7 Aralık 2012 Cuma

OSMAN’I TANIR MISINIZ? TANIRSINIZ, TANIRSINIZ- DO YOU KNOW OSMIN? OH YES YOU DO!


TÜRKÇE (For English text please scroll down.)

Wolfgang Amadeus Mozart’ın bizde Saraydan Kız Kaçırma  olarak bilinen (orijinal adıyla Entführung aus dem Serail) adlı operası ilk defa 16 Temmuz 1782’de Viyana’da sahnelenmişti. Libretto oğul Johann Gottlieb Stephanie’ye ait sayılabilir.( Aslında besteci Johann André ve librettist Cristoph Friedrich Bretzne, daha önce Belmont und Constanze isimli eserlerinde aynı konuyu işlemişlerdi. Neyse- konu dışı!) 

İlk gösterinin afişi.

Bu operanın bizim için ilginç yönü, hikâyesinin Osmanlı imparatorluğunun bir köşesinde geçmesi ve 18. Yüzyıl sonlarında Avrupalı gözüyle o zamanki Türkleri göstermesidir.


Eserde iki Türk karakteri görürüz-  “Bassa Selim” (yani Selim Paşa) ve “Osmin” (yani Osman).

Konusu kısaca şöyledir:  Korsanların kaçırdığı üç avrupalı- Constanze, Pedrillo ve Blondchen- güçlü bir Osmanlı paşası olan Selim Paşa’ya satılmış ve kendilerini Paşa’nın sarayında bulmuşlardır.


Selim  Paşa Constanze‘yi haremine almış, hizmetçisi Blondchen’i ise kahyâsı Osmin’e vermiştir. Blondchen’in sevgilisi Pedrillo ise bahçede çalıştırılmaktadır.


Paşa’nın haremine alınan Constanze, Avrupa’da kalan sevgilisi Belmonte’yi unutamamaktadır.Uygar ve ince ruhlu Selim Paşa Constanze’nin üstüne gitmeyecek kadar duyarlıdır ve Constanze’de  kendisine karşı sevgi hisleri uyanmasını beklemektedir. (Pedrillo bu asaleti “gerçek Türk olmamak” şeklinde yorumlar.)

Osman ise Blondchen’i zorlamaktadır ve Avrupalı kadının karşı koymasını anlayamaz. Ona göre kadın, doğal olarak erkeğin kölesidir.


Wir sind hier in der Türkei

Ich dein Herr, du meine Sklavin

“Biz burada Türkiye’deyiz, ben senin efendin, sen benim kölem!”


Dikkafalı Avrupalı kadın bu mantıktan etkilenmez:

Ich deine Sklavin? Noch einmal sag mir das, noch einmal!

“Ben senin kölen? Bunu bir kere daha söyle hele, bir kere daha!”


Osman’a göre durum gayet açık:

Hast du vergessen das dich der Bassa mir zur Sklavin geschenkt hat?

“Paşanın seni bana köle olarak hediye ettiğini unuttun mu?”


Blondchen bunun da altında kalmaz:

Ach, Bassa hin, Bassa her! Mädchen sind keine Ware zum Verschenken. Ich bin eine Engländerin, und trotze jedem, der mich zu etwas zwingen will!

“Ah, paşa aşağı paşa yukarı! Kadınlar mal değildir ki satılsınlar! Ben bir İngiliz kadınıyım, ve beni birşeye zorlayan herkese karşı çıkarım!”


Osman‘ın aklı almaz bu bu bakış açısını. Bildiği dilde konuşur:

.....Ich befehle dir, mich zu lieben.

“...sana emrediyorum, sev beni!”


Ama bu da etkilemez dikkafalı Avrupalı kadını:

Ich dich lieben? Komm nur her, ich will dir fühlbare Beweise geben!

“Seni sevmek mi? Gel hele buraya, sana hissedilir kanıt vereyim!” 
(Burada Osman’ı yumruklamak niyetindedir.)

Blondchen: Alexandra Kurzak, Osman: Kristinn Sigmundsson
(Görüntü medyadan.)

Bu karşılıklı atışma Osman pes edinceye kadar devam eder. Bu güldürü sahnesi sonunda Blonchen ve Osman bir düetle ayrı dünya görüşlerini dile getirirler.

Blondchen:
Ein Mädchen zur Freiheit geboren,
Lässt nie sich als Sklavin befehlen;
Und ist auch die Freiheit verloren,
So bleibt sie doch Fürstin der Welt.

“Özgür doğan bir genç kadın

“Kendini bir köle gibi emir kulu yapmaz
“Ve özgürlüğünü kaybetse bile
“O dünyanın prensesidir”
  
Düetin ikinci sesi olan Osman halâ kendi havasından çalmaktadır:


O Engländer! Seid ihr nicht Toren,

Ihr lasst euern Weiber den Willen!
Wie ist man geplagt und geschoren,
Wenn solch eine Zucht man erhält.

“Ah İngilizler! Aptal değil misiniz siz şimdi?

Bırakıyorsunuz karılarınızı istediklerini yapsınlar!
Başına nasıl bir bela almıştır
Eline böyle yetişmiş bir cins geçen!”

Şimdi size bir soru: Osman hangi partiye verir oyunu?

Gelelim Selim Paşa’ya. Asil ruhlu paşa, Constanze’nin gönlünü kendiliğinden vermesini beklerken Belmonte, yani Constanze’nin unutamadığı sevgilisi, çıkagelir. Ancak tabii ki Paşa’dan kimliğini gizler, kendini bir mimar olarak tanıtır ve Paşa’nın hizmetine girerek saraya sızar. Constanze’yi, ve onunla beraber Belmonte ve Blondchen’i kaçırmaya çalışırken yakalanır. Daha kötüsü, Belmonte’nin babasının Selim Paşa’nın başdüşmanı olduğu ortaya çıkar. En büyük düşmanının oğlu Selim Paşa’nın avucunun içindedir.


Selim Paşa: Sag selbst, wie würde er an meiner Stelle handeln?

Belmonte: Mein Los wäre zu beklagen.
Selim Paşa: Ich sehe, du kennst deinen Vater gut! So will ich dir vor deiner letzten Stunde den Vater ersetzen, dass du Stolz sein kannst auf ihn!

Selim Paşa: “Sen söyle, benim yerimde olsa baban ne yapardı?”

Belmonte: “Acınacak durumda olurdum.”
Selim Paşa: “Görüyorum babanı iyi tanıyorsun. Son saatinde babanın rolünü ben oynayacağım, böylelikle onunla iftihar edebilirsin!”

Fakat Selim Paşa’nın hiddeti uzun sürmez, aynı zamanda Constanza’ya olan sevgisi, arzularına ağır basar.

Selim: Nun, bist du bereit, das Urteil zu hören?

Belmonte: Ja, Bassa, nimm deine Rache! Ich bin bereit, die Tat meines Vaters mit meinem Leben zu bezahlen.
Selim: Du täuschst dich... Belmonte. Ich habe deinen Vater viel zu sehr verabscheut, als dass ich je in seinen Fussstapfen treten könnte. Nimm deine Freiheit, nimm Constanze. Ihr seid frei.Kehrt beide heim.
Belmonte: Herr, du beschämst mich!
Constanze: Ich danke dir, Selim!

Selim: “Şimdi, kararımı öğrenmeye hazır mısın?”

Belmonte: “Evet, Paşa, al öcünü! Babamın davranışının bedelini hayatımla ödemeye hazırım.”
Selim: “Yanılıyorsun... Belmonte. Babandan o kadar nefret ettim ki asla onun ayak izlerinden gidemem. Al özgürlüğünü, al Constanze’yi. Artık serbestsiniz, beraberce evinize dönün.”
Belmonte: “Efendim, beni utandırdın.”
Constanze: “Sana teşekkür ediyorum Selim.”

Olanları almaz Osman’ın aklı. Belmonte ve Constanze ile beraber Pedrillo ve Paşa’nın hediyesi Blondchen de serbest bırakılmıştır. Halbuki Osman’a göre onların önceleri kelleleri uçurulmalı,sonra asılmalı, sonra kızgın demirlere geçirilmeli, sonra yakılmalı, sonra bağlanmalı, sonra suya atılmalı, en sonunda da derileri yüzülmeliydi (bu mantıksız sıralamayla). Selim Paşa’nın şu bilge sözleri de onu etkilemiyor:


Wen man durch Wohltuhn nicht für sich gewinnen kann, den muss man sich vom Halse schaffen.

“İyilikle kazanamadığın kişiyi boynundan atıp kurtulmak gerekir.”



250 yıl sonra Türkiye’de hâla aynı insan tiplerinin çatıştığını görmek şaşırtıcı değil mi?


Hatta o kadar güncel ki, Osmin ve Blondchen’nin atışmalarının günümüze uyarlanmış bir yorumunu yapmak hiç de zor değil. Aşağıdaki link, yukarıda yazdığım düet’i de içermektedir.



Hayatları bağışlanan, özgürlükleri verilen iki mutlu çift güzel bir aryayla minnetlerini dile getirmeyi bilirler.

Wer soviel Huld vergessen kann

Den seh’ man mit Verachtung an.

“Bu kadar büyük mertliği ancak aşağılanası bir insan unutabilir.”


Bugün olsa Osman sarayı çoktan eline geçirmiş, Selim Paşa’yı Silivri’ye kapatmıştı.


Ve Paşa’nın mertliği çoktan unutulmuştu!


 Bu da benim yorumumla Osman!
And this is my interpretation of Osmin!
 
ENGLISH

The comic opera Abduction from the Seraglio (Die Entführung aus dem Serail) by Wolfgang Amadeus Mozart, to a libretto by Johan Gottlieb Stephanie, was first staged in Vienna on July 16th, 1762. (In truth, their version was loosely based on another, titled Belmont und Costanze, by composer Johann André and librettist Cristoph Friedrich Bretzne. But that is an irrevelant detail here.) 

Poster announcing the first performance.

What makes this opera interesting to us is that, being set somewhere in the Ottoman Empire, it shows us how late 18th century Europeans viewed the Turks of that time.


There are two main Turkish characters in the piece- “Bassa Selim” (we would say “Selim Pasha”) and “Osmin” (we pronounce it “Osman”).


Here is a summary of the plot: pirates have abducted three Europeans- Constanze, Pedrillo and Blondchen- and sold them to a powerful Turkish Pasha (General).


The trio find themselves in the Pasha’s palace: Constanze is placed in the Pasha’s harem, her maid Blondchen is the Pasha’s gift to Osmin, the house steward, and Pedrillo is made to work in the garden.


In the harem, Constanze pines away, unable to forget Belmonte, the lover she has left behind in Europe. The civilized and refined Selim Pasha is too sensitive to impose on her, preferring to await patiently for Constanza to develop feelings for him. (Pedrillo interprets this attitude as “not being a real Turk”.)

Osman has no such qualms. He imposes himself shamelessly and cannot make sense of the reticence of the European woman. For him, a woman is destined by nature to be a man’s slave.


Wir sind hier in der Türkei

Ich dein Herr, du meine Sklavin

“Here we are in Turkey, I am your master, you my slave!”


The European knows her own mind; she is untouched by this argument:

Ich deine Sklavin? Noch einmal sag mir das, noch einmal!

Me your slave? I dare you to say that again just one more time!

For Osmin, things couldn’t be clearer;


Hast du vergessen das dich der Bassa mir zur Sklavin geschenkt hat?

“Have you forgotten that the Pasha gave you to me as a gift?”


But Blondchen remains unimpressed:

Ach, Bassa hin, Bassa her! Mädchen sind keine Ware zum Verschenken. Ich bin eine Engländerin, und trotze jedem, der mich zu etwas zwingen will!

“Oh, all you say is ‘Pasha’! Women are not goods to be passed around as gifts. I am an Englishwoman, and will stand up against anyone who tries to force something upon me!"


All of this new thinking overtaxes Osman’s faculties. He resorts to the language he understands:


.....Ich befehle dir, mich zu lieben.

“I order you to love me.”


This too has no effect upon the headstrong European:


Ich dich lieben? Komm nur her, ich will dir fühlbare Beweise geben!

“Me, love you? Come over here, I’ll give you proof you can feel.”)

(She is threatening to punch him as she says this.)

Alexandra Kurzak as Blondchen and Kristinn Sigmundsson as Osmin.
(Image from the media.) 
 
This duel of words continues until Osmin gives up! The amusing sequence is concluded with a duet wherein the two express their widely differing views on male-female relationship.


Blondchen:

Ein Mädchen zur Freiheit geboren,

Lässt nie sich als Sklavin befehlen;

Und ist auch die Freiheit verloren,

So bleibt sie doch Fürstin der Welt.

“A girl born in freedom

“Never lets herself be ordered around as a slave;

“And if ever she looses her freedom,

“She remains the Princess of the World.”


Osmin, the second voice of the duet, remains true to his own prejudices:

O Engländer! Seid ihr nicht Toren,

Ihr lasst euern Weiber den Willen!

Wie ist man geplagt und geschoren,

Wenn solch eine Zucht man erhält.


“Oh Englishmen, are you not fools?

“You let your women do as they please!

“What a curse one takes upon himself

“When one is encumbered with a breed like this.”



Now I have a question for you: which political party do you think Osmin would vote for?


As for Selim Pasha- even as the noble spirited Selim is waiting patiently for Constanza to return his feelings, Belmonte, Constanza’s unforgotten sweetheart, has slipped into the palace in the guise of an European architect eager to serve the Pasha. He tries to slip out secretly with Constanze, Blonchen, and Pedrillo in tow, but all four are caught. To compound it all, Belmonte turns out to be the son of Selim Pasha’s arch enemy. Now is Selim Pasha’s chance for revenge.

Selim Pasha: Sag selbst, wie würde er an meiner Stelle handeln?

Belmonte: Mein Los wäre zu beklagen.

Selim Pasha: Ich sehe, du kennst deinen Vater gut! So will ich dir vor deiner letzten Stunde den Vater ersetzen, dass du Stolz sein kannst auf ihn!

Selim Pasha: “You tell me, what would your father have done in my place?”

Belmonte: “My fate would have been pitiful.”

Selim Pasha: “I see you know your father well. So in this, your final hour, I will play the part of your father, so that you may be proud of him!”

But the Pasha’s wrath soon abates. As for his feelings for Constanze, his love proves stronger than his desires.


Selim: Nun, bist du bereit, das Urteil zu hören?

Belmonte: Ja, Bassa, nimm deine Rache! Ich bin bereit, die Tat meines Vaters mit meinem Leben zu bezahlen.

Selim: Du täuschst dich... Belmonte. Ich habe deinen Vater viel zu sehr verabscheut, als dass ich je in seinen Fussstapfen treten könnte. Nimm deine Freiheit, nimm Constanze. Ihr seid frei.Kehrt beide heim.

Belmonte: Herr, du beschämst mich!

Constanze: Ich danke dir, Selim!

Selim: “Are you prepared to hear the verdict?”

Belmonte: “Yes, Pasha, have your revenge. I am ready to pay for my father’s actions with my life.”

Selim: “You are mistaken... Belmonte. I have despised you father far too much, ever to walk in his footsteps. Take your freedom, take Constanze. You are free, go home, both of you.”

Belmonte: “Pasha, you put me to shame!”

Constanze: “I thank you, Selim!"


By now, Osmin is beyond himself in confusion and anger. Along with Belmonte and Constanze, the Pasha has also set Blondchen and Pedrillo free. Osmin is of the opinion that they should be first beheaded, then hanged, then impaled on hot irons, then burned, then tied up, then drowned, and finally skinned (in that nonsensical order). Even the following wise words of the Pasha fail to touch him:


Wen man durch Wohltuhn nicht für sich gewinnen kann, den muss man sich vom Halse schaffen.

“If you can’t win someone over with kindness, it is best to free yourself from that person.”


It’s food for thought that in our country, 250 years later, the same human types are still in conflict.


It still rings so true that it lends itself easily to a contemporary adaptation. The link below shows some of Osmin and Blondchen’s quarrel, and includes the duet I put in above:

The two happy couples, their lives spared and their freedom regained, express their gratitude to Selim Pasha with a beautiful aria:


Wer soviel Huld vergessen kann

Den seh’ man mit Verachtung an.

“Contemptible is he who can forget such benevolence.”


Today Osmin would have taken over the palace, and locked Selim Paşa up in the Silivri prison.



The Pasha’s benevolence would be long forgotten!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder