TÜRKÇE
(For English
text please scroll down.)
Blog’umdan bir süredir tatildeyim. Ülkemizin endişe verici
gidişatı düzelmiş sayılmaz, ama her taraftan gösterilere, eylemlere,
etkinliklere yapılan çağrılar biraz başımızı döndürmeye başladı. İnsan her gün
baklava yese bıkar! Şahsen birkaç gün evde oturmak, bu ülkede yaşadığımı bile
unutmak istedim.
22 Aralık 2012’de Hatay’da, kadınların hazırladığı bir
gösteriye çağrı vardı, hükümetin saldırgan Suriye politikasını eleştirmek için!
23 Aralık’ta ülkemin diğer ucunda Menemen’de Teğmen Kubilay’ı anmak için bir
gösteriye de çağrıldı halkımız.
Aynı gün İstanbul’da Bostancı Kültür Merkezi’nde sanatçılar
toplanıyordu, hükümet politikalarını eleştirmek için.
Bostancı Kültür Merkezi, 23 Aralık 2012
27 Aralık 2012’de Silivri’de yine Ergenekon davasının kritik oturumlarından biri gerçekleşecekti.
İstanbul barosu başkanı Ümit Kocasakal 1000 tane avukatla birlikte gitti
duruşmaya. Aynı gün “Avrupa’nın en büyük adliye binası” olma ayrıcalığını
taşıyan Çağlayan adliyesinin özellikle küçük bir duruşma salonunda ODA TV davasının bir celsesi görülecekti ve
halk oraya da çağırıldı.
Çağlayan Adliyesi önü, 27 Aralık 2012.
(Görüntü medyadan.)
Zaten Beşiktaş’ta her Cumartesi Vardiya Bizim platformu “sessiz çığlık” eylemi için desteğimizi
bekliyor. Pazar günleri de yolunuz düşerse rantsal- pardon- kentsel dönüşüm
projesi çerçevesinde trenlere veda etmek zorunda bırakılacak olan Haydarpaşa
Garı için eylem varmış.
Sonracığıma ekolojik eylemler var, işçi eylemleri var...
seçin seçin beğenin!
3 Ocak 2013’te İşçi Partisi’nin çağrısıyla insanlar
Ankara Adliyesi’nin önünde toplandı; eski Genelkurmay Başkanı Emekli Org.
İsmail Hakkı Karadayı’nın tutuklanmasını protesto için! Hızlı tutuklama, hızlı
tepki, ama eyleme İşçi Partisi’nin kendi yayınları dışında pek yer veren
olmadı.
Ankara Adliyesi önünde eski Genelkurmay Başkanı Emekli Org.
İsmail Hakkı Karadayı’nın tutuklanmasını protesto eylemi, 3 Ocak 2012.
(Görüntü medyadan.)
Son haftalardaki en patırtılı hareket 18 Aralık’ta
gerçekçleşti. O gün Türk uydusu Göktürk 2
Çin’den uzaya fırlatılacaktı, Başbakan
Erdoğan da fırlatmayı Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde naklen yayından
izleyecekti. Başbakan’ın ve partisinin iktidarda geçirdikleri on yıl süresince ne
marifetler sergilediklerini düşünecek olursanız, Türkiye’nin en saygın yüksek
öğretim kurumlarından birininin öğrencilerinin sessiz kalmaycaklarını beklemeniz
gerekir. Başbakan da ona göre hazırlıklı gelmiş- bir polis ordusuyla! Gününde
nakledilen haberler 2500 polis tahmininde bulunuyor, sonraki günlerde medyada
3500 olarak ifade edildi. Sabahattin Önkibar Ulusal’da 3735 şeklinde bir sayı verdi. Bu güvenlik değil, işgal!
Hâliyle çatışma çıkmış, gaz ve “ses bombaları” kullanılmış, yaralananlar var.
ODTÜ, 18 Aralık 2012.
(Görüntü medyadan.)
Olayların ardından bol bol lâf üretildi. Bazı akademisyanler özür diledi,
başkaları özür dileyenleri eleştirdi, sonra özür dileyenlerin bazıları özür
diledikleri için özür dilediler..!
Bizim bu arada katıldığımız tek eylem 28 Aralık’ta
İstanbul Üniversitesi’nde ODTÜ öğrencileriyle dayanışma ve yeni yüksek öğrenim
yasa tasarısını protesto gösterisi oldu.
Düştük yollara, yolda Ticaret Odası’nın önünde gösteri
yapan işçilerin önünden geçtik. Eminönü’nün kalabalığının içinde kaybolup
gitmişlerdi. İstanbul’un kargaşası içinde hergün gösteri yapsanız ne fark eder?
Sahaflar’dan çıkıp İstanbul Üniversitesi’nin ihtişamlı kapısına yaklaşırken
miferli kalkanlı polislerin yanından geçtik- artık alışıldık manzara!
İstanbul Üniversitesi!nin önünde toplanmaya başlayan polisler. 28 Aralık 2012.
(Görüntü kendi objektifimden.)
Ortalıkta
gösterici yoktu henüz, sonra teker meker gözüktüler. Karşıda Bayezit Camii’nde
Cuma namazı kalabalığı kaldırımlara taşmıştı. İmamın vaazı hoparlörlerle
maydana yayınlanıyordu. Bir tarafta polisler, bir tarafta caminin dışına kadar
taşmış müminler, bir de ortalıkta dolaşıp duran turistler üniversitenin önünde
toplanan, çoğu TGB’li gençlerden oluşan küçük grubu daha da küçük ve aciz
gösteriyordu- ama bir o kadar da cesur! Kalabalık içinde bağrınırken cesaretli
görünmek kolaydır, ama gerçek cesaretin göstergesi sayınız azken ilgisiz ve
hatta düşman bir güruhla yüzyüze gelince sinmemektir.
Göstericilerin sayısı arttı, binlere değil, yüzlere zor
ulaştı. Tanıdık sloganlarla üniversitenin Atatürk anıtına döğru yüründü. Bu
anıtları eskiden uyduruk bulup küçümserdim, fakat son zamanlarda başka türlü
bakıyor, bir anıt’ın ne olduğunu daha
iyi anlıyorum: anmak için, anımsatmak için, unutmamıza izin
vermemek için!
Kampüste, Atatürk anıtının önünde.
(Görüntü kendi objektifimden.)
Bazı akademisyenler ortaya çıkıp öğrencilere destek veren sözler söylediler- yaşadığımız işbirlikçilik döneminde alkışlanası bir cesaret gösterisi! Sonra TGB protesto eylemine geçti: yeni yüksek öğrenim yasa tasarısının metnini dağıttılar, eylemciler bunları kıvırıp kâğıttan uçak yaptılar ve üniversitenin idari binasına attılar. TGB birçok gösteri ve eylem düzenlemiştir, tahripkâr herhangi bir hareketlerini bilmem. (Yazının sonunda bir videoklip var.)
Hepimiz bu protesto hareketlerinden biraz yorulduk, yapılan
herşey gündelik tasalar, futbol maçları ve alışveriş çılgınlığı içinde eriyip
kayboluyor! Hükümete karşı olan güçler tam biraz seslerini duyurmayı, bir kıpırdanma
yaratmayı başarırken daha şimdiden çözülüp birbirleriyle didişmeye başladılar-
tam da birlik olmanın en önemli olduğu sırada! 20 Aralık 2012’de emekli Gen.
Osman Pamukoğlu küçük partisi HEPAR’ın Üsküdar bürosunun açılışında bulundu.
Orada İşçi Partisi/TGB/ADD’nin 13 Aralık Silivri protesto eylemini
yetersiz bularak küçümsedi, çünkü sadece bir gün sürmüştü ve ertesi gün o
kalabalıklar yoktu. Tamam da, insanlar işlerini güçlerini bırakarak, birçoğu
ülkenin uzak köşelerinden, hem de kendi ceplerinden ödeyerek gelmişlerdi.
Uzaktan gelenler geceyi yolda geçirmiş, bütün günü hiç de sıcak olmayan bir
havada dışarıda geçirmiş, o gece yine yola koyulmuşlardı. Hele ki HEPAR’ın
parti olarak eyleme hiç katılmamış olduğunu düşünürsek, bu adil bir eleştiri değildi.
Aydınlık’ta
Sabahattin Önkibar, Sözcü’yü “Fethullahçılıkla”
suçladı, böylelikle hükümete karşı en dik duran iki gazete arasında bir
gerginnlik başladı. 22 Aralık 2012’de özellikle iğneleyici bir makalede Sözcü’nün saygın köşe yazarı Emin
Çölaşan’ın ismini de kullandı (hatta makalenin başlığında: "Emin Çölaşan’ın maaşını Pensilvanya mı veriyor?”). Çölaşan hemen ertesi
gün sert bir karşılık verdi. İşler Çölaşan’ın bir tazminat davası açması
noktasına kadar geldi. (İlginç soru: eğer gerçekten de, dedikleri gibi, “Fethullahçılar”
yargıya sizmışlarsa, hakim “Fethullahçı” olmayı tazminata değer bir hakaret
olarak görecek mi?)
Cüretkâr, özverili ve yürekli komedyen Levent
Kırca, Bostancı Kültür Merkezi’ndeki Sanatçılar Buluşması etkinliğinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun arkasından oldukça ağır
birkaç söz sarfederek İşçi Partisi ve CHP destekçileri arasındaki zaten var olan
çatlağın uçuruma dönüşmesi için katkıda bulunmuş.
Ve gelelim TSK’ya- zamanında Sol tarafından o kadar eleştirilirdi;
Batı kamuoyunda yerleşik olan olumsuz imajı Türk solu’nun mirasıdır. Şimdi o
Sol askerlerimizi kahramanlar olarak elüstünde tutuyor, duruşmaya ya da
hücrelerine götürülen subayları alkışlıyor, ama 12 Eylül 1980 müdahelesini yine
de lanetleyerek yeni bir müdaheleye manevi destek vermekten kaçınıyorlar. Siyasi
gelişmelerden uzak durduğu için Genelkurmay Başkanı Org. Özel’e söylemediklerini
bırakmıyorlar ama ordunun halk adına bir harekette bulunması için açık bir
destek vermiyorlar.
1 Ocak 2013 tarihli Aydınlık'tan bir fotoğraf, Genelkurmay Başkano Org. Özel protokolun gerektirdiği şekilde Cumhurbaşkanı Gül'ü kısa, keskin bir baş eğme hareketiyle selamlıyor. Şapksı başında olsaydı eliyle bilindik asker selamını verecekti, baş açıkken yapılan budur. (Mevcut kanunlarımıza göre Cumhurbaşkanı, sembolik de olsa, Başkomutan sayılır.) Fotoğraf saniyeden kısa süren bir hareketi dondurarak ezik bir poza dönüştürmüş. Altyazı: "Yilın Ak-Paşası".
Şimdi bundan ne mesaj almalıyız?
CHP Başkan yardımcısı Süheyl Batum 5 Şubat 2011’de TSK’ya
“kâğıttan kaplan” benzetmesini yaptı, ama hemen sözünü geri aldı- bir süre
sonra da başkan yardımcılığı görevini kaybetti.
29 Nisan 2012, Cumhuriyet gazetesinde Bekir
Coşkun birkaç
kırıntı ve bir kulübe uğruna sahibinin tasmasını kabullenen Paşa isimli köpeğin masalını nakledince
Genelkurmay’dan isim vermeyen sitemkâr bir tepki aldı. Arkasından gelen ağız
dalaşından hem Bekir Coşkun payını aldı, hem de ona cevap yazan Genelkurmay.
29
Nisan 2012’de Eskişehir’de bir seminerde İstanbul Barosu başkanı Ümit Kocasakal
ise : "Biz zannettik ki ordumuz var.
O güçlü ordu bizi korur...” şeklinde başlayan sözleri için şimşekleri üzerine
çekti.
Bugün manzara şu: yavaş yavaş uyanan bir mukavemet, ama daha şimdiden didişme, gizli ajandalar, sözü ayrı özü ayrı siyasiler ve gazeteciler, karşı uçlara çekiştirilen bir millet, ve yine, evvelden de olduğu gibi, büyüklerinin günahlarının bedelini ödemek için öne sürülen gençler!
ODTÜ öğrencilerine destek vermek ve yeni yüksek öğrenim yasa tasarısını protesto etmek için 28 Aralık 2012'de İstanbul Üniverstesi'nde yapılan eylem.
(Görüntü kendi kameramdan.)
Videoklip
Videoclip.
Activity in support of the students of the Middle East Technical University and against the proposed new laws concerning higher education, December 28th 2012. (See text below.)
(From my own camera.)
ENGLISH
The footnote links do not work; you will have to scroll down to to the footnotes for expanded information. Opening the blogsite on two seperate windows and keeping one on the footnotes will make it easier to go back and forth. Sorry for the inconvenience, I'm no expert!.
Other links should work.
The footnote links do not work; you will have to scroll down to to the footnotes for expanded information. Opening the blogsite on two seperate windows and keeping one on the footnotes will make it easier to go back and forth. Sorry for the inconvenience, I'm no expert!.
Other links should work.
I have been taking a holiday from this my blog for some
time- not that things have calmed down in any way, but with all the calls for
protests, manifestations and demonstrations that show no signs of abating,
we’re a bit burned out- you can have
too much of a good thing! I personally wanted to stay home for a while, and
forget that I even live in this country.
There was a call to citizens, especially women, to a
demonstration in Hatay[1] on December 22nd against
the government’s militant anti-Syria policy.
There was a call to citizens to attend, on December 23rd,
ceremonies in remembrance of the tragic occurences of 1930, in the town of
Menemen near İzmir. On that date reactionary fundamentalist Islamist rogues demonstrated
their discontent with the young secular republic by severing the head of a
young officer, Lt. Kubilay.[2]
On that very same day, there was a call to an artist’s
initiative in the Istanbul suburb of Bostancı, where performers, visual
artists, musicians etc. expressed their opinions and feelings to a crowd
gathered at the local arts center.
The Artist's Inıtiative of December 23rd.
(Image from the media.)
On December 27th there was another critical session of
the Ergenekon trials at Silivri,[3] Ümit Kocasakal, the
President of the Bar Association Istanbul [4] went to the courthouse
with a body of one thousand lawyers in tow, protesting the irregularities; on
the very same day, there was a session of the ODA TV[5] trials being held in
Istanbul’s central Palace of Justice in Çağlayan, the “largest in Europe” (just as
Silivri is the largest penal establishment in Europe- the things we take pride
in!)
Istanbul's spanking new (completed 2011) central judiciary palace, "the largest in Europe".
(Image from the media.)
Again there was an appeal to citizens to gather in front of the Palace of Justice
in support of the defendants.
Protesters in front of Istanbul's central Palace of Justice on December 27th.
(Image from the Media.)
On Saturdays, the wives and relatives of jailed officers
regularly hold their “Silent Scream” protests in Istanbul’s Beşiktaş district.[6] Sundays we are all invited
to save the historic Haydarpaşa railway terminal, on which the government has
set its sights within the framework of one of its monster urban renovation
plans. But that’s another story! And there are ecologically motivated actions
and demonstrations occuring locally throughout the year. And those are also
other stories.
On January 3rd, 2013, there was a swift action in Ankara to
protest the arrest of retired Chief of Staff Gen. Ismail Hakkı Karadayı. The
action was called by the Labor Party, and was largely ignored by almost all but
the Labor Party’s own media[7].
Protesting the arrest of ret. Gen. Karadayı in Ankara, January 3rd, 2013.
(Image from the media.)
The loudest of the month occured on December 18th, the
day the Turkish sattelite, Göktürk 2, was fired into orbit from China. Prime
Minister Erdoğan went to the Middle East Technical University in Ankara to
watch the televised blast-off. Considering the record of the P.M.’s and his
party’s ten years in power, he rightly expected some protests in one of
Turkey’s most reputable universities. So he came prepared- with several
thousand policemen. The estimates that day were about 2500, news reports on the
following days give the estimate of 3500, Sabahattin Önkibar gave the precise
figure of 3735 on the sattelite channel Ulusal.
A veritable armed invasion! The
conflict turned ugly, with gas and “noise bombs” and some wounded.
Middle East Technical University, December 18th 2012.
(Image from the media.)
Empty gas canisters collected on campus grounds after the departure of the police.
(Image from the media.)
There was
much talk afterwards, with academicians apologizing, other academicians
attacking them for apologizing, and some apologizing for having apologized.
The only appeal we answered was a demonstration on
December 28th, at Istanbul University in a show of solidarity with the students
of the Middle East Technical University and a protest against the newest
propositions for the laws regulating higher education.[8]
On the way we passed a group of striking laborers in
front of the Chamber of Commerce. They were lost in the crowds of Eminönü,
almost a part of the scenery (ho hum!). As we approachede the imposing and
iconic gate of the Istanbul University, a short hop from the famous Grand
Bazaar, we sighted the familiar helmeted, shielded and padded policemen
(whimsically called “robocops”) but as yet no protesters.
The police assembling before Istanbul university.
(Image from my own camera.)
They only gradually
showed up- young people of the T.G.B.[9] Across the square, facing the university,
rise the imposing dome and minarets of the 16th century Bayezit mosque, crowded that day with the pious at their Friday prayers.
The imam’s sermon was broadcast through loudspeakers, the throng spread out
over the sidewalk. The small body of young people- mostly T.G.B members-
gathering in front of the university gate seemed feeble and powerless in the
great space, what with the “robocops” lined up on one side, the pious crowd on
the other, and the tourists milling around all over the place. Feeble and
powerless they may have seemed, but all the more brave for it. It’s one thing
to yell in a crowd, quite another when you’re in a small group facing an
uncaring, if not hostile, horde.
The assembled group grew, not to thousands but barely
hundreds, and we walked through the gates unimpeded. The usual slogans were
chanted as the cortege marched toward the University’s Atatürk memorial-
something I used to look upon as kitsch,
but this day, as on other recent occasions, I better appreciated what a
memorial is for- to remember (Latin memoria, “memory”), when one is in
danger of forgetting.
Assembling at the memorial, on the campus grounds.
(Image from my own camera.)
Some academicians stepped up to lend their support with
their own words- admirable act of bravery in this time of collusion. Then the
T.G.B. handed out copies of the proposed new law, which the demonstrators
folded into paper airplanes and flung at the administration building. And that
was the end of that. For all the protests they organize, I have never seen or
heard of any destructive act on the
part of the T.G.B.
(There is a videoclip of images taken that day at the beginning of this text, where the Turkish text ends and the English one starts.)
We are all a bit worn out from the protesting, the effort
seems to dissolve in the general flurry of daily cares, soccer matches and shopping
frenzy. It doesn’t help that the forces opposing the government, having managed
to whip up as much energy as it did, have already started bickering just when
it is most imperative to show a united front! When ret. Gen. Osman Pamukoğlu
attended the opening of the Üsküdar branch of his small party, HEPAR[10] on December 20th 2012, he
unwisely belittled the December 13th Silivri protest effort of the Labor
Party/T.G.B./A.D.D.[11] His complaint was that
the demonstration lasted for only one day, and that the place was practically
deserted on the 14th. Point taken, but considering many people came by bus
overnight, paying their own way, from different parts of the country, it was an
unfair criticism, especially since his own HEPAR had done nothing at all.
Then Sabahattin Önkibar of Aydınlık started attacking Sözcü,
that other anti-government paper championing the Kemalist cause, accusing it of
covertly serving the interests of the Fethullah Gülen cult. His particularly
pointed article of December 22nd, singling out respectable columnist Emin
Çölaşan by name, elicited a swift and bitter response from Çölaşan himself.
Since then, the argument has deteriorated to the point of Çölaşan suing
Önkibar's Aydınlık.[12]
The daring comedian Levent Kırca apparently said a few words
too many regarding chief opposition leader Kemal Kılıçdaroğlu during the Artist’s
Initiative, creating a rift between the supporters of the Republican People’s
Party (C.H.P.) and the Labor Party (İ.P.[13]).
And the armed forces- once hounded by the left, now
elevated to the status of heroes! The arrests and convictions of officers are lamented
and protested, the officers applauded and cheered on the way to the courtroom
or into the slammer, while at the same time the intervention of September 12th
1980 is still roundly damned by the same circles. The Kemalist and leftist
press continue to shower abuse on chief of staff Gen. Özel for steering clear of
any involvement in politics, but never giving the armed forces a clear mandate
for acting in their name.[14]
A photo from Aydınlık of January 1st, 2013 with Chief of Staff Gen. Özel in a subservient pose before President Gül; the photo had a critical caption to match, presenting Gen. Özel as a collaborator. The quick, short bow of the head which protocol demands before the figurative Supreme Commander has been into a held posture by the camera. (And your point is?)
The general
picture today is of slowly awakening resistance marred- far too early in the
game- by disunity, bickering within ranks, secret agendas, the press and
politicians saying one thing and meaning another, a nation torn between
extremes, and a youth driven to the forefront to bear, once more, the full
burden of their elders’ sins.
[2] Mustafa
Fehmi Kubilay, not a career officer but a reserve officer conscripted to
fulfill his compulsory military service. Two town guardsmen were also killed. The
uprising was supressed and following the ensuing trials, 28 insurgents were
executed. The appeal to participate in the commemoration has its significance
in the very obvious parallel with the present face-off between secularist
Republican and fundamentalist Islamic forces.
[4] Returning
to his office after the New Year break, Kocasakal found a bullet fired onto
his desk from the room above, most probably a warning.
[5] ODA TV
is an Internet website strongly critical of the government. The journalists
collaborating on the venture were arrested on raids on February 14th and March
3rd 2011. The number of defendants reached 14, and the case was amalgamated
into the Ergenekon “conspiracy” trials.
One defendant of the ODA TV case, Ahmet Şık, was mentioned in footnote 11 of “Silivri”, 18
December-Aralık-2012.
[6] See “Now It’s Our Shift”, 6 November-Kasım 2012.
[7]
Primarily, the newspaper Aydınlık and
the sattelite-only TV channel Ulusal.
Almost all the actions I mentioned were called through them.
[8] The
“YÖK” laws, for Yüksek Öğretim Kurumu (“Establishment for Higher Education”). This body was
created after the military intervention of Sep. 12, 1980, to pacify the chaotic
university atmosphere of the time and to assure the stability of the established
order. Since the ascendancy of the AKP, “YÖK” has become a tool of the new
government’s own agenda, in other words, weapon in the hands of a regime it was
meant to prevent.
[9] Türkiye Gençlik
Birliği, “The Union of Turkish
Youth”, see “The Youth”, 16 December- Aralık 2012.
[10] Hak ve Eşitlik
Partisi (“”The Party of Right
and Equalitiy”). Though Pamukoğlu is a hard-heaaded old soldier with an
impressive military record in combatting PKK insurgents, as well as a
prolific author, his HEPAR has been barely noticed by the media and electorate.
To help his chances, here is a link to their website:
I animated their trademark eagle as a gift once.
See:”Anatolian Eagle”, 17 August- Ağustos-2011.
[12] The
secular-Republican Kemalist press, of which Aydınlık
and Sözcü are the most prominent
members, has long claimed that the Gülen cult has infitrated the police and the
judiciary- which would explain the absurdity of the Ergenekon and Balyoz
(“Sledgehammer”) trials. Things may get interesting when a judge is really
called on to treat “serving the interests of the Gülen cult” as an insult grave
enough to warrant compensation,
[13]İşçi Partisi,
of which Kırca has become a member..
[14] On Feb.
5th 2011 Süheyl Batum, the then deputy-chairman of the opposition CHP. (Cumhuriyet Halk Partisi,
“Republican People’s Pary”) made the statment ”They turned out to be paper
tigers, and we thought they were soldiers...” He was forced to backtrack immedately
afterwards, and lost his eminent position in the party most probably as a
consequence.
In the April
29th 2012 issue of Cumhuriyet, Journalist Bekir Coşkun wrote a parable of a
free wolf and servile dog on a leash, Pasha
(“general”), content in its servile existence in return for the scraps of food
it receives from its master. The thinly veiled slur on Chief of Staff Gen. Özel
received much reaction from pro-government circles and the offended response of
the Genral Staff (though it did not give any names) received as much reaction
from the opposition.
Ümit Kocasakal, the President of the Bar Association
of Istanbul mentioned above, said at a conference in Eskişehir on April 29th,
2012: “...We thought we had an army. We thought that stong army would protect
us.....Today, rather than the Armed Forces and such, there are the Turkish
Unarmed Forces.(to the audience) you
are the Turkish Unarmed Forces. That is why we must work without pause”, He
received more criticism than acclaim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder