TÜRKÇE (For English text please scroll down.)
Bu makale iyice gecikti. Sıhhiye’deki büyük 19 Mayıs
buluşmasıyla ilgili olacaktı, Ağustos’a geldik, ancak yayınlıyorum. Gezi Parkı
olayları araya girince yarım kalmıştı, 5 Ağustos Pazartesi günü Silivri buluşmasından evvel hazır olmasını istedim.
Sıhhiye Meydanı, Ankara, 19 Mayıs 2013. Asfaltı üstü çok sıcaktı, kalabalıklar gölgelerde!
(Görüntü kendi objektifimden.)
19 Mayıs bir yolculuğun bayramıdır.
1878’de İskoçya’da küçük bir yük gemisi denize
indirilmişti; Torocarderto ismiyle bir
müddet İngiliz bandırasını dalgalandırdıktan sonra 1883’te Kymi adıyla Yunan bayrağını çekti. 1889’da yine el değiştirerek son
milliyetini aldı: bundan böyle 1924’te hizmetten çıkarılıncaya kadar hilâl ve yıldızlı
kırmızı Osmanlı/Türk bayrağını dalgalandıracaktı. Yeni ismi Panderma oldu; 1910’da bu isim Marmara
kıyısındaki şehrimizin adının Türkçe telaffuzuna uydurularak Bandırma şeklini aldı.
(Görüntü medyadan.)
16 Mayıs 1919’da bu gemiye heyetiyle birlikte Mustafa
Kemal isimli bir Osmanlı generali bindi. Gemi 41 yıllıktı, paşa 38 yaşında. Paşa yenik düşmüş, işgâl
altında bir ülkenin subayıydı. Bir teftiş ve denetleme göreviyle yola
çıkıyordu, görev tanımlarında işgâle karşı oluşan hareketleri durdurmak,
silahsızlandırmak, etkisizleştirmek de vardı.
Daha bir gün önce Yunanlılar
İzmir’e çıkmıştı. Oysa Yunanistan harp boyunca Osmanlı Devleti’yle doğrudan bir
çatışmaya girmemişti, onlara Batı Anadolu’yu verecek olan Sèvres anlaşması ise ancak bir sene üç ay sonra imzalanacaktı (10 Ağustos 1920).
Hepimizin bildiği gibi gemi 19 Mayıs 1919’da Samsun’a
vardı, Mustafa Kemal Paşa karaya çıktı- ve verilen göreve uymadı! İşgâle
karşı oluşan mukavemet hareketlerini etkisizleştirmedi, bilâkis birleştirdi. Ve
tabii bu da Osmanlı ordusunda askerlik mesleğine son vermesini zorunlu kıldı (9
Haziran 1919).
Çok güçlü bir kişiliği olmakla birlikte Mustafa Kemal
mukavemet hareketine uygar ve demokratik bir halk hareketi görünümünü verdi;
zorbalık değil ikna gücü kullandı. Çevresine toplananlar sınırlı hedeflerle yetinmeye
razıyken Mustafa Kemal hiç birinin hayâl edemeyeceği başarıların olabilirliğine
onları ikna edebildi. Delegeler seçildi ve ülkenin dört bir yanından toplandı, kongreler yapıldı (Erzurum, 27 Haziran- 7 Ağustos 1919, Sivas,
4-11 Eylül 1919), heyetler kuruldu, Mustafa Kemal Bey
Heyet-i Temsiliye Reisi seçildi.
Mustafa Kemal Bey Sivas Kongresi'nde, Eylül 1919.
Derken İstanbul’daki işgâl güçleri bilmeden büyük bir
yardımda bulunduları: İstanbul’daki zaten işlevi kalmamış olan Heyet-i Temsiliye’yi
feshettirdiler- tarih 11 Nisan 1919. Artık işgâl altındaki İstanbul’un dışında
yeni bir meclis kurulmasına kimsenin itirazı olamazdı. İki hafta geçmeden
Ankara’da yeni bir meclis kuruldu- 23 Nisan 1920! Bu yeni Meclis Hükümeti’nin
başına- meclis delegelerinin seçimiyle- yine Mustafa Kemal Bey getirildi.
Meclis Hükümeti, 1911 Trablus savaşı’ndan beri aralıksız
savaş ve yenilgi görmüş bir ülkenin zayıf kaynaklarıyla yeni bir mücadeleye hazırlanmaya
başlandı. Kuvva-yı Milliye adıyla
yeni bir düzenli ordu kuruldu.
Bu gelişmeler olurken İstanbul hükümeti ülkenin
kalan kısımlarını da parçalayan, milli egemenliği tamamen teslim eden Sèvres
anlaşmasını imzaladı (10 Ağustos 1920).
Sèvres anlaşmasına göre batı Anadolu'yu da içine alan Büyük Yunanistan. Anlaşma 10 Ağustos 1920'de imzalanmıştı. Yunanlılar bu tarihten çok önce, 15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıkmışlardı. Üst soldaki beyefendi Yunan Başbakanı Venizelos'tur ve portrenin etrafında zafer sembolü olan defne dalları vardır. Oysa Yunanlılar 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlılarla bir silahlı çatışmaya girmemişler, savaş meydanında bir yenilgiye uğratmamışlardı. Ayrıca Yunan işgali, burada göründüğünden çok daha içerilere yayılmıştır.
Kuvva-yı
Milliye güçleri 9 Eylül 1922’de Yunanlıları İzmir’e kadar sürüp
oradan da çıkarıncaya kadar savaştılar. Artık birinci dünya savaşının galipleri,
Türklerle yeniden masaya oturmaya hazırdı.
Ressamı bilinmeyen bu güzel illüstrasyon, Ağustos 1922'de Büyük Taarruz sıfyonkarahisar'da süngü hücumu için siperlerinden çıkan Kuvva-yı Milliye askerlerini gösteriyor.
11 Kasım 1922 Mudanya mütarekesi
silahları susturdu. İlginç detay: bu mütarekeyi Yunan tarafı hiçbir zaman imzalamadı, belgede
onların yeri halâ boştur. Müttefikler onlar namına imzalamış, yenilgilerini
onlar adına kabul etmiştir. Yunanlılar savaşmadan, bir anlaşmaya dayanmadan “gayrıresmi”
girdikleri Anadolu’dan yine bir belgeye imza koymadan, “gayrıresmi” yoldan
çıkmışlardı.
Ankara’daki Meclis Hükümeti zaferini 24 temmuz 1923’te
bütün Türk halkı adına imzaladığı Lausanne anlaşmasıyla taçlandırdı; Türkiye
yine tam bağımsız ve egemen bir ülke olmuştu, ve bu ülke ve halkını artık Ankara’daki
Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil ediyordu. İstanbul’da Padişah hükümeti işlevselliğini yitirmiş, artık tarih sahnesinden çekilme vakti gelmişti. Üç ay
sonra 29 Ekim 1923’te Meclis’te Cumhuriyet ilan edildi, Mustafa Kemal ilk
Cumhurbaşkanı seçildi. 624 senelik Osmanlı döneminin yeri artık tarih
kitapları, bıraktığı eserler, gelenekler, hikâyeler, masallar olacaktı-
büyük bir kültürel miras, ama artık asla bir ideoloji değil! Türkiye
Cumhuriyeti’nin resmi sloganı (“motto”) olan Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir deyişi yeni Türkiye’yi
özetliyordu: artık Türk milleti ne bir hanedanın kulu, ne yabancı bir
ülkenin sömürdüğü halk, ne de bir din devletinin şeriat hukukunun esiri olmayacaktı.
Kısa süre sonra son padişah VI. Mehmet Vahdettin 17 Kasım 1923’te İngiliz
savaş gemisi HMS Malaya ile ülkeyi
terketti. Beraberinde haremi ve en küçük oğlu Ertuğrul vardı. (İlk Osmanlı
padişahının babası ve son padişahın oğlu aynı ismi taşıması ilginç bir
tesadüf.) Önce Malta’ya, oradan Mekke’ye giden eski sultan, nihayet İtalya’da
San Remo’ya yerleşti ve günlerini orada bitirdi. Vefatı 16 Mayıs 1926, yani Bandırma’nın tarihi seferine çıktığı
günün yıldönümü!
Mustafa Kemal kalan yıllarını ülkesini geliştirmeye,
halkını aydınlatmaya, özgürleştirmeye adadı. Devrimleri biliyoruz, bu
devrimlerden biriyle, 2 Temmuz 1934’te uygulamaya konan “soyadı devrimi”’yle de
onu bütün dünyanın tanıdığı soyadını aldı: 2 Kasım 1934’te Türkiye Büyük Millet
Meclisi kararıyla kendisine “Atatürk” ismi verildi.
Devrimler Türk toplum hayatının her yönünü etkiledi; bir
Müslüman halk için en çarpıcı devrim de kadınlara verilen özgürlük, eşitlik,
seçme ve seçilme hakkıydı.
Atatürk 10 Kasım 1938’de aramızdan ayrılırken
geriye kendine güvenen, tamamen gençleşmiş bir millet bıraktı- 16 Mayıs 1919’da
paslı bir gemiyle belirsiz bir geleceğe doğru demir alarak başlayan yolculuk,
muhteşem bir şekilde sonuçlanmıştı.
Bugün milletin gözünü Osmanlı hayâlleriyle boyayan,
yeniden sömürgeleştiren, milli hakimiyet yerine tam itaati, medeni hukuk
yerine şeriatı, kadın erkek eşitliği yerine haremli selâmlıklı erkek
hakimiyetini ortaya süren, Atatürk Cumhuriyeti'ni itibarsızlaştıran,
kazanımlarını tek tek elden çıkaran, satan, savuran, “seçimle geldik” diye
halkın yarısını öbür yarısıyla tehdit eden, dediğim dedik, “beni dinlemeyeni
ezerim” diyen, yolunu açmak için düzmece davalarla insanları senelerce içeride
tutan bir hükümetimiz var. Ve Cumhuriyeti tasfiye etme programı içinde milli
bayramlarımızı unutturmak, unutmazsak da yasaklamak var.
Bunları görmek,
çaresizce seyretmek, Başbakan Erdoğan’ın aşağılayıcı kabadayı tavrıyla
hakaretlerine maruz kalmak beni ve benim gibileri çileden çıkarıyor.
Kaçamıyorsun ki, evde televizyonu açmasan sokakta karşına çıkıyor! Bundan alâ
provokasyon mu olur?
2012’de 19 Mayıs kutlamalarına kısıtlamalar gelince, ben
artık bu blog sitemi başlatmaya karar verdim. 19 Mayıs, benim seyrüseferimin de
başlangıcı olacaktı. 3 mayıs 2012’de bir sunuş yazısı yayınladım, ikinci yazım
18 Mayıs 2012’de, yaklaşmakta olan 19 Mayıs’la ilgiliydi (Bkz: “19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı”, 18 Mayıs 2012).
19 Mayıs’ta eşimle bayraklarımızı
alıp çıktık. AKP’ye inat, o gün birçok yerde kutlama olacaktı, biz TGB’nin organize
ettiği İstiklâl Caddesi- Dolmabahçe yürüyüşünü seçtik. O gün TGB’li gençleri
ilk defa yakından gördük, cesaret ve azimlerinden ilk defa o zaman etkilendik-
ve o gün bu gün etkilenmeye devam ediyoruz! Sonra Bağdat Cadde’sine geçtik ve
kalan kutlamacılara katıldık (Bkz: “19 mayıs’ı Kutladık, Hem De Ne Biçim!”, 20
Mayıs 2012). O günden hoş bir anı: Beyoğlu’na doğru giderken Kadıköy
iskelesinde aynı yere giden bir grup gördük ve aralarına karıştık. Vapura
binerken grup “Kaptan gemiyi Samsun’a götür” diye hep bir ağızdan bağırmaya
başladı- ve kaptan da düdüğüyle cevap verdi!
19 mayıs 2012, İstiklâl caddesi. TGB'lşi gençler kendi yaptıkları Bandırma gemisi maketiyle.
(Görüntü medyadan.)
Bu sene 19 Mayıs’ta Ankara’da Sıhhiye’de toplanma için
çağrı yapıldı. Çağrıyı yine Ulusal
Kanal, Aydınlık Gazetesi, İşçi
Partisi ve TGB yaptı. Hedeflerinden şüphe duyduğum CHP ise izah eilmez bir
şekilde Tandoğan’a çağrı yaparak birliği böldü- neyse!
(Görüntü kendi objektifimden)
Milli Eğitim Bakanlığı tedrisatından çıkartılmış olan Gençliğe Hitabe; Sıhhiye Meydanı'ndaki üst geçitten sarkıtılmıştı.
(Görüntü kendi objektifimden.)
Kimlik tartışmalarına ve Türk sayılmaktan gocunan Kürt kardeşlerimizin tezine antitez! Yine Sıhhiye meydanındaki üst geçitten!
(Görüntü kendi objektifimden.)
Güneş yakıcıydı, asfalt cayır cayırdı ve kutlamaya
katılanların bir çoğu gölgelere kaçtığı için meydan çok dolu görünmüyordu. Anıt
Kabir’e yürüyüş başlayınca insanlar sığındıkları köşelerden caddelere aktı ve
kalabalığın gerçek boyutu görüldü. Polis ne bir engellemede bulundu, ne de yol
kesti, onun için bir çatışma, bir tatsızlık olmadı. Ulus meydanındaki Cumhuriyet
bayramı rezaleti, inanılmaz şekilde güzergâhın kapatılması yüzünden olmuştu
(Bkz. “Cumhuriyet Bayramı’nda Ne Gördüm”, 1 Kasım 2012). Aybaşında İstanbul’da
1 Mayıs göstericilerinin Taksim meydanına çıkmaları engellenince de sert
çatışmalar olmuş, gün ağır yaralanmalarla sonuçlanmıştı (Bkz. “Bugün 1 Mayıs”, 1
Mayıs 2013). Aynı gün Ankara’da göstericiler bir engelle karşılaşmamış, gün
olaysız geçmişti.
Halkın sokaklarda olduğu günlerde başbakanımız Türkiye’de
olmayı pek istemez; 19 Mayıs 2013’te ABD’de yakın arkadaşı Başkan Obama’nın
misafiriydi.
Sevgi bağı okyanusları aşar: Başbakan Erdoğan ve Başkan Obama Beyaz Saray'da nikâh tazeliyorlar. Gezi Parkı olaylarına sadece günler var!
(Görüntü medyadan.)
Başbakan'ın Başkan Obama'ya yaptığı devlet ziyareti sırasında Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da devletlü Fethullah Gülen hocaefendiye bir ziyaret yaptı; başbakanımızın selâmlarını da götürmeyi ihmâl etmedi. http://www.ntvmsnbc.com/id/25444409/
O devlet ziyaretinden ilginç bir detay: Georgetown Üniversitesi Psikoloji Bölümünden Prof. Fathali Moghaddam, Emine Erdoğan’a son kitabını hediye etmiş. Başlığı: Diktatörlüğün Psikolojisi.
Emine Erdoğan hediye kitabı iftiharla gösteriyor: "Diktatörlüğün Psikolojisi".
(Görüntü Medyadan.)
Belli ki Sn. Erdoğan kitabın sayfalarını karıştırıp biraz
feyz almaya vakit bulamamış; iki hafta geçmeden patlak veren Gezi Parkı olaylarında takındığı
megaloman despot tavırlarıyla başkaldırının ülkenin her tarafına yayılmasında en
önemli rolü oynadı. (Ve Kuzey Afrika'da bir dizi ziyarete gitti!)
5 Ağustos Pazartesi günü içimize kanser olan Ergenekon
yargı süreci nihayetine erecek ve kararlar açıklanacak. Vicdan sahibi
vatandaşlara çağrı yapıldı ve yine Silivri
toplama kampı önünde biraraya gelip yargılananlara destek vermeleri istendi. Şeker
bayramından üç gün önceki Pazartesi gününe konan bu son celse, birçok
vatandaşın güney sahillerine gitmiş olacağı bir zamana da rastlıyor.
Fakat AKP’nin
korkusu büyük olmalı; bu sefer başka türlü bir engelleme ve sindirme yoluna girdiler. Mahkeme salonuna bu sefer seyirci alınmayacağını bildirdiler- aile yakınları bile olamayacak! Oraya gidilmemesi yolunda telkin yapıldı, hatta yasaklandı. 3
Ağustos Cumartesi günü baskın, arama ve tevkiflerle, gece İstiklâl Caddesi'nde tazyikli su, gaz ve plastik mermilerle Pazartesi’nin ateşini daha
Cumartesi’nden tutuşturdular, tam diktatörce bir mantıkla (Bkz: “Silivri’de
Sıcak bir Gün Geliyor”, 3 Ağustos 2013). Anlaşılıyor ki kararlar zaten verilmiş, açık alanda güneşin altında bekleyen kalabalığın kararları duyunca neler yapabileceğinden korkuyorlar!
İstiklâl Caddesi, 3-4 Ağustos gecesi: bu araç sokakları temizlemiyor, kimyasal karıştırılmış basınçlı suyla as sayıdaki göstericinin alevini yangına çevirmeye çalışıyor!
(Görüntü medyadan.)
Ama yüzbinler orada olmaya kararlı; onlar artık külüstür,
pusulası bozuk Bandırma gemisinin
güvertesindeler, arkasında Türk bandrası dalgalanmakta, ve gemi çoktan limandan
ayrılmış (...O Gemi, O Karadeniz...). Bir zamanlar gerçekleşmiş olan bir
mucizeyi bir kere daha gerçekleştirebilmek için yoldalar. Çünkü yıllar önce cesur ve
kararlı bir insan, bunu yapabilecek bir millet olduğumuzu kanıtlamıştı!
Videoklip:
Ankara, 19 Mayıs 2013.
(Tarihi görseller, ve kendi objektifimden görüntüler.)
Videoclip:
May 19th 1013 in Ankara.
(Old documentation plus images from my own camera.)
ENGLISH
The footnote links do not work; you will have to scroll down to to the footnotes for expanded information. Opening the blogsite on two seperate windows and keeping one on the footnotes will make it easier to go back and forth. Sorry for the inconvenience, I'm no expert!
Other links should work.
The footnote links do not work; you will have to scroll down to to the footnotes for expanded information. Opening the blogsite on two seperate windows and keeping one on the footnotes will make it easier to go back and forth. Sorry for the inconvenience, I'm no expert!
Other links should work.
This is an article that is running very late! It is about
the great May 19th meeting in Sıhhiye, Ankara. And this is August already!
At Sıhhiye square, Ankara, May 19th, 2013. Boy, it was hot on the asphalt!
(Image from my own camera.)
I have repeatedly mentioned here
on this blog how our national values have been systematically discredited by
the AKP government.[1]
This includes the subtle suppression of national holidays through transparent
pretexts, which they and their masters ill-advisedly imagined would go through
quietly.[2] The supressed national occasions
naturally became showdowns between a fundamentalist-Islamist government and
patriotically-inclined citizens.
Though the first defiant celebrations were
held with Victory Day on August 30th, 2011 and Republic Day, October 29th,
2011, the first great outburst came on May 19th, 2012, with hundreds of
thousands taking to the street.
There had certainly been calls to action- by the
opposition CHP, by the activist İP, by the defiant Aydınlık Newspaper and the sattelite-only Ulusal television, by the brave youths of the TGB, the ADD and more.[3] But none of these entities
can be labeled agitators; they were answering a need, channeling a frustration
that had been welling up over the years. The greatest provocateur was, and still is, the AKP government and its prime
minister Erdoğan whose every word seems calculated to infuriate, and to ignite a revolution.
May 19th commemorates a fateful journey by ship.
The ship was a small freight steamer named Bandırma, already forty one years at the
time of the journey. Built in Scotland, it was launched in 1878, flying the
British ensign as the SS Torocarderto
until it changed hands in 1883, sailing under the Greek flag as the SS Kymi. It changed hands again in 1889, now
with the Ottoman/Turkish flag flying from the stern and renamed Panderma, the original Greek name of the
Ottoman city of Bandırma in Western Anatolia. In 1910, the name was Turkified
to Bandırma. She was ever to fly the
Turkish flag, until she was
decommissioned in 1924.
SS Bandırma at port.
(Image from the Media.)
When the thirty eight year old general Mustafa Kemal
boarded the ship with his staff on May 16th, 1919, he was an officer of a
defeated nation, under the occupation of the victorious allies.[4] Mustafa Kemal Pasha was
ostensibly going to Anatolia as an inspector of an obsolete army; his duties
included pacifying and disarming potential pockets of resistance to allied
occupation.
The ship arrived in the Black Sea port of Samsun on May
19th, 1919, and Mustafa Kemal completely disregarded his assigned duties,
organizing rather than pacifying the resistance to occupation- and doing this with a scope
that surpassed the hopes and cautious expectations of all who slowly gathered
around him. His actions naturally cost him his status as an officer, which he
reluctantly gave up in July 9th 1919.
Even though Mustafa Kemal had a singularly powerful
personality, the resistance movement he organized bore all the hallmarks of a
civilized, democratic movement of the people. Two congresses were held with
delegates from all over the country (The first in Erzurum July 27th- August 7th
1919 , the second in Sivas, September 4-11, 1919), with Mustafa Kemal, resigned
Ottoman general, elected Chairman of the Congress.
Mustafa Kemal at the Sivas congress, September 1919.
The Allies in Istanbul
unwittingly played into the hands of Kemal’s nationalist resistance by
dissolvining the already ineffective parliament in Istanbul on April 11th,
1920. There could no longer be any reasonable objection to the convening of a
new national parliament in Ankara on April 23rd, 1920. Mustafa Kemal was
elected head of this new “government of the parliament”.[5]
With the scarce resources of a country enfeebled by years
of warfare and defeat, the new “government of the parliament” prepared for
further armed conflict, assembling and training men to muster its own “Nationalist Forces” (Kuvva-yı Milliye) In the meantime, the Sultan’s government
signed the humiliating treaty of Sèvres on August 10th, 1920, acquiescing to
the dismemberment of what was left of Turkish lands and surrendering all claims
of the Turkish nation to an independent, sovereign state.
Greater Hellenic Kingdom expanding into Western Anatolia in accordance with the Treaty of Sèvres. The treaty was signed on August 10th, 1920, the Greeks had already jumped the gun by more than a year when they occupied İzmir on May 15th, 1919. The gentleman in the vignette, upper left, is Greek prime minister Venizelos. He is surrounded by a victors' laurels, though Greece had not fired a shot against Turkey to win its prize. Greece moved in far deeper into Anatolia than indicated on this map.
The “Nationalist Forces” waged war until 1922, with
Mustafa Kemal appointed commander-in-chief by the parliament during the final
phase. On August 26th, 1922, a great surprise offensive was launched against
the Greeks who had by then penetrated deep into Anatolia and settled.
By September 9th they were routed, and İzmir was retaken. The allies were now willing to renegotiate. The Armistice of Mudanya of October 11th 1922 ended hostilities, with the Turks as the clear victors.[6]
A fine illustration by an unknown artist of soldiers of the Turkish "nationalist forces" leaving the trenches for a bayonet attack near Afyonkarahisar, August 1922..
By September 9th they were routed, and İzmir was retaken. The allies were now willing to renegotiate. The Armistice of Mudanya of October 11th 1922 ended hostilities, with the Turks as the clear victors.[6]
The Government of the Parliament in Ankara crowned its
victories with the Treaty of Lausanne on July 24th, 1923, which not only
reinstated Turkey as a fully independent sovereign state, but also acknowledged
Mustafa Kemal’s Government of the Turkish Parliament as the sole authority to
speak for that state. The government of the Sultan of the Ottoman dynasty had
been sidetracked! Three months later, on October 29th, 1923, the Government of
the Parliament in Ankara declared the Turkish Republic, bringing the 624 year
Ottoman era to a close. Sultan Mehmet VI Vahdettin slipped quietly out of the
country on the British battleship HMS
Malaya on November 17th, 1923.[7]
The Parliament elected Mustafa Kemal the first President of the newborn Republic. He
dedicated the rest of his life to transforming his country into a modern
civilized democratic society, a secular Republic no longer ruled by religious
law, a free people no longer the subjects of a dynasty.[8] Every aspect of Turkish
life was touched, not the least of which was full equal rights to women,
including the right to vote and stand for election. When a new law requiring
surnames was introduced in 1934 (effective July 2nd), Mustafa Kemal was awarded
the surname “Ataturk”- “father of the Turks”.[9]
When Ataturk passed away
on November 10th, 1938, he left a confident, rejuvenated nation- the conclusion
of a splendid journey that started on that May 16th, in 1919, when he boarded a
rusty steamship and set out into the uncharted waters of the future.[10]
The Father of the Nation visiting İzmir Senior High School for Girls, 1931.
May 19th, the day he and his staff disembarked in Samsun
has been regularly observed as a national holiday until the AKP initiated its
program of containing and cancelling national occasions and holidays.
Like many others, I watched the AKP wreak havoc with the
Turkish Republic, its institutions, it’s people, with mounting frustration.
With the approach of May 19th, 2012, sickened as ever by Prime Minister Erdoğan’s
abusive talk regarding our national occasions and the ideals of the Republic, I
decided to launch a blog to coincide with that date. Setting out on my journey
on the same date Mustafa Kemal set out on his. My first blog, a starter, was on
May 3rd, 2012, my first blog regarding the upcoming May 19th was on May 18th
(see: “May 19th, Celebrating at All Costs”).
On May 19th, myself and my wife
set out, flags in hand. There was a large selection to pick from; many groups
would defy the government by celebrating anyway. We picked the TGB’s march from
the Pera (Beyoğlu) district through Taksim square down to the coast at
Dolmabahçe, and it was a good choice. It was the first time we saw the TGB
close at hand and we were impressed by their dedication and courage. Then we
went back across the Bosphorus for some late celebration with the stragglers on
Bağdat Street. (See: "We Celebrated May 19th, And How”, 20 May-Mayıs 2012.) An
interesting anecdote from that day: en route to the march, we went to the piers
at Kadıköy, where we saw and joined a group of marchers. While boarding the ferry,
they started chanting “captain, take this ship to Samsun”! And the captain tooted in response!
May 19th, 2012, İstiklal Caddesi , Pera (Beyoğlu), İstanbul. For their march, the TGB youths had built a model of the ship Bandırma.
(Image from the Media.)
(Image from the Media.)
This year there was a call for a great rally in Sıhhiye square,
Ankara, which again brought in large crowds. The opposition CHP, whose motives I
often find suspect, split the unity of the demonstration by choosing another
locale: Tandoğan square.
One indication of the AKP's push to discredit and eventually liquidate the Republic in favor of an Islamist neo-Ottoman state has been its quiet removal of the letters TC, for Türkiye Cumhuriyeti- Republic of Turkey- from the names of government institutions. No sooner was the policy attracted the attracted the attention of the public, the reaction came. Here, on May 19th, 2013, an oversized T and C in the national colors mounted atop the steps leading to Ataturk's mausoleum in Ankara.
(Image from my own camera.)
Ataturk's "Appeal to the Youth" (Gençliğe Hitabe), long a staple of the Turkish curriculum, exhorts the youth of the future "forever to protect and defend Turkish independence and the Turkish Republic" against all adversity and even in the most unfavourable circustances. In the text, Ataturk seems to have uncannily predicted the condition of Turkey under the AKP regime. Most tellingly, the AKP removed the "Appeal" from the curriculum. Here, on we see the complete text hanging defiantly from an overpass, at Sıhhiye square on May 19th, 2013. See "The Youth", 16 December-Aralık 2012.
Again hanging from the ovarpass at Sıhhiye square, Ankara, on May 19th, 2013: Ataturk's own definition of "the Turkish Nation".
"The people of Turkey who have founded the Republic of Turkey are known as the Turkish Nation".
This non-ethnocentric definition is often quoted as a response to the demands of Kurdish seperatists, in whose name much of the de-nationalization program is being carried out- including the proposed alteration of the first four "unchangeable" clauses of the constition.
(Image from my own camera.)
The scorching heat on the asphalt drove many participants into the shade but when the time came for the march to Ataturk’s Mausoleum, the crowd reassembled in all its glory. The police did not attempt to block the route, so there was no confrontation, as there had been on October 29th 2011, Republic Day. (See: What I saw on Republic Day”, 1 November-Kasım 2012.)[11] Prime Minister Erdoğan always seems to be outside the country when the streets get crowded; this time he happened to be meeting his good friend President Obama in Washington, being dined but perhaps not wined (alcohol is not for pious Muslims like he) in the White House.
A romance that defies oceans! Erdoğan and Obama renewing their vows at the White House.
The Gezi uprising is only days away!
(Image from the media.)
During that state visit, deputy prime minister Bülent Arınç did not neglect to undertake the four to five hour drive from Washington DC. to a certain Pennsylvania ranch to pay recpects to the stately Fethullah Gülen, moderate Islam guru who played such a central role in the US/Globalist plan for the transformation of Turkey; and still does apparently. The prime minister, too busy to make the pilgrimage himself, sent his regards.
Wonderful detail from that state visit: Prof. Fathali Moghaddam of the Department of Psychology, Georgetown University, gave Prime Minister Erdoğan’s wife Emine Erdoğan a copy of his book The Psychology of Dictatorship.
Wonderful detail from that state visit: Prof. Fathali Moghaddam of the Department of Psychology, Georgetown University, gave Prime Minister Erdoğan’s wife Emine Erdoğan a copy of his book The Psychology of Dictatorship.
Emine Erdoğan holding up the gift book The Psychology of Dictatorship.
Some people can't take a hint!
(Image from the media.)
Mr. Erdoğan obviously did not have the time to peruse the
book when the “Promenade Park” (Gezi
Parkı) events started less than two weeks later, seeing how he did
everything to fan the flames until he had a nationwide insurrection in his
hands.[12]
On Monday August 5th is the final hearing of the infamous Ergenekon trials at the infamous Silivri prison.[13] There has been a call for
all conscientious citizens have been called to gather before the prison complex
in support of the defendants- the best of the nation held on trumped up charges
as part of an involved, US-staged program to dismantle Ataturk’s secular
Turkish Republic in favor of a “moderate Islam” neo-Ottoman entity at the beck
and call of US/Globalist interests. The date is only three days before the Ramadan holiday, many families will have set off early for holiday spots on the south coast, automatically cutting down the number of potential demonstrators. But the AKP is still nervous of what may happen when the verdicts are announced. On Saturday, August 3rd the government launched an operation
of intimidation to keep people from attending, with dawn raids, searches, and
arrests- fanning the fire in true dictatorial fashion. (See: “A Hot Monday Coming Up at Silivri”, 3 August-Ağustos 2013)
Pera (Beyoğlu), Istanbul, the night of August 3rd-4th 2013. The Police hosing down demonstrators, whipping up a small demonstration into a large one.
(Image from the media.)
But thousands are determined to be there, seeing themselves already embarked on a journey on the good old ship Bandırma, flying the Turkish banner, setting out to accomplish, once again, what had been done before, because a brave and determined man had once shown us that we as a nation have what it takes!
[1] Adalet
ve Kalkınma Partisi, The “Party of Justice and Progress”- a misnomer if
there ever was one- has been holding the absolute majority in Parliament since
2002- a priviledge it has been abusing shamelessly!
[2] When I
say “their masters” I refer to US-Globalist interests who, in pursuance of a
re-arrangement of the Middle East to fit their interets, engineered the AKP’s
meteoric rise to power.
[3] The CHP,
Cumhuriyet Halk Partisi
(“Republican People’^s Party”) is the highly ineffectual major opposition
party, which mostly collaborates behind a façade of vocal opposition. The İP (İşçi Partisi, the “Workers Party”, is the Turkish Labor Party, not
represented in Parliament. The Chairman Doğu Perinçek is held in Silivri prison, one of the hundreds on trial on
trumped-up charges and fabricated evidence. His son, Mehmet Perinçek, shares
his fate. The newsspaper Aydınlık and
the Ulusal
channel, mentioned in the text; are both affiliated with the labor party,
as is the youth organization TGB- Türkiye
Gençlik Birliği, the “Union of Turkish Youth”. For more on the TGB,
this organization of courageous young people, see: “The Youth”, 16
December-Aralık 2012. ADD stands for Atatürkçü
Düşünce Derneği- “Society for Kemalist Thought”.
[4] The
Ottoman Empire end the war in defeat with the armistice of Mudros on October
30th, 1918.
The Greeks had occupied İzmir just the day before the Bandırma lifted anchor, on
May 15th, 1919, even though Greece had not entered into direct conflict with
the Ottoman Empire during the war and
the concluding peace treaty had not yet been signed.
[5] See
“April 23rd and the National Center”, 2 May-Mayıs 2013.
[6] The
Greek signature is missing from the document; in effect the Allies signed for
them. Just as they had occupied territory without any military confrontation or
written and signd treaty, they were
abandoning that same territory with no signature on the armistice. They came
and went like squatters.
[7] Accompanying him was is youngest son,
Mehmet Ertuğrul and the members of his harem. He went firts to Malta, then to
Mecca, eventually settling in San Remo, Italy, where he lived out his remaining
years until May 16th, 1926. He died on the anniversary of the day the Bandırma set out on its fateful journey.
[8] The motto of the Turkish Republic: “Sovereignity
lies unconditionally with the People” (Hakimiyet
kayıtsız şartsız miletindir) should be understood in this sense: the
Turkish people would no longer be subjects of a monarch.
[9] “Ata” is “father” in many Turkic
languages, “ancestral father” in the Turkish spoken in Turkey. Mustafa Kemal
was given this surname on November 2nd, 1934.
[10] Ataturk himself considered May 19th
his birthday; the actual date of his birth is not known.
[11] The
Mayday Rally in Ankara also went by with no incident because the Police did not
attempt to block the way of the demonstrators, whereas in Istanbul it was
marred by violence and bodily harm when the police tried to enforce orders
about keeping the demonstrators out of Taksim square. See: “Mayday Today”, 1
May-Mayıs 2013.
[12] See: “TaksimPromenade Park”, 31 May-Mayıs 2013, “Everywhere is Taksim”, 2 June- Haziran
2013, “Promenade Park Uprising Continued”, 5 June- Haziran 2013, “The WesternFront”, 11 June- Haziran 2013, “ACorrespondence”, 14 June- Haziran 2013, “Saturday in the Park”, 17 June-
Haziran 2013, “A Musical Interlude”, 27 June- Haziran 2013, “Yet More Music”, 6
July-Temmuz 2013, “Gas Man”, 8 July- Temmuz 2013.
[13] See: “Silivri”,
18 December-Aralık 2012, “Being aHero”, 17 January- Ocak 2013, “Silivri, 18-02-2013”, 25 February –Şubat 2013, “To Silivri Again”, 29 March- Mart 2013, and “Provocation:Silivri, April 8th”, 13 April-Nisan 2013.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder