TÜRKÇE
(For English text please scroll down.)
Wolfgang Amadeus Mozart’ın bizde Saraydan Kız Kaçırma olarak
bilinen (orijinal adıyla Entführung aus
dem Serail) adlı operası ilk defa 16 Temmuz 1782’de Viyana’da
sahnelenmişti. Libretto oğul Johann Gottlieb Stephanie’ye ait sayılabilir.(
Aslında besteci Johann André ve librettist Cristoph Friedrich Bretzne, daha
önce Belmont und Constanze isimli
eserlerinde aynı konuyu işlemişlerdi. Neyse- konu dışı!)
İlk gösterinin afişi.
Bu operanın bizim için
ilginç yönü, hikâyesinin Osmanlı imparatorluğunun bir köşesinde geçmesi ve 18.
Yüzyıl sonlarında Avrupalı gözüyle o zamanki Türkleri göstermesidir.
Eserde iki Türk karakteri görürüz- “Bassa Selim” (yani Selim Paşa) ve “Osmin”
(yani Osman).
Konusu kısaca şöyledir:
Korsanların kaçırdığı üç avrupalı- Constanze, Pedrillo ve Blondchen-
güçlü bir Osmanlı paşası olan Selim Paşa’ya satılmış ve kendilerini Paşa’nın
sarayında bulmuşlardır.
Selim Paşa
Constanze‘yi haremine almış, hizmetçisi Blondchen’i ise kahyâsı Osmin’e
vermiştir. Blondchen’in sevgilisi Pedrillo ise bahçede çalıştırılmaktadır.
Paşa’nın haremine alınan Constanze, Avrupa’da kalan
sevgilisi Belmonte’yi unutamamaktadır.Uygar ve ince ruhlu Selim Paşa
Constanze’nin üstüne gitmeyecek kadar duyarlıdır ve Constanze’de kendisine karşı sevgi hisleri uyanmasını
beklemektedir. (Pedrillo bu asaleti “gerçek Türk olmamak” şeklinde yorumlar.)
Osman ise Blondchen’i zorlamaktadır ve Avrupalı kadının
karşı koymasını anlayamaz. Ona göre kadın, doğal olarak erkeğin kölesidir.
Wir sind hier in der Türkei
Ich dein Herr, du meine Sklavin
“Biz burada
Türkiye’deyiz, ben senin efendin, sen benim kölem!”
Dikkafalı Avrupalı kadın bu mantıktan
etkilenmez:
Ich deine Sklavin? Noch einmal sag mir das,
noch einmal!
“Ben
senin kölen? Bunu bir kere daha söyle hele, bir kere daha!”
Osman’a göre durum gayet açık:
Hast du vergessen das dich der Bassa mir zur
Sklavin geschenkt hat?
“Paşanın
seni bana köle olarak hediye ettiğini unuttun mu?”
Blondchen bunun da altında kalmaz:
Ach, Bassa hin, Bassa her! Mädchen sind keine
Ware zum Verschenken. Ich bin eine Engländerin, und trotze jedem, der mich zu
etwas zwingen will!
“Ah,
paşa aşağı paşa yukarı! Kadınlar mal değildir ki satılsınlar! Ben bir İngiliz
kadınıyım, ve beni birşeye zorlayan herkese karşı çıkarım!”
Osman‘ın aklı almaz bu bu bakış açısını.
Bildiği dilde konuşur:
.....Ich befehle dir, mich zu lieben.
“...sana
emrediyorum, sev beni!”
Ama bu da etkilemez dikkafalı Avrupalı kadını:
Ich dich lieben? Komm nur her, ich will dir
fühlbare Beweise geben!
“Seni
sevmek mi? Gel hele buraya, sana hissedilir kanıt vereyim!”
(Burada Osman’ı yumruklamak
niyetindedir.)
Blondchen: Alexandra Kurzak, Osman: Kristinn Sigmundsson
(Görüntü medyadan.)
Bu karşılıklı atışma Osman pes edinceye kadar
devam eder. Bu güldürü sahnesi sonunda Blonchen ve Osman bir düetle ayrı dünya
görüşlerini dile getirirler.
Blondchen:
Ein Mädchen zur Freiheit geboren,
Lässt nie sich als Sklavin befehlen;
Und ist auch die Freiheit verloren,
So bleibt sie doch Fürstin der Welt.
“Özgür
doğan bir genç kadın
“Kendini
bir köle gibi emir kulu yapmaz
“Ve
özgürlüğünü kaybetse bile
“O
dünyanın prensesidir”
Düetin
ikinci sesi olan Osman halâ kendi havasından çalmaktadır:
O Engländer! Seid ihr nicht Toren,
Ihr lasst euern Weiber den Willen!
Wie ist man geplagt und geschoren,
Wenn solch eine Zucht man erhält.
“Ah
İngilizler! Aptal değil misiniz siz şimdi?
Bırakıyorsunuz
karılarınızı istediklerini yapsınlar!
Başına
nasıl bir bela almıştır
Eline
böyle yetişmiş bir cins geçen!”
Şimdi size bir soru: Osman hangi partiye
verir oyunu?
Gelelim Selim Paşa’ya. Asil ruhlu paşa,
Constanze’nin gönlünü kendiliğinden vermesini beklerken Belmonte, yani
Constanze’nin unutamadığı sevgilisi, çıkagelir. Ancak tabii ki Paşa’dan
kimliğini gizler, kendini bir mimar olarak tanıtır ve Paşa’nın hizmetine
girerek saraya sızar. Constanze’yi, ve onunla beraber Belmonte ve Blondchen’i
kaçırmaya çalışırken yakalanır. Daha kötüsü, Belmonte’nin babasının
Selim Paşa’nın başdüşmanı olduğu ortaya çıkar. En büyük düşmanının oğlu Selim
Paşa’nın avucunun içindedir.
Selim Paşa: Sag selbst, wie würde er an
meiner Stelle handeln?
Belmonte: Mein Los wäre zu beklagen.
Selim Paşa: Ich sehe, du kennst deinen Vater gut! So
will ich dir vor deiner letzten Stunde den Vater ersetzen, dass du Stolz sein
kannst auf ihn!
Selim Paşa: “Sen
söyle, benim yerimde olsa baban ne yapardı?”
Belmonte: “Acınacak
durumda olurdum.”
Selim Paşa:
“Görüyorum babanı iyi tanıyorsun. Son saatinde babanın rolünü ben oynayacağım,
böylelikle onunla iftihar edebilirsin!”
Fakat Selim Paşa’nın hiddeti uzun sürmez, aynı zamanda
Constanza’ya olan sevgisi, arzularına ağır basar.
Selim: Nun, bist du bereit, das Urteil zu hören?
Belmonte: Ja, Bassa, nimm deine Rache! Ich bin bereit,
die Tat meines Vaters mit meinem Leben zu bezahlen.
Selim: Du täuschst dich... Belmonte. Ich habe
deinen Vater viel zu sehr verabscheut, als dass ich je in seinen Fussstapfen treten
könnte. Nimm deine Freiheit, nimm Constanze. Ihr seid frei.Kehrt beide heim.
Belmonte: Herr, du beschämst mich!
Constanze: Ich danke dir, Selim!
Selim: “Şimdi,
kararımı öğrenmeye hazır mısın?”
Belmonte: “Evet,
Paşa, al öcünü! Babamın davranışının bedelini hayatımla ödemeye hazırım.”
Selim:
“Yanılıyorsun... Belmonte. Babandan o kadar nefret ettim ki asla onun ayak
izlerinden gidemem. Al özgürlüğünü, al Constanze’yi. Artık serbestsiniz,
beraberce evinize dönün.”
Belmonte: “Efendim,
beni utandırdın.”
Constanze: “Sana
teşekkür ediyorum Selim.”
Olanları almaz Osman’ın aklı. Belmonte ve Constanze ile
beraber Pedrillo ve Paşa’nın hediyesi Blondchen de serbest bırakılmıştır.
Halbuki Osman’a göre onların önceleri kelleleri uçurulmalı,sonra asılmalı,
sonra kızgın demirlere geçirilmeli, sonra yakılmalı, sonra bağlanmalı, sonra
suya atılmalı, en sonunda da derileri yüzülmeliydi (bu mantıksız sıralamayla).
Selim Paşa’nın şu bilge sözleri de onu etkilemiyor:
Wen
man durch Wohltuhn nicht für sich gewinnen kann, den muss man sich vom Halse
schaffen.
“İyilikle
kazanamadığın kişiyi boynundan atıp kurtulmak gerekir.”
250 yıl sonra Türkiye’de hâla aynı insan
tiplerinin çatıştığını görmek şaşırtıcı değil mi?
Hatta o kadar güncel ki, Osmin ve Blondchen’nin
atışmalarının günümüze uyarlanmış bir yorumunu yapmak hiç de zor değil.
Aşağıdaki link, yukarıda yazdığım düet’i de içermektedir.
Hayatları bağışlanan, özgürlükleri verilen iki mutlu çift
güzel bir aryayla minnetlerini dile getirmeyi bilirler.
Wer
soviel Huld vergessen kann
Den
seh’ man mit Verachtung an.
“Bu kadar büyük
mertliği ancak aşağılanası bir insan unutabilir.”
Bugün olsa Osman sarayı çoktan eline geçirmiş, Selim
Paşa’yı Silivri’ye kapatmıştı.
Ve Paşa’nın mertliği çoktan unutulmuştu!
Bu da benim yorumumla Osman!
And this is my interpretation of Osmin!
ENGLISH
The comic opera Abduction
from the Seraglio (Die Entführung aus
dem Serail) by Wolfgang Amadeus Mozart, to a libretto by Johan Gottlieb
Stephanie, was first staged in Vienna on July 16th, 1762. (In truth, their
version was loosely based on another, titled Belmont und Costanze, by composer
Johann André and librettist Cristoph Friedrich Bretzne. But that is an
irrevelant detail here.)
Poster announcing the first performance.
What makes this opera interesting to us is that, being set
somewhere in the Ottoman Empire, it shows us how late 18th century Europeans
viewed the Turks of that time.
There are two main Turkish characters in the piece- “Bassa
Selim” (we would say “Selim Pasha”) and “Osmin” (we pronounce it “Osman”).
Here is a summary of the plot: pirates have abducted
three Europeans- Constanze, Pedrillo and Blondchen- and sold them to a powerful
Turkish Pasha (General).
The trio find themselves in the Pasha’s palace: Constanze
is placed in the Pasha’s harem, her maid Blondchen is the Pasha’s gift to
Osmin, the house steward, and Pedrillo is made to work in the garden.
In the harem, Constanze pines away, unable to forget
Belmonte, the lover she has left behind in Europe. The civilized and refined
Selim Pasha is too sensitive to impose on her, preferring to await patiently
for Constanza to develop feelings for him. (Pedrillo interprets this attitude
as “not being a real Turk”.)
Osman has no such qualms. He imposes himself shamelessly
and cannot make sense of the reticence of the European woman. For him, a woman
is destined by nature to be a man’s slave.
Wir sind hier in der Türkei
Ich dein Herr, du meine Sklavin
“Here we are in
Turkey, I am your master, you my slave!”
The European knows her own mind; she is
untouched by this argument:
Ich deine Sklavin? Noch einmal sag mir das,
noch einmal!
“Me your slave? I dare
you to say that again just one more time!”
For Osmin, things couldn’t be clearer;
Hast du vergessen das dich der Bassa mir zur
Sklavin geschenkt hat?
“Have you
forgotten that the Pasha gave you to me as a gift?”
But Blondchen remains unimpressed:
Ach, Bassa hin, Bassa her! Mädchen sind keine
Ware zum Verschenken. Ich bin eine Engländerin, und trotze jedem, der mich zu
etwas zwingen will!
“Oh, all you say is ‘Pasha’! Women are not goods to be passed
around as gifts. I am an Englishwoman, and will stand up against anyone who tries
to force something upon me!"
All of this new thinking overtaxes Osman’s faculties. He
resorts to the language he understands:
.....Ich befehle dir, mich zu lieben.
“I
order you to love me.”
This too has no effect upon the headstrong
European:
Ich dich lieben? Komm nur her, ich will dir
fühlbare Beweise geben!
“Me,
love you? Come over here, I’ll give you proof you can feel.”)
(She is threatening to punch him as she says
this.)
(Image from the media.)
This duel of words continues until Osmin
gives up! The amusing sequence is concluded with a duet wherein the two express
their widely differing views on male-female relationship.
Blondchen:
Ein Mädchen zur Freiheit geboren,
Lässt nie sich als Sklavin befehlen;
Und ist auch die Freiheit verloren,
So bleibt sie doch Fürstin der Welt.
“A
girl born in freedom
“Never
lets herself be ordered around as a slave;
“And if
ever she looses her freedom,
“She
remains the Princess of the World.”
Osmin, the second voice of the duet, remains
true to his own prejudices:
O Engländer! Seid ihr nicht Toren,
Ihr lasst euern Weiber den Willen!
Wie ist man geplagt und geschoren,
Wenn solch eine Zucht man erhält.
“Oh
Englishmen, are you not fools?
“You
let your women do as they please!
“What a
curse one takes upon himself
“When
one is encumbered with a breed like this.”
Now I have a question for you: which political party do
you think Osmin would vote for?
As for Selim Pasha- even as the noble
spirited Selim is waiting patiently for Constanza to return his feelings,
Belmonte, Constanza’s unforgotten sweetheart, has slipped into the palace in
the guise of an European architect eager to serve the Pasha. He tries to slip out
secretly with Constanze, Blonchen, and Pedrillo in tow, but all four are
caught. To compound it all, Belmonte turns out to be the son of Selim Pasha’s
arch enemy. Now is Selim Pasha’s chance for revenge.
Selim Pasha: Sag selbst, wie würde er an
meiner Stelle handeln?
Belmonte: Mein Los wäre zu beklagen.
Selim Pasha: Ich sehe, du kennst deinen Vater gut! So
will ich dir vor deiner letzten Stunde den Vater ersetzen, dass du Stolz sein
kannst auf ihn!
Selim Pasha: “You
tell me, what would your father have done in my place?”
Belmonte: “My fate
would have been pitiful.”
Selim Pasha: “I
see you know your father well. So in this, your final hour, I will play the part of your father, so that you may be proud of him!”
But the Pasha’s wrath soon abates. As for his feelings
for Constanze, his love proves stronger than his desires.
Selim: Nun, bist du bereit, das Urteil zu hören?
Belmonte: Ja, Bassa, nimm deine Rache! Ich bin bereit,
die Tat meines Vaters mit meinem Leben zu bezahlen.
Selim: Du täuschst dich... Belmonte. Ich habe
deinen Vater viel zu sehr verabscheut, als dass ich je in seinen Fussstapfen
treten könnte. Nimm deine Freiheit, nimm Constanze. Ihr seid frei.Kehrt beide
heim.
Belmonte: Herr, du beschämst mich!
Constanze: Ich danke dir, Selim!
Selim: “Are you
prepared to hear the verdict?”
Belmonte: “Yes,
Pasha, have your revenge. I am ready to pay for my father’s actions with my
life.”
Selim: “You are mistaken...
Belmonte. I have despised you father far too much, ever to walk in his
footsteps. Take your freedom, take Constanze. You are free, go home, both of
you.”
Belmonte: “Pasha,
you put me to shame!”
Constanze: “I
thank you, Selim!"
By now, Osmin is beyond himself in confusion and anger.
Along with Belmonte and Constanze, the Pasha has also set Blondchen and
Pedrillo free. Osmin is of the opinion that they should be first beheaded, then
hanged, then impaled on hot irons, then burned, then tied up, then drowned, and
finally skinned (in that nonsensical order). Even the following wise words of
the Pasha fail to touch him:
Wen
man durch Wohltuhn nicht für sich gewinnen kann, den muss man sich vom Halse
schaffen.
“If you can’t win
someone over with kindness, it is best to free yourself from that person.”
It’s food for thought that in our country,
250 years later, the same human types are still in conflict.
It still rings so true that it lends itself
easily to a contemporary adaptation. The link below shows some of Osmin and
Blondchen’s quarrel, and includes the duet I put in above:
The two happy couples, their lives spared and
their freedom regained, express their gratitude to Selim Pasha with a beautiful
aria:
Wer
soviel Huld vergessen kann
Den
seh’ man mit Verachtung an.
“Contemptible
is he who can forget such benevolence.”
Today Osmin would have taken over the palace,
and locked Selim Paşa up in the Silivri prison.
The Pasha’s benevolence would be long forgotten!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder