmasını istediler- haklı olarak. AKP'nin çözüm olarak getirdiği "kentsel dönüşüm" güvenlik sağlamaktan ziyade yandaşlara- ve belki kendilerine de- zenginlikler getirmek için bir araç. Buna göre "çürük" raporu alan binalar yıkılıp yerlerine çok daha yüksekleri yapılıyor ve bu deprem ülkesinde zaten kalabalık mahallelerde aynı alana daha fazla insan, daha fazla özel araç sıkıştırılıyor. Bir çok daire sahibi çabuk para ümidiyle bu oyuna atlıyor. Görünüşe bakılırsa "islamcı" AKP'ye en yakın olanlar cennetteki yaşamlarına daha bu dünyadan itibaren başlamak hevesindeler. Solda: Anadolu yakasında 1. çevreyolu boyunca yeni apartmanlar. Sağda: İstanbul Göztepe'de çevresindeki binaların çok yukarısına fırlamış dört yeni apartmana Bağdat Caddesi'nden bakış. (Görüntüler kendi kameramdan.)
Anarşi:
"Anarşi" anlamına gelen çember içindeki "A" harfi son zamanlarda duvarlarda, afişlerde, pankartlarda sıkça görülür oldu- baskı ve dayatmaları gittikçe artan bir idareye anlaşılabilir tepki. Yukarıda Gezi eylemlerinde öne çıkan Çarşı grubu, artık herkesçe tanınan logolarıyla. (Kendileri isimlerini düzyazıda da çArşı şeklinde yazıyor.) Bu görüntü 29 Ekim 2013'ten; yer Şişhane. İstiklâl Caddesi üzerinden Taksim'e yapılması planlanan Cumhuriyet Bayramı yürüyüşünün polis tarafından engellenmesini protesto ediyorlar. Bkz: https://www.youtube.com/watch?v=iqs4eROVYjQ Alttaki görüntü Kadıköy'de bir duvardan. (İki görüntü de kendi objektifimden.)
Sanal göbek bağları:
İnternet iletişiminde bolca kullanlan, hatta o amaçla yaratılmıış olan yuvarlak içine alınmış küçükharf "a" ile "anarşi" anlamına gelen yuvarlak içine alınmış büyük harf "A" sembollerini karşıkarşıya koyarak küresel hakimiyet ve ona mukavemeti ifade etmek istedim. Nihayet küresel "tek dünya" felsefesinin en özgün aracı internet'tir- "dünyayı saran ağ" (world wide web)- şu anda küresel hegemonyaya karşı aynı aracı kullansam da! Gezi gençleri de Facebook'la Twitter'le aynı şekilde "tek dünya"'nın aracını "tek güç" haline gelerek direnmek için kullandılar. Türkiye her türlü kanaldan, GSM, GPS, internet, , kablo, uydu, akla gelecek her şekilde dünyaya bağlı, ama vatandaşları küresel güç merkezlerine ancak vizeyle gidebiliyor. Kapalı, baskıcı köktendinci yaşam tarzı AKP tarafından "özgürlük" bahanesiyle savunuluyor ve destekleniyor ama parti önde gelenleri ve yandaşları için cennet dünyaya indirildi. Cep telefonuyla uzun mesafeli iş görüşmeleri, büyük patronlardan emirler, internet bankacılığı, çantada el değiştirecek yüksek meblâğlar için randevular, para, pul, ve daha fazlası... (Görüntüler kendi kameramdan.)
Küresel hakimiyet:
Küreselleşme, "Tek Dünya" hayâli insanları kardeşçe biraraya getirerek dünya nimetlerini hakca paylaşmak değil, çokuluslu şirketlerin hertarafı birden sömürebilmeleri için yasal düzenlemeler ve kılıflar kotarma sistemidir; buna göre yerel üreticiler ve işçiler, dünyanın tepesinde oturan bir menfaat ortaklığı tarafından kullanılır, rekabet ederse ya da pastadan daha hakca bir pay isterse ezilir, yok edilir. Türkiye'deki AVM inşa etme krizi bunun çok belirgin bir semptomudur- Gezi ayaklanması da yerel halkın istemediği bir alışveriş merkezini hükümetin diretmesi sonucunda başlamadı mı? Başbakanın bu konuda bu kadar israrcı ve gaddar olması sorular uyandırmıyor mu? Hem başbakan Erdoğan'ın hem Fethullah Gülen'in sadakatle hizmet ettiği "Yeni Dünya Düzeni" ve "Genişletilmiş Ortadoğu Projesi" ağını örmekte olan globalist imparatorluğun tezahürlerinden başka birşey değildir aslında. Gezi protestocularının karşılarına aldığı gerçek düşman ne başbakandır, ne Pennsylvania'daki imam, ne de ABD'dir. Gerçek düşman yüzü ve kişiliği belirsiz küresel menfaat çevresidir- göremezsiniz ki ulaşasınız.
Küreselliğin son derece güçlü ve hükmedici özelliğini vurgulamak için ilham kaynağım Hitler'in mimarı Albert Speer'in 1937'de Nürnberg zeplin meydanında gerçekleşen Nazi partisi mitingi için yarattığı muhteşem dekor oldu; Speer bir sıra uçaksavar ışıldağını dümdüz gökyüzüne çevirerek ışıktan sütunlar yapmış, yeni dünya imparatorluğu için bir sanal mabet yaratmıştı.
Kızlı erkekli muhteşem Gezi gençliği:
Başbakan Erdoğan, Fethullah Gülen ve hatta ABD genç-yaşlı Türk milletinin Cumhuriyet'le kazandıklarını rahatlıkla unutup itaatkâr bir Yeni-Osmanlı uykusu içerisinde eriyip gideceğini zannettiler. Ara ara çıkan sesler, yapılan eylemlere rağmen genelde Türk milleti sindirilmişti. Gezi olayları cesaretleri şaşkınlık veren gençlerin önderliğinde büyük halk kitlelerini birleştirdi. Üstte: 1 Haziran 2013'te İstanbul Kadıköy Bağdat Caddesi'nde marş söyleyen gençler. Altta solda: yine 1 Haziran 2013'te İstanbul'da Taksim yakınında Gezi Parkı'nın hemen dışında bir grup. (Bu iki görüntü kendi kameramdan.) Altta sağda: zorla çıkarılmadan önce parkta kamp kuran gençler. (Görüntü medyadan.)
Bu resmi yapmaya başlamadan önce başbakan Erdoğan ve AKP milletvekilleri yine kendilerini pek güçlü hissettikleri bir sırada eğitim sistemine bir daha el atarak kızlı erkekli karışık öğretime karşı adımlar atmaya başladılar. Başbakan Erdoğan, 3 Kasım 2013'te Kızılcahamam AKP kongresinde: "Üniversite öğrencisi genç kız, erkek öğrenci ile
aynı evde kalıyor. Bunun denetimi yok. Muhafazakar demokrat yapımıza bu ters.
Vali Bey’e bunun talimatını verdik. Bunun bir şekilde denetimi yapılacak.”
Yine başbakan, 5 Kasım 2013'te Meclis'te AKP grubuna hitaben:
"Biz kızların erkeklerin devletin yurtlarında karışık kalmasına müsaade etmedik müsaade etmiyoruz....şu anda yurtlarımızda bu şekilde kızlarımızın erkek öğrencilerle bir defa ayrıştırılması çalışmalarını hızla devam ettiriyoruz, şu ana kadar %75 oranında bunu gerçekleştirdik."
AKP Düzce milletvekili İbrahim Korkmaz, 8 Kasım 2013'te yerel bir kanalda (Öncü TV) :
"Ben karma eğitime karşı olan bir insanım, doğru bulmuyorum. Türkiye'de erkek liseleri vardı, kız liseleri vardı. Bunlar 28 Şubat cuntasının ortadan kaldırdığı uygulamalar, darbe hükümetlerinin ortadan kaldırdığı uygulamalar... Benim şahsi fikrimi sorarsanız, kız çocuklarıyla erkek çocuklarının bile okullarının ayrılmasını isterim."
"Ben karma eğitime karşı olan bir insanım, doğru bulmuyorum. Türkiye'de erkek liseleri vardı, kız liseleri vardı. Bunlar 28 Şubat cuntasının ortadan kaldırdığı uygulamalar, darbe hükümetlerinin ortadan kaldırdığı uygulamalar... Benim şahsi fikrimi sorarsanız, kız çocuklarıyla erkek çocuklarının bile okullarının ayrılmasını isterim."
AKP Kayseri milletvekili ve Meclis başkan vekili Sadık Yakut 20 Kasım 2013'te Meclis'te Dünya Çocuk Hakları Günü vesilesiyle Uluslararası Çocuk Forumu için 81 ilden gelen birer kız, birer erkek temsilciye hitaben: "“Eğitimle ilgili kız ve erkek çocuklarının ayrı
ayrı okullarda okutulması adına Türkiye’de maalesef geçmişten bu tarafa yapılan
bir yanlışlık, batıcılık adına çocukların aynı okullarda okutulması... İnşallah bu yanlışlık önümüzdeki dönem içinde
düzeltilecek."
Bu beyanlar bir miktar protestoyla karşılandı. Ben bu resmi yaparken kızları ve erkekleri karışık çizmeye, aralarında fiziksel temas sağlamaya çalıştım. Sarışın kız mavi gömlekli oğlanı belinden kavrayarak kaldırıyor, basamaklara yatan oğlana bir kız yardım ediyor.
Resmi ilk yaptığımda Toplumsal Olaylara Müdahele Aracı'nı koymayı ihmâl etmiştim. Fakat polisle Gezi eylemcilerinin her karşıkarşıya gelişinin başaktörünü unutmak çok büyük haksızlık olacaktı. TOMA'yı ayrıca çizdim, sonra soldaki bir grup polisi keserek koca kamyonu oradaki küçük aralığa sıkıştırdım. Pek ön planda değil ama var mı var. Kesilen polisler resmin sağında duvarın hemen üstünde yeniden konuşlandırıldılar. Görüntülerdeki TOMA'lar, yılbaşı resminin detayından başlayarak saat istikametinde: sonradan çizilip eklenen TOMA, İstiklâl Caddesi'nde (büyük resim), Beşiktaş'ta ve Bayezit Meydanı'nda. (Üç görüntü de kendi kameramdan.)
Kırmızılı Kadın:
"Kırmızılı Kadın" a bir gönderme yapmamak düpedüz saygısızlık olurdu.
Asıl adı Ceyda Sungur. İstanbul Üniversitesi Şehir Planlaması Bölümü'nde araştırma görevlisi. 28 Mayıs 2013'te Gezi Parkı'nda kamp kuran direnişçilere destek için parka gidiyor. Polis direnişçileri gazla dağıtmaya çalışılıyor. Kırmızı elbiseli kadın üstüne başına sıkılan boğucu ve yakıcı gaza rağmen kıpırdamıyor. Yakın mesafeden sıkılan ve saçını havaya kaldıran gaz karşısında büyük bir cesaret ve irade gücüyleorada durabildiği kadar duruyor. O haliyle çekilen fotoğrafı bütün dünyaya yayılıyor ve Gezi Direnişi'nin en kalıcı, en tanınmış sembollerinden biri hâline geliyor. Yukarıda yeniyıl resminden detaydan resimden detaydan itibaren saat istikametinde giderek: dünyanın tanıdığı fotoğraf (bundan sonraki anlar ve hatta video da yayınlandı), devleşmiş kahraman karşısında küçülmüş polis, Yaşarken Yazılan Tarih adlı kitabın minyatür tarzı "tarihi" kapağı, Lego tarzı figürlerle olayın canlandırılması ve ODATV'nin bir haberine göre Amerika'da "Cadılar Bayramı"'nda (Halloween) eğlence olsun diye çekilen bir fotoğraf. (http://www.odatv.com/n.php?n=kirmizili-kadin-bakin-ne-sembolu-oldu-0211131200 ) (Bütün görüntüler medyadan.)
Bir de "Siyahlı Kadın" vardı, 1 Haziran 2013'te Taksim meydanı yakınlarında bir TOMA'nınönüne
dikilmiş ve sıkılan suyla sırılsıklam olduğu hâlde gerilememişti. Neyse ki basınç çok yüksek değilmiş, TOMA'lardan gelen su insanı bayağı uçurabiliyor. Ve şu da bir şans ki su temiz gözüküyor, sonradan sulara kimyasallar karıştırmaya başladıkları zaman kahverengi bir bulamaç sıkıyorlardı. Fakat bunlar "Siyahlı Kadın"'ın cesaretini küçümsemek anlamına gelmez, hele ki ülkemizi benimseyen bir misafir olduğunu düşünürsek daha da şapka çıkartılası bir hareket. Kendisi Avustralyalı, ismi Kate Cullen.
Bu birkaç ikonlaşmış sembol figür, yüzlerce cesaretli insanı, kahramanı temsil ediyor. Yeni keşfettiğim şu diğer "Kırmızılı Kadın"'a bir bakın. Çok az gözüküyor ama TOMA vanaları açınca nasıl bir tazyikle uçurduğunu görüyorsunuz:
https://www.youtube.com/watch?v=ID-RI7dAuus
https://www.youtube.com/watch?v=ID-RI7dAuus
Her Yer Taksim, Her Yer Direniş:
Gezi Parkı Direnişi'nin en tanınmış sloganını duvara yazmayı ihmâl etmedim. Mesele Gezi Parkı olmaktan çıkıp olaylar bütün ülkeye yayılarak AKP'nin ülkeyi dönüştüren baskıcı, oldubittici politikalarına bir başkaldırı niteliği kazanınca artık "her yer Taksim" olmuştu. Görüntüler saat istikametinde: Mersin'de Gezi Parkı direnişine destek, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Mezuniyet Töreni, Sivas'ta Arık köyü sakinleri. (Görüntüler medyadan.) Bu arada bu blog da Taksim'dir!
Penguenler:
Penguensiz Gezi Parkı olur mu? Bir tarafa koymam gerekti, merdivenin sağında duvara koydum. Olayların en yoğun yaşandığı anlarda penguenler hakkında bir belgesel yayınlayan CNN TÜRK televizyonu bu yüzden çok eleştiri aldı ama Gezi direnişçileri sonra penguenleri dava arkadaşı hâline getirdiler. Duvara yazdığım slogan "Diren Antarktika" aslında "Dayan Antarktika" olmalıydı çıünkü ilhamı Antalya'da bir grup konservatuar öğrencisinin bu isimle "aranjman" yaptığı şarkıdan aldım. https://www.youtube.com/watch?v=Znh_syLNJX8
Sol üstte yılbaşı resminden detaydan detaydan itibaren saat istikametinde: CNN International seyreden penguenler ve CNN TÜRK seyreden insanlar, Antarktika'yı da Taksim yapan penguenler, penguenleri Taksim'de olayların ortasına koyan bir fotomontaj (görüntü medyadan), Kadıköy'de bir duvarda direnen bir penguen (görüntü kendi objektifimden), ve eyleme gaz maskesiyle gelen, yüzgecini yumruk yapmış penguen (görüntü medyadan.)
Bebek arabası: "Biraz da kültür" dedim ve Sergei Eisenstein'ın 1925 tarihli "Potemkin Zırhlısı" filminin "Odessa Basamakları" sekansından ünlü bebek arabası sahnelerine gönderme yapmak için resimdeki basamakların dibine bir bebek arabası koydum. Aslında Gezi olaylarında çocuklar eksik değillerdi; bir şekilde insanlar onları da getiriyorlardı. Solda: Potemkin Zırhlısı filminden bebek arabası sahnelerinden biri. Ortada: 1 Haziran 2013'te Harbiye yakınında üç tekerlekli bisikleti üstünde Gezi Parkı istikametinden gelen bir küçük. (Görüntü kendi objektifimden.) Sağda: elbisesiyle burnunu gazdan korumaya çalışan bir küçük hanım. (Görüntü medyadan.)
İlk yardım:
Çatışmalar çok sert oldu ve gönüllü doktorlar yaralılara ve gazdan etkilenenlere sokaklarda parklarda yardım etmek için çabaladılar- bu yüzden sonradan soruşturmaya da tabi oldular. Çok şiddetli çatışmalar olan, Beşiktaş'ın gaza boğulduğu 1 Haziran gecesi Dolmabahçe Bezmialem Valide Sultan Camii'nin müezzini caminin kapılarını ilkyardıma muhtaç direnişcilere açtı. O gece cami revire dönüştü. Sonraki günlerde direnişçilere sempati hisleri uyanmasının önüne geçmek için başbakan Erdoğan yine din kartını oynayarak "camiye ayakkabıyla girdiler, içki içtiler" gibi nerdeyse çocukça, ama dindar kesimde etkili olabilecek bir nakarat başlattı. Ayakkabıyla girdikleri görülüyor, içki konusunda bir delil yok. Polis müezzin Fuat Yıldırım'ın ifadesini alarak başbakanın "içki" iddiasını destekleyecek bir beyan aramış, ama müezzin böyle birşeye şahit olmadığını söylemiş. Hem yardıma ihtiyacı olanlara kapıyı açtığı, hem de yüksek yerden gelen beklentilere rağmen doğru beyan vermekten şaşmadığı için bu gerçek din adamı Gezi olaylarının kahramanlarının arasına girdi. Müezzin Fuat Yıldırım başka bir camiye gönderildi (Kayabaşı Hazreti Hüseyin Camii, oradan da Haliç Arap Camii.)
Görüntüler: Bezmialem Valide Sultan Camii içi, 1 Haziran 2013, sağda: Taksim'de yaralı bir gazeteci, 1 Haziran 2013.
Gezi direnişine katılan herkes Atatürkçüydü denemez, her kesimden her türlü insan vardı o kalabalıklarda! Ama AKP'nin açık tehdidi altındaki lâik Atatürk Cumhuriyeti'ni bir şekilde sahiplenenler çoğunluktaydı. Atatürk Cumhuriyeti'nin vadettiği hak ve özgürlükleri yetersiz görenler bile hep "demokratikleşmeden" dem vuran AKP'nin baskıcı idaresi ve bağnaz emelleri karşısında Cumhuriyeti açıkça destekliyorlardı. Atatürkçülük Gezi Direnişi'nin arkasındaki tek ideâl olmasa da direnişçilerin büyük kısmının ortak paydasıydı, ve Atatürk portreli ay yıldızlı bayrak en sık rastlanan görüntülerden oldu. Yukarıda Fransız Libération gazetesinin 10 Haziran 2013 sayısının ön sayfası. Manşet: "Gezi Cumhuriyeti".
Ve biz:
Genelde kendimi bir tavşan olarak çizerim; bu blog'un diğer sayfalarında rastlamış olabilirsiniz. Yeni yıl resminde kendimi gerçek dünyada gözüktüğüm gibi çizdim; bu yılbaşı resimlerini dünyanın her tarafındaki arkadaş ve tanışlara gönderiyorum ve bir çoğu tavşan espirisini bilmez, o da zaten karışık olan mesajı daha da karıştırır. Resimde eşim beni olayların merkezinden uzaklaştırıyor- çok kahramn havam yok, ki bu da doğrudur, çünkü kesinlikle kahraman değilim. Bu geçtiğimiz sene kahramanlar gördüm, kahraman nasıl birşeydir biliyorum.
Bu yeni yıl resminden dört ay önce evlilik yıldönümümüz için yaptığım resimde benzer bir tema var, hatta nerdeyse yeni yıl resminin ön çalışması gibi oldu. Ama tavşan orada tavşan!
Bu sene de böyle geçecekmiş...
"Hiç değilse sıkılmadık!"
AKP ile Gülen cemaati arasında uyumsuzluklar başgösterdiğine dair rivayetler çıkmaya başlayınca da çok ciddiye almadım. Sıkı işbirliği içindeki ortaklar eninde sonunda tekrar anlaşırlar, en azından ağababaları ABD "anlaşın, yoksa..." der ve beyzbol sopasını gösterir diye düşündüm. Zamanında Ergenekon ve Balyoz düzmeceleriyle AKP'ye o kadar yardımcı olan Cemaat medyası hükümeti açıkça eleştirmeye başlayınca bile bu kardeş kavgasının arkasının geleceğine inanmadım.
Derken 17 Ağustos 2013'te yeni tutuklama dalgaları basına yansıdı, ama bu sefer hedef Ergenekon ve Balyoz tertiplerinde olduğu gibi Atatürkçü-lâik kesim değildi. Polis dalga dalga AKP'ye yakın isimleri hedef almıştı. (İçişleri bakanı Muammer Güler'in oğlu Barış Güler, ekonomi bakanı Zafer Çağlayan'ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, ve çevre ve şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın oğlu Oğuz Bayraktar). Yatak odalarında yüksek miktarda nakit para bulunmuş, dinlenen telefon konuşmaları yolsuzluk ve rüşvete işaret ediyormuş. Tutuklular arasında büyük müteahhitlik şirketlerinin sahipleri de vardı, bunlara İstanbul'un en canavar çokkatlı yapılarını inşa eden Ali Ağaoğlu da dahildi. Tutuklananlar arasında önemli bir isim de devlet bankası Halkbank'ın genel müdürü Süleyman Aslan'dı. Sonunda üç bakan istifa etmek durumunda kaldı, şahsen rüşvet almakla itham edilen Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış eli varıp kendi istifa edemeyince bakanlıktan azledildi.
(Egemen Bağış 2020 olimpiyatlarının İstanbul'da yapılması kampanyası kapsamında CHP'lilere "Gezi Zekâlı" demişti- 20 Ağustos 2013. Çok beğendiği bu ince espiriyi Frankfurt'ta yandaş gurbetçilere yaptığı bir konuşmada, kendisini protesto eden gençleri kasdederek, tekrar etmişti- 27 Ekim 2013. Şimdi kimsenin zekâsı hakkında fazla yorum yapmıyordur!)
Giden bakanlar karşısında şimdi şu sözleri söylemeden edemeyeceğim, sırf içim soğusun diye; sanırım yaşadığımız iç daraltıcı senelerden sonra buna hakkım var:
Tutuklama dalgalarının Ergenekon dalgalarıyla benzerliği şaşırtıcı- lâik Cumhuriyet'in aydınlarına düzenlennen operasyonlarla aynı ele, aynı ağa, polis ve adalete sızmış ve yerleşmiş aynı kadroya işaret ediyor. Hele bu kadronun içinde Ergenekon savcısı Zekeriya Öz'ün adının çıkması neredeyse komik, zamanının zehirzemberek savcısının şimdi AKP'yi hedef alması ve AKP hükümeti tarafından hemen davadan el çektirilmesi daha da komik. Anlaşıldığına göre Ergenekon, Balyoz ve benzeri düzmeceler gibi bu da bir Cemaat operasyonudur ve büyük ihtimâlle arkasında ABD vardır. Bu defa baskınlarda bulunanlar CD'ler ve gömülmüş silahların yerlerini gösteren krokiler değil, deste deste paralar! Soruşturma devam ederken fikir yürütmek yanlıştır ama şunu söylemek gerek: bunun bir ABD-Cemaat operasyonu olması, aslı olmadığının kanıtı değildir. Bir ihtimâl bu güne kadar göz yumulan birşeyler şimdi eskimiş ve kontrolden çıkmış kuklaları değiştirmek için ifşa edilmektedir.
Başbakan Erdoğan kişiliğinden bekleyeceğimiz şekilde tepki gösteriyor: bağırarak ve tehdit ederek! Eski pîri Fethullah Hoca'yı açıkça tehdit ediyor, polise ve yargıya sızarak "devlet içinde devlet" kurmakla suçluyor, yani Cumhuriyet'i yıkmak için kendi bilgisi dahilinde yapılmış olan şeylerin aynı- tek farkla ki şimdi hedef kendisi! Etme bulma dünyası işte! Hasarı asgariye indirmek ümidiyle başbakan hemen komiserlerin, savcıların yerlerini değiştirmeye başladı. Suç ortakları sır ortaklarıdır, gevezelik etmelerinden korkulanların ortadan kaldırıldığını görmeye başlarsak şaşmamalı. (21 Aralık 2013'te Ankara'da polis komseri Hakan Y. arabasının içinde başından vurulmuş bulundu. 20 Aralık'ta polis memuru Halil İbrahim Talas aynı şekilde şakağından vuruldu, "intihar" dendi. Kimbilir?) Başbakan Erdoğan, düne kadar Türkiye içinde bir umumi vali edasıyla dolaşmasından, güneydoğumuza giderek "açılım sürecini" denetleyip fikir yürütmesinden rahatsız olmadığı ABD elçisi Francis Ricciardone'yi üleden kovmakla tehdit edecek kadar ileri gidebildi.
Başbakanın Mayıs ziyaretinde Beyaz Saray'da geçirdiği pembe günler artık çok uzaklarda kalmışa benzer!
Başbakan'ın polis ve yargı içerisindeki Cemaat yapılaşmasına karşı harekete geçmesi, Cemaat'in daha da sert karşılık vermesine sebep oldu! Polis operasyonları durmadı, Gülen sükünetini kaybedip okyanus ötesinden beddualar yağdırmaya başladı. Görmediyseniz görün, hiç değilse gülersiniz! (Bu yazıyı yazdığımdan beri klip You Tube'dan kaldırıldlğı için alternatif adres veriyorum.)
http://videonuz.ensonhaber.com/izle/fethullah-gulen-den-sert-yolsuzluk-aciklamasi
Türkiye Cumhuriyeti'ni tertiplerle dize getirmeye çalışan bu adam mıydı? Yazıklar olsun!
Biraz daha eğlenmek isterseniz bir de bu "efekt ilaveli" versyon var. (Bu da You Tube'dan kaldırıldığı için alternatif bir adres.)
http://www.baskahaber.org/2013/12/fethullah-gulen-bedduas-remixli.html
Ve biz "Gezi zekâlılar" oturmuş şaşkın şaşkın seyrediyoruz. Böyle bir yılbaşı hediyesini hangimiz beklerdik ki?
21 Aralık 2013'te Kadıköy yine Her Yer Taksim, Her Yer Direniş diye çınladı. O gün yürüyenler arasında biz de vardık. Hem AKP hükümetine, hem Gülen Cemaati'ne karşı yürüdük çünkü biliyorduk ki bu hesaplaşmadan iki taraf da muzaffer çıkmamalıydı.
21 Aralık Kadıköy yürüyüşüne çağıran afiş: "Aynı oyunun figüranlarısınız!"
(Görüntü kendi objektifimden.)
Ertesi gün 22 Aralık'ta yine Kadıköy'de yapılan eylemde TOMA'lar su, polisler de gaz sıkarak "hey gidi günler" dedirtmişler, ben bu makaleyi hazırlamakla meşgul olduğum için evden çıkmamıştım, eğlenceyi kaçırdım. Ama pek biteceğe benzemiyor; ne demişlerdi? Bu daha başlangıç!
Hepinize mutlu yıllar!
Sol üstte yılbaşı resminden detaydan detaydan itibaren saat istikametinde: CNN International seyreden penguenler ve CNN TÜRK seyreden insanlar, Antarktika'yı da Taksim yapan penguenler, penguenleri Taksim'de olayların ortasına koyan bir fotomontaj (görüntü medyadan), Kadıköy'de bir duvarda direnen bir penguen (görüntü kendi objektifimden), ve eyleme gaz maskesiyle gelen, yüzgecini yumruk yapmış penguen (görüntü medyadan.)
Bebek arabası: "Biraz da kültür" dedim ve Sergei Eisenstein'ın 1925 tarihli "Potemkin Zırhlısı" filminin "Odessa Basamakları" sekansından ünlü bebek arabası sahnelerine gönderme yapmak için resimdeki basamakların dibine bir bebek arabası koydum. Aslında Gezi olaylarında çocuklar eksik değillerdi; bir şekilde insanlar onları da getiriyorlardı. Solda: Potemkin Zırhlısı filminden bebek arabası sahnelerinden biri. Ortada: 1 Haziran 2013'te Harbiye yakınında üç tekerlekli bisikleti üstünde Gezi Parkı istikametinden gelen bir küçük. (Görüntü kendi objektifimden.) Sağda: elbisesiyle burnunu gazdan korumaya çalışan bir küçük hanım. (Görüntü medyadan.)
Gökkuşağı basamaklar:
Ağustos sonuna gelindiğinde Gezi Parkı eylemleri yoğunluklarını kaybetmeye başlamışlardı; bunun temel sebebi polisin parkı ve meydanı direnişçiler için ulaşılmaz hâle getirmiş olmasıydı. Direnişçiler yeni eylem türleri üreterek direniş ruhunu canlı tutmaya çalışıyordu. Bunlardan birisi de şehrin çeşitli yerlerindeki basamakları boyamaktı. Onlar rengârenk boyadı, resmî makamlar gri boyayla üstlerinden geçti. İstanbul kısa süre bir "basamaklar düellosu" yaşadı. Sonra resmî makamlar bu inatlaşmanın gereksizliğini anlayıp geri bastılar, direnişçiler de bu küçük zaferi kazandıktan sonra yeni basamak boyama gereğini duymadılar. Sonuç: şehrimiz birkaç güzel renkli köşe kazandı. Soldaki resim: Yoğurtçu Parkı, Kadıköy, sağda, Fındıklı. (Görüntüler kendi objektifimden.)
Ağustos sonuna gelindiğinde Gezi Parkı eylemleri yoğunluklarını kaybetmeye başlamışlardı; bunun temel sebebi polisin parkı ve meydanı direnişçiler için ulaşılmaz hâle getirmiş olmasıydı. Direnişçiler yeni eylem türleri üreterek direniş ruhunu canlı tutmaya çalışıyordu. Bunlardan birisi de şehrin çeşitli yerlerindeki basamakları boyamaktı. Onlar rengârenk boyadı, resmî makamlar gri boyayla üstlerinden geçti. İstanbul kısa süre bir "basamaklar düellosu" yaşadı. Sonra resmî makamlar bu inatlaşmanın gereksizliğini anlayıp geri bastılar, direnişçiler de bu küçük zaferi kazandıktan sonra yeni basamak boyama gereğini duymadılar. Sonuç: şehrimiz birkaç güzel renkli köşe kazandı. Soldaki resim: Yoğurtçu Parkı, Kadıköy, sağda, Fındıklı. (Görüntüler kendi objektifimden.)
İlk yardım:
Çatışmalar çok sert oldu ve gönüllü doktorlar yaralılara ve gazdan etkilenenlere sokaklarda parklarda yardım etmek için çabaladılar- bu yüzden sonradan soruşturmaya da tabi oldular. Çok şiddetli çatışmalar olan, Beşiktaş'ın gaza boğulduğu 1 Haziran gecesi Dolmabahçe Bezmialem Valide Sultan Camii'nin müezzini caminin kapılarını ilkyardıma muhtaç direnişcilere açtı. O gece cami revire dönüştü. Sonraki günlerde direnişçilere sempati hisleri uyanmasının önüne geçmek için başbakan Erdoğan yine din kartını oynayarak "camiye ayakkabıyla girdiler, içki içtiler" gibi nerdeyse çocukça, ama dindar kesimde etkili olabilecek bir nakarat başlattı. Ayakkabıyla girdikleri görülüyor, içki konusunda bir delil yok. Polis müezzin Fuat Yıldırım'ın ifadesini alarak başbakanın "içki" iddiasını destekleyecek bir beyan aramış, ama müezzin böyle birşeye şahit olmadığını söylemiş. Hem yardıma ihtiyacı olanlara kapıyı açtığı, hem de yüksek yerden gelen beklentilere rağmen doğru beyan vermekten şaşmadığı için bu gerçek din adamı Gezi olaylarının kahramanlarının arasına girdi. Müezzin Fuat Yıldırım başka bir camiye gönderildi (Kayabaşı Hazreti Hüseyin Camii, oradan da Haliç Arap Camii.)
Görüntüler: Bezmialem Valide Sultan Camii içi, 1 Haziran 2013, sağda: Taksim'de yaralı bir gazeteci, 1 Haziran 2013.
Gezi direnişine katılan herkes Atatürkçüydü denemez, her kesimden her türlü insan vardı o kalabalıklarda! Ama AKP'nin açık tehdidi altındaki lâik Atatürk Cumhuriyeti'ni bir şekilde sahiplenenler çoğunluktaydı. Atatürk Cumhuriyeti'nin vadettiği hak ve özgürlükleri yetersiz görenler bile hep "demokratikleşmeden" dem vuran AKP'nin baskıcı idaresi ve bağnaz emelleri karşısında Cumhuriyeti açıkça destekliyorlardı. Atatürkçülük Gezi Direnişi'nin arkasındaki tek ideâl olmasa da direnişçilerin büyük kısmının ortak paydasıydı, ve Atatürk portreli ay yıldızlı bayrak en sık rastlanan görüntülerden oldu. Yukarıda Fransız Libération gazetesinin 10 Haziran 2013 sayısının ön sayfası. Manşet: "Gezi Cumhuriyeti".
Ve biz:
Genelde kendimi bir tavşan olarak çizerim; bu blog'un diğer sayfalarında rastlamış olabilirsiniz. Yeni yıl resminde kendimi gerçek dünyada gözüktüğüm gibi çizdim; bu yılbaşı resimlerini dünyanın her tarafındaki arkadaş ve tanışlara gönderiyorum ve bir çoğu tavşan espirisini bilmez, o da zaten karışık olan mesajı daha da karıştırır. Resimde eşim beni olayların merkezinden uzaklaştırıyor- çok kahramn havam yok, ki bu da doğrudur, çünkü kesinlikle kahraman değilim. Bu geçtiğimiz sene kahramanlar gördüm, kahraman nasıl birşeydir biliyorum.
Bu yeni yıl resminden dört ay önce evlilik yıldönümümüz için yaptığım resimde benzer bir tema var, hatta nerdeyse yeni yıl resminin ön çalışması gibi oldu. Ama tavşan orada tavşan!
Bu sene de böyle geçecekmiş...
"Hiç değilse sıkılmadık!"
2013 İÇİN SONSÖZ:
Bu blog'a başladığımdan beri Tayyip Erdoğan'ın AKP'siyle Fethullah Gülen'in Cemaat'i arasında bir ayrım yapmadım; operasyonlarını senelerdir o kadar ahenk içinde yürüttüler , davalarına öyle bir uyum içinde hizmet ettiler ki aynı olgunun yurtiçi ve yurtdışındaki çehresi görünümündeydiler. Başbakan Erdoğan ne zaman şürekâsıyla bir Washington seyahati yapsa heyetten parlamenterler ve yandaş işadamları Pennsylvania'da Saylorsburg'a küçük bir sıçrama yaparak Gülen Hoca tarafından kutsanmaya gider, başbakanın saygılarını iletirlerdi. Başbakan Erdoğan başkan Obama'ya Mayıs ayında son ziyaretini yapıp fotoğrafçılara nikâh tazeleme pozları verdiğinde, başbakan yarımcısı Bülent Arınç Pennsylvania'ya ümre ziyaretini yapmış ve yoğun gündemi dolayısıyla şahsen gelemeyen başbakanın mazeretlerini bildirmişti. (Bu dış gezi 19 Mayıs bayramına da "tesadüf" etti, rastlantının böylesi! O gün milli bayramımız, beklendiği gibi, AKP'ye karşı bir gövde gösterisine dönüşmüş, hem kaldırılan "TC", hem de Reyhanlı'daki patlama protesto edilmişti! Bkz."Samsun'a Gidiş", 4 Ağustos 2013.
AKP ile Gülen cemaati arasında uyumsuzluklar başgösterdiğine dair rivayetler çıkmaya başlayınca da çok ciddiye almadım. Sıkı işbirliği içindeki ortaklar eninde sonunda tekrar anlaşırlar, en azından ağababaları ABD "anlaşın, yoksa..." der ve beyzbol sopasını gösterir diye düşündüm. Zamanında Ergenekon ve Balyoz düzmeceleriyle AKP'ye o kadar yardımcı olan Cemaat medyası hükümeti açıkça eleştirmeye başlayınca bile bu kardeş kavgasının arkasının geleceğine inanmadım.
Derken 17 Ağustos 2013'te yeni tutuklama dalgaları basına yansıdı, ama bu sefer hedef Ergenekon ve Balyoz tertiplerinde olduğu gibi Atatürkçü-lâik kesim değildi. Polis dalga dalga AKP'ye yakın isimleri hedef almıştı. (İçişleri bakanı Muammer Güler'in oğlu Barış Güler, ekonomi bakanı Zafer Çağlayan'ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, ve çevre ve şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın oğlu Oğuz Bayraktar). Yatak odalarında yüksek miktarda nakit para bulunmuş, dinlenen telefon konuşmaları yolsuzluk ve rüşvete işaret ediyormuş. Tutuklular arasında büyük müteahhitlik şirketlerinin sahipleri de vardı, bunlara İstanbul'un en canavar çokkatlı yapılarını inşa eden Ali Ağaoğlu da dahildi. Tutuklananlar arasında önemli bir isim de devlet bankası Halkbank'ın genel müdürü Süleyman Aslan'dı. Sonunda üç bakan istifa etmek durumunda kaldı, şahsen rüşvet almakla itham edilen Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış eli varıp kendi istifa edemeyince bakanlıktan azledildi.
(Egemen Bağış 2020 olimpiyatlarının İstanbul'da yapılması kampanyası kapsamında CHP'lilere "Gezi Zekâlı" demişti- 20 Ağustos 2013. Çok beğendiği bu ince espiriyi Frankfurt'ta yandaş gurbetçilere yaptığı bir konuşmada, kendisini protesto eden gençleri kasdederek, tekrar etmişti- 27 Ekim 2013. Şimdi kimsenin zekâsı hakkında fazla yorum yapmıyordur!)
Giden bakanlar karşısında şimdi şu sözleri söylemeden edemeyeceğim, sırf içim soğusun diye; sanırım yaşadığımız iç daraltıcı senelerden sonra buna hakkım var:
Daha karpuz kesecektik!
(Ohhhhh!)
Cemaat'in gazetesi Taraf o zamanlar AKP'nin tam destekçisiydi ve Ergenekon ve Balyoz gibi tezgâhların kurulmasında ana oyunculardan biriydi. Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner 29 Temmuz 2011'de "personelinin hak ve hukukunu koruma sorumluluğunu yerine getiremediğinden" istifa etmiş, Kara Kuvvetleri Komutanı Erdal Ceylanoğlu, Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Hasan Aksay, Deniz Kuvvetleri Komutanı Erdal Uğur Yiğit de onu takip etmişti. 30 Temmuz 2011'de Taraf gazetesi olayı bu nüktedan manşetle bildirmişti.
Tutuklama dalgalarının Ergenekon dalgalarıyla benzerliği şaşırtıcı- lâik Cumhuriyet'in aydınlarına düzenlennen operasyonlarla aynı ele, aynı ağa, polis ve adalete sızmış ve yerleşmiş aynı kadroya işaret ediyor. Hele bu kadronun içinde Ergenekon savcısı Zekeriya Öz'ün adının çıkması neredeyse komik, zamanının zehirzemberek savcısının şimdi AKP'yi hedef alması ve AKP hükümeti tarafından hemen davadan el çektirilmesi daha da komik. Anlaşıldığına göre Ergenekon, Balyoz ve benzeri düzmeceler gibi bu da bir Cemaat operasyonudur ve büyük ihtimâlle arkasında ABD vardır. Bu defa baskınlarda bulunanlar CD'ler ve gömülmüş silahların yerlerini gösteren krokiler değil, deste deste paralar! Soruşturma devam ederken fikir yürütmek yanlıştır ama şunu söylemek gerek: bunun bir ABD-Cemaat operasyonu olması, aslı olmadığının kanıtı değildir. Bir ihtimâl bu güne kadar göz yumulan birşeyler şimdi eskimiş ve kontrolden çıkmış kuklaları değiştirmek için ifşa edilmektedir.
Başbakan Erdoğan kişiliğinden bekleyeceğimiz şekilde tepki gösteriyor: bağırarak ve tehdit ederek! Eski pîri Fethullah Hoca'yı açıkça tehdit ediyor, polise ve yargıya sızarak "devlet içinde devlet" kurmakla suçluyor, yani Cumhuriyet'i yıkmak için kendi bilgisi dahilinde yapılmış olan şeylerin aynı- tek farkla ki şimdi hedef kendisi! Etme bulma dünyası işte! Hasarı asgariye indirmek ümidiyle başbakan hemen komiserlerin, savcıların yerlerini değiştirmeye başladı. Suç ortakları sır ortaklarıdır, gevezelik etmelerinden korkulanların ortadan kaldırıldığını görmeye başlarsak şaşmamalı. (21 Aralık 2013'te Ankara'da polis komseri Hakan Y. arabasının içinde başından vurulmuş bulundu. 20 Aralık'ta polis memuru Halil İbrahim Talas aynı şekilde şakağından vuruldu, "intihar" dendi. Kimbilir?) Başbakan Erdoğan, düne kadar Türkiye içinde bir umumi vali edasıyla dolaşmasından, güneydoğumuza giderek "açılım sürecini" denetleyip fikir yürütmesinden rahatsız olmadığı ABD elçisi Francis Ricciardone'yi üleden kovmakla tehdit edecek kadar ileri gidebildi.
Başbakanın Mayıs ziyaretinde Beyaz Saray'da geçirdiği pembe günler artık çok uzaklarda kalmışa benzer!
Başbakan'ın polis ve yargı içerisindeki Cemaat yapılaşmasına karşı harekete geçmesi, Cemaat'in daha da sert karşılık vermesine sebep oldu! Polis operasyonları durmadı, Gülen sükünetini kaybedip okyanus ötesinden beddualar yağdırmaya başladı. Görmediyseniz görün, hiç değilse gülersiniz! (Bu yazıyı yazdığımdan beri klip You Tube'dan kaldırıldlğı için alternatif adres veriyorum.)
http://videonuz.ensonhaber.com/izle/fethullah-gulen-den-sert-yolsuzluk-aciklamasi
Türkiye Cumhuriyeti'ni tertiplerle dize getirmeye çalışan bu adam mıydı? Yazıklar olsun!
Biraz daha eğlenmek isterseniz bir de bu "efekt ilaveli" versyon var. (Bu da You Tube'dan kaldırıldığı için alternatif bir adres.)
http://www.baskahaber.org/2013/12/fethullah-gulen-bedduas-remixli.html
Ve biz "Gezi zekâlılar" oturmuş şaşkın şaşkın seyrediyoruz. Böyle bir yılbaşı hediyesini hangimiz beklerdik ki?
21 Aralık 2013'te Kadıköy yine Her Yer Taksim, Her Yer Direniş diye çınladı. O gün yürüyenler arasında biz de vardık. Hem AKP hükümetine, hem Gülen Cemaati'ne karşı yürüdük çünkü biliyorduk ki bu hesaplaşmadan iki taraf da muzaffer çıkmamalıydı.
21 Aralık Kadıköy yürüyüşüne çağıran afiş: "Aynı oyunun figüranlarısınız!"
(Görüntü kendi objektifimden.)
21 Aralık 2013 Kadıköy yürüyüşü, Bahariye Caddesi.
(Görüntü kendi objektifimden.)
Ertesi gün 22 Aralık'ta yine Kadıköy'de yapılan eylemde TOMA'lar su, polisler de gaz sıkarak "hey gidi günler" dedirtmişler, ben bu makaleyi hazırlamakla meşgul olduğum için evden çıkmamıştım, eğlenceyi kaçırdım. Ama pek biteceğe benzemiyor; ne demişlerdi? Bu daha başlangıç!
Hepinize mutlu yıllar!
(Görüntü medyadan.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder