TÜRKÇE
(For English please scroll down.)
Aylardır patırtısını dinliyorduk, nihayet geldi Patriot’lar!
TGB’li gençler füzelerin Türkiye’de konuşlandırılarak ülkemizin bir Ortadoğu
savaşına sürüklenmesini engellemek için “çuvalımızı alıp” İskenderun limanına
gelmemizi istediler. Niyet çuvalları füzelere refakat eden NATO askerlerinin
başlarına geçirmek; hani
2003’te
Amerikalı askerlerin bizimkilere yaptıkları gibi!
O sene 3 Temmuz’da bir
baskında Amerikalılar Irak Süleymaniye’de bir düzine kadar askerimizi, tercümanlarını, bir de
kızını arayan bir zavallı İngiliz’i tutuklamış, başlarına da ben diyeyim torba,
siz deyin kukuleta, birşeyler geçirmişler. Zavallılar ancak 60 saat sonra serbest
bırakılmışlar.
Yapılan hakarete hükümetimizin tepkisi yetersizdi, karşı
taraftan bir özür dileme olmadı, karşılı olarak “üzücü bir olay” olduğu konusunda
uzlaşıldı, o kadar!
Normal şartlarda on sene önce ceryan eden bir olay
güncelliğini korumazdı ama o zamandan beri hükümet aynı hükümet, o hükümet bir
yandan kendi ordusunu başına çuval geçirilmişten beter ederken ABD’nin
gittikçe daha fazla emrine giriyor, dostumuz ABD ise kendi menfaatleri için
ülkemizde irticanın artmasına, bırakın askerlerimizi, kadınlarımızın,
kız çocuklarımızın çuvala sokulmasına, lâik Cumhuriyet’in aydınlarının iftira
yoluyla hapse atılmasına çanak tutuyor. İlişkiler bu derece yozlaşınca da
“çuval olayı” geçmişe gömülmek yerine düştüğümüz durumun sembolü hâline gelerek
güncelliğini koruyor!
Siyasiler, aydınlar, bazen iyi niyetle, ama daha ziyade
art düşünce ve gizli ajandalarla ülkemizi defalarca felâketin eşiğine
getirdiler, bu da bizi “darbe” tabir edilen askeri müdahelelere götürdü. Bu müdahele
dönemleri kendi madurlarını yarattı ve neticede kaos ve anarşiyi yaratanlar
sonradan kendilerini hep akladılar ve fatura askere çıkarıldı. Ve bu söylemi
dünya kamuoyuna yaydılar!
Şimdi istedikleri oldu, ordu siyasete karışmadı- ve yine
faturayı askere çıkarma eğilimi var! Sanki bir sihirli değnekle, kimsenin
rahatını bozmadan, herşeyi düzeltebilirlermiş gibi! Neyse, öyle ya da böyle, TSK’nın
canına okundu- ve okunmakta! Halkın ürkütücü bir kısmı Padişah ve Halife "torunu" Başbakana oy verirse cennetlik olacağına inanıyor, kalanın büyük kısmının derdi
giyim kuşam alışverişi (giyim kuşam mağzalarının kitapçılara oranı kaç? 50’ye
1? 100’e 1?) ve cep telefonlarıyla daha ucuza daha fazla konuşmak! Bir de
menfaat için ruhlarını şeytana satmış olanlar var ki en affedilmiyesi olanlar
onlardır!
Kalıyor gençlik. Atatürk (hani Milli
Eğitim Bakanlığı’nın tedrisattan kaldırdığı) “Gençliğe Hitabe”’sinde İstiklâl ve Cumhuriyetimizi onlara
emanet etmişti. Şu sırada da ahval ve şerait Atatürk’ün söylemiş olduğu kadar namüsait
bir mahiyette tezahür etmekte! Ve 1927’de verilen o birinci vazifeyi kabul edip
üstlenen, o müthiş yükün altına giren birçok genç var! (Bkz. “Gençlik”, 16
Aralık 2012.) Onları neler bekliyor bilmiyorum, keşke iş buralara varmasaydı,
ama bundan sonra gençlerin başlarına geleceklerin günahı içten pazarlıklı, özü sözü
başka yetişkinlerindir- siyasetçisiyle, aydınıyla, gazetecisiyle, solcusuyla,
sağcısıyla, dincisiyle, cincisiyle... aynı fikirde olmayabilirsiniz ama bu
benim blog’um!
TGB'liler, o “birinci vazifeyi” üstlenen gençlerdendir! Patriot'ların gelişini protesto için de "çuval" olayını sembol yaptılar. Bu ilk "çuval eylemleri" de olmayacaktı!
19 Ekim’de 2011'de Bodrum’da sekiz TGB’li genç USS Ramage’in mürettebatından bir
Amerikalı askerin başına “çuval” geçirmeyi başarmıştı. Olayın görüntülerini
kaydettiler fakat polis onları enseleyince bütün kayıtları da silmişler. Ama
iletişim çağındayız nihayet, buyrun bakın:
(Video’daki
kırmızı gömlekli, kasketli genç Amerikalı asker Jesus Salazar Munoz,
bizimkiler, ona Amerikan emperyalizminin kötülükleri hakkında bilgilendiriyor!)
O sekiz gencin davası halâ sürüyor, üç ilâ onaltı yıl hapis
istemiyle yargılanıyorlar. Birleşik Devletler donanmasından henüz olayla ilgili
bir rapor gelmediği için dava sonuçlanamıyormuş!
Temmuz 2012’de uçak gemisi USS Abraham Lincoln Antalya önlerine geldi, ayın 17’sinde yedi
TGB’li genç “çuval” geçirecek Amerikalı asker avına çıktılar, geçiremeden
yakalandılar.
Gelelim Patriot’lara:
biliyorsunuz Suriye’de bir iç savaş var, ve doğal olarak oradan kaçanları
mülteci olarak alıyoruz. Ama söylenenler doğruysa rejim karşıtı militanlar
mülteci kamplarını bir nevi operasyon merkezi olarak kullanarak hududu
ellerinde silahlarıyla, iki yönde de, rahatça geçebiliyormuş. Hükümetin Suriye krizine
bulaşmak isteği ortada, Başbakan’ın kendi tabanına Osmanlı uslubu fütuhat
edebiyatı yaptığını da okuyoruz hatta görüyoruz ve duyuyoruz. AKP hükümetinin himayesinde, işi yabancı ülkeler içerisinde
ayaklanma ve isyanlara danışmanlık ve silah yardımı yapmak olan bir özel şirket ("SADAT")
kurulduğunu bile öğrendik! (Bkz. “Sivil Hükümetin Savaş Tamtamları”, 18 Eylül
2012).
Derken 3 Aralık 2012’de hudutta Akçakale’ye Suriye tarafından uçup gelen birşey düştü,
bazısı dedi havan mermisi, bazısı dedi roket, ama neticede üçü çocuk beş
vatandaşımız öldü. Hükümet hudutlarımızı koruma konusunda o kadar hassaslaştı
ki hemen ertesi gün meclis toplandı ve hükümete ordumuzu yabancı ülkelere gönderme yetkisi veren
bir teskere çıkarttı. (Bkz. “Akçakale’ye Top Mermisi ve Misillemeler”, 7 Ekim
2012.) Artık Suriye’de, ve canları isterse başka bir yerde, bir savaşa bulaşmanın yasal yolu açılmış oldu.
Suriye’den gelebilecek tehlikelere karşı sınır bölgelerimizi korumak için NATO
müttefiklerimizden “savunma amaçlı” füzeler istendi. Ve Patriot’lar, Türkçesi Yurtsever’ler,
(Phased-Array TRacking and Intercept Of Target’dan
zorlama.) yola çıktı!
Tabii bu “savunma amaçlı” füze iyi hoş da, savunma amaçlı silah saldırma niyeti olanı da savunur! Hükümetimizin niyetinin sadece ülkeyi savunmak olmadığı belli- zaten Başbakan açık açık söylüyor. Irak ve Libya’da olayların gelişme şekliyle olan paralelleri görmesek bile ABD’nin "Büyük Ortadoğu Projesi"’nin de gizlisi saklısı yok. Irak’ın Amerika’ya nasıl bir yük olduğunu, kaç askerinin bayrağa sarılı tabutlarla geri gittiğini hatırlarsanız bu sefer tabutların başka bayraklarla sarılı olmasını tercih etmesi de son derece doğal. Mühim olan başkasının menfaati için o tabuta girmemek!
Hollanda’dan gelen Patriot’lar 7 Ocak 2013’te
Eemshaven’dan hareket eden Cebelitarık kayıtlı Luise Russ isimli gemi ile 20’sinde İskenderun’a vardılar. Gemi
21’inde yanaşıp yükünü boşaltmaya başladı.
Almanya’dan gelenler ise 8 Ocak 2013’te Travemünde’den
hareket eden Kopenhag kayıtlı Suecia Seaways ile 21’inde İskenderun’a vardılar
ve o gün boşaltıldılar.
Almanya'dan gelen Patriot füzelerini getiren gemi boşaltılmaya hazır.
(Görüntü medyadan.)
Ve geminin güvertesinden manzara!
(Görüntü medyadan.)
Tehlikeli oyuncaklar İskenderun'da!
(Görüntü medyadan.)
T.S.K. adına Hv.
Kuv. Binbaşı Cengiz Albacak muhabirlerin sorularına cevap verdi. Ulusal’ın
muhabirinin sorusuna cevap verirken, füze ekiplerinde Türk personel bulunmayacağını
teyit etti.
İlginç birşey daha söyledi:
“70 kilometre menzile sahip olan bu sistemler neden sınıra değil de sınıra
100 km mesafedeki Kahramanmaraş’a kuruluyor? Füzelerin Türk hava sahasında imha
edilecek olması tehlike yaratmıyor mu?” şeklindeki soruya "NATO’nun ve
Türkiye’nin güvenlik birimleri arasında yapılan görüşmeler ve risk analizleri
neticesinde bataryaların Kahramanmaraş’a kurulmasının kararlaştırıldığını" söylemiş.
Yani- Akçakale ve diğer sınır kasabalarını savunmak gibi bir derdi yokmuş meğer
kimsenin, çünkü bu aletler sınıra kadar ulaşamıyorlar bile! Karşı çıkanların dediği gibi- bunları kendi üslerini ve kumanda merkezlerini korumak için
buraya getiriyorlar.
Ve hükümetimiz bir yandan yüzlerce yabancı askeri ülkemize getirirken bir yandan da kendi ordumuzu tasfiye etme operasyonuna devam etmekte! 22 Ocak 2012'de, İskenderun'da protestolar devam ederken, İzmir'de mahkeme 310'u emekli ya da muvazzaf subay olmak üzere 367 sanıklı casusluk ve fuhuş davasının iddianamesini kabul etti. Sanıkların 88'i tutuklu olarak yargılanacak, yani dava sonuçlanana kadar kodesteler. (Balyoz gibi olursa, sonra gerisini de tıkarlar içeri!) Bunun üzerine Donanma komutanı Ormiral Nusret Güner de istifa etti.
Oramiral Nusret Güner
(Görüntü medya'dan.)
Yabancı askerlere fazla yetki vermek, kendimizi onların otoritesine teslim
etmek tarihimizde çok acı neticelere varmıştır. Yavuz zırhlısının hikâyesini bilirsiniz.
İngiliz donanmasının
kovalamasından kaçan Goeben ve Breslau isimli iki Alman zırhlısı 10
Ağustos 1914’de Çanakkale’ye ulaşır. Tarafsız bir ülke olarak savaşan bir
tarafın muhariplerine sığınma hakkı vermemeleri gerektiği hâlde Osmanlılar onları buyur eder,
işi kitabına uydurmak için de gemiler Osmanlı donanmasına devredilir. Breslau olur Midilli, Goeben olur Yavuz Sultan Selim. Ayyıldızlı bayraklar
çekilir, mürettebat değişmez, bundan böyle fes takan Hans’lar Helmut’lar
görevlerine aynen devam ederler.
Yavuz'un güvertesinde fesli Alman mürettebatı; can simidinin üzerinde halâ geminin Almanca adı okunuyor!
Harbi Umumi döneminden Almanya'dan bir kartpostal.
Fesli minik Türk, Alman ve Avusturyalı ağabeylerinin arasında!
Resmin altındaki sözler:
"Ricamı yerine getirirseniz - Birliğinizin üçüncüsü olmayı isterdim!"
Geminin komutanı Amiral Souchon 23 Eylül
1914’de Osmanlı donanmasının başına getirilir. Souchon Ekim ayında Yavuz’u, Midilli’yi ve
donanmadan diğer bazı gemileri alıp Karadeniz’e açılır. Ayın 29’unda henüz
barış halinde bulunduğumuz Rusya’nın Novrossysk, Odessa ve Sivastopol
limanlarını topa tutar ve ağır zararlar verir. 2 Kasım’da Rusya Osmanlı
devletine savaş açar, bunu 5 Kasım’da Fransa ve İngiltere takip eder, ve
ülkemiz için felâket yılları başlar!
Savaş yılları boyunca komutanlık kademesinde yabancılar hakim olmaya devam eder. Genelkurmay kalpaklı Almanlarla dolduğu gibi Genelkurmay Başkanı da Bronsard von Schellendorf isimli bir Almandır; kendi ülkesinde albayken bizde paşa!
Bu savaşın nasıl neticelendiğini hepimiz biliyoruz!
Osmanlı Genelkurmay Başkanı
Bronsard von Schellendorf.
Dönelim İskenderun'a:
Gösteriler yapıldı, TKP (Türkiye Komünist Partisi)
polisle çatıştı, bir ABD bayrağı da yakmışlar. TGB, ADD (Atatürkçü
Düşünce Derneği), İP (İşçi Partisi) protestolarını yaptılar, marşlarını
söylediler, sloganlarını attılar. Kalabalıklar arzu edilen sayılara ulaşmadı ama eylemler yine de ses getirdi.
(Görüntü medyadan.)
Ve 22 Ocak’ta TGB’li
gençler, sivil giysiyle otellerinden çarşıya çıkan yedi Alman askerinin peşine
takılarak “çuval eylemlerini” gerçekleştirmeye çalıştılar. “Yankee go home!”
diye kovalamışlar Almanları- bunda bir ironi var bir yerde herhâlde! Dediklerine göre, iki tanesini “çuvallamayı”
başarmışlar. Ben bilemiyorum, siz de bir bakın isterseniz:
İki Alman asker bir kuyumcuya sığınırken polis TGB’li
eylemcileri toparlamış. Aralarında TGB
genel başkanı İlker Yücel de vardı. Polis merkezinden yaptıkları konuşmada 41
TGB’linin tutuklandığını söylediler, sonradan basında sayı 28 şeklinde
verildi. Ertesi sabah serbest bırakıldılar.
"Çuval" eylemine maruz kalan iki Alman askeri sığındıkları kuyumcuda!
(Görüntü medyadan.)
İskenderun’du, Almanlardı, Amerikalılardı, savaştı
mavaştı derken gördüğümden beri ifrit olduğum “Indiana Jones Son Macera” filmine
değinmeden edemeyeceğim. Sırf kendi seyircilerini eğlendirmek için dünya
tarihini tersyüz etmekten çekinmeyen bir Hollywood yaklaşımı vardır; bütün
Amerikan filmlerinde görünmese de bir çoğunda bu hastalık yaygındır. (Animasyon
meraklıları: Anastasia’yı
hatırlayın!) Hatta Ergenekon
senaryosunda bir Hollywood kokusu hissettiğimi yazarken bu Indiana Jones
filmine değinmiştim. (Bkz. “Silivri”, 18 Aralık 2012.)
“Indiana Jones Son Macera” (Indiana Jones and the Last Crusade) Steven Spielberg’in yönettiği
Harrison Ford ve Sean Connery’nin başrolleri paylaştığı ikinci dünya savaşından
hemen önceki yıllarda geçen 1989 yapımı bir macera filmi. Amerikalı film yapımcıları hikâyenin geçtiği dönemde Ortadoğu'da bulunan küçük, kimsenin tanımadığı, istediklerini
sallayabilecekleri bir ülkeye ihtiyaç duymuşlar ve bakmışlar ki kısa bir ömrü
olan bağımsız Hatay Cumhuriyeti var. Fransızların ayrılmasıyla birlikte 7
Eylül 1938’de bağımsızlığını kazanan Hatay Cumhuriyeti daha bir sene geçmeden, 29
Haziran 1939’da Türkiye Cumhuriyeti’ne katılmıştı. (“Kimsenin duymadığı bir yer” demişlerdir,
eh artık duyarlar!)
Ve Kutsal Kâse’nin peşine düşen kahramanlarımız
kendilerini İskenderun’da bulurlar. Hatay’ın başında Osmanlı paşası kılıklı otomobil meraklısı
bir adam vardır- oysa ki Osmanlılar sırmalı üniformalarıyla birlikte 15 yıl
önce tarih sahnesinden çekilmişlerdi ve Hatay Cumhuriyeti, komşusu Türkiye
Cumhuriyeti’nin Atatürkçü görüşünü benimsemişti.
Ve filmde Naziler Hatay Cumhuriyeti'nde cirit atıyor!
Varlığının hiç bir döneminde, ne de öncesinde,
ne de sonrasında Hatay Cumhuriyeti’nde Nazi askerleri dolanmadı!
Seyirci
eğlendirmek için başka ülkelerin tarihleri ve gerçekleri ile bu kadar rahat
oynanmamalı. Onları seyredip ciddiye alanlar gerçeğiyle karşılaşınca faka basarlar!
Şimdi filmdeki hayâl ürünü Almanlar ve onları kahraman
edasıyla pataklayan Amerikalıların etten kemikten vatandaşları İskenderun’a
doluşuyorlar. Yanlarında yalnız ismen “yurtsever” silahlar, karşılarında cismen
yurtsever gençlerimiz!
ENGLISH
The footnote links do not work; you will have to scroll down to to the footnotes for expanded information. Opening the blogsite on two seperate windows and keeping one on the footnotes will make it easier to go back and forth. Sorry for the inconvenience, I'm no expert!.
Other links should work.
Well, it happened, the arrival of the controversial Patriot missiles in Turkey culminated
with the arrests of 30-40 protesting “patriotic”youths.
The protesting patriots are people. The arriving Patriots are flying, exploding machines
(Phased-Array TRacking and Intercept Of Target).
Some backtracking now- following the trend of the
so-called “Arab Spring”, Syria has been exploding in violence for some time
now. And Syria has a 877 km. long land border with Turkey. Following the
accustomed pattern we have already seen in Iraq and Libya, the civilized
Western nations are gearing up to intervene, and naturally the US, wary of
the quagmire that was Iraq, would like nothing better than to involve Turkey in
it. With the nationalist elite in prison (see “Silivri”, 18 December- Aralık
2013[1]), much of the media
subservient, the opposition ineffectual if not in clandestine collusion, there
is no longer any authority to check the AKP government’s zeal. (See “War Drums of a Non-Militarist Government”, 18 September- Eylül 2012- would YOU trust this man- and his party- with
lethal weapons?) Prime Minister Erdoğan’s generously welcoming attitude towards
refugees may seem admirably humane, but there are persistent reports of Syrian anti-government
militants using the refugee camps on Turkish soil as bases, crossing the borders at will,
firerarms and all.
Then on October 3rd 2012 a shell flew in from across the
border and landed in the town of Akçakale, killing five civilians, three of
them children! This helped move on the parliamentary resolution, on the
following day, authorizing the armed forces to engage in extra-territorial
operations.[2] The deaths in Akçakale and proximity of combat across the border
were played up by the government which emphasized the need to protect the
exposed population on the Turkish side. The government officially asked our NATO allies for “defensive” Patriot missiles.
There was widespread suspicion among the government's opponents that
these “purely defensive” weapons were really a part of an agressive U.S. policy
in pursuit of its “Greater Middle East Project”. Assad’s Syria, its hands
already full with a full-fledged civil war, is in no position to enter into a
conflict with Turkey and indeed has expressed no such intention. A “purely
defensive” weapon system also has the capability to cover an attacker, which justifies suspicions
regarding the true motives of the US, and those of their lackeys at home, the
AKP government. In asking for missile protection from NATO, the AKP did
not care to consult parliament and the fact that the several hundred NATO
soldiers manning the missile batteries will include no Turkish personnel would
hardly bolster confidence. A spokesman for the Turkish military,[3] when asked by a reporter,
confirmed this during a newscast. I also learned from the reporter that the
missiles, having a range of 70 km., would be positioned in Kahramanmaraş, 100
km. from the border, a detail the military spokesman did not deny.[4] This implies that the
protection of border towns like Akçakale, which served as a pretext for the
whole enterprise, has never really been a consideration. This would affirm the claim
by opponents that the missiles will serve only to defend NATO command centers
in the area. Even as the reins are being handed over to foreign military authorities, the harrassment of Turkish officers continues. In the ongoing "espionage" investigations, courts have accepted the indictment of 357 supects, mostly officers, on Jan. 22nd, 2012. (Of the total number indicted, 310 are officers, both retired and active.) 88 of them will be held in custody during trials. All this on top of the "Sledgehammer" convictions and Ergenekon indictments! Admiral of the Fleet Nusret Güner has resigned in frustration today. This is a government that decimates its own armed forces while at the same time handing more and more authority to foreign ones!
Admiral of the Fleet Nusret Güneri
(Image from the media.)
Turkey has bitter history in surrendering too much authority to foreign allies in sensitive times. Soon after the outbreak of First World War the German battle cruiser Goeben and light cruiser Breslau were given the chase by the Royal Navy in the Mediterranean. They reached the Dardanelles on August 10th, 1914 and escaped the pursuers by continuing through towards Istanbul, the capital of the then still neutral Ottoman Empire. As a neutral country, it was not possible to give refuge to a warship of a belligerent party, so the ships were transferred to the Ottoman navy. The Geoben became Yavuz Sultan Selim and Breslau became Midilli. The crew remained, including the commander, Admiral Souchon, who was elevated to the command of the Ottoman Navy on September 23rd 1914.
Germans donning fezzes: the Turkified crew of the Goeben, now Yavuz Sultan Selim, on deck. The lifesaver still bears the original name.
A period postcard welcoming the new playmate; the little Turk asking to join Germany and Austria says "I would like to be, should you permit my wish, the third in your partnership."
In October Souchon took Yavuz Sultan Selim, Midilli and a number of other Turkish ships to the Black Sea and on
the 29th bombarded the Russian ports of Novrossysk, Odessa and Sebastopol. On
November 2nd Russia declared war, followed by France and Britain on the 5th![5]
In the ensuing war the Turkish command remained subservient
to German command, to the extent that the General Staff was full of Germans in
Ottoman uniform, under Chief of Staff Gen. Bronsart von Schellendorf (Prussian
colonel made Ottoman general!)
Bronsard von Schellendorf in Ottoman uniform.
The war ended catastrophically for the Turks,
with the collapse and dismemberment of the Ottoman Empire!
Now back to the Patriots,
and the patriots who opposed them.
The strongest nationalist opposition to the government
has been the Labor Party[6], the affiliated newspaper Aydınlık, the likewise affiliated
sattelite-only channel Ulusal, the
TGB[7], the ADD[8] They have been
orchestrating nationalist opposition activities against the fundamentalist-Islamist
government with increasing frequency and intensity over the last few years,
such as the breakthrough May 19th march,[9] the October 29th “Republic
Day” celebration,[10] the November 10th
activity,[11]
the solidarity activity at Silivri,[12] They have called the
nation to assemble in İskenderun harbor, where the missile systems were
expected to arrive by sea, for a major protest action. The Turkish Communist
Party[13] was also present,
physically clashing with the police, and reportedly burning a U.S. flag during
their protest action on the 21st; this would not have directly offended the
arriving contingents, seeing they were as yet limited Germans and Dutch!
The first ship[14] with Dutch missiles and accompanying military personnel arrived on the 20th of January and docked on the 21st.
The second ship[15] with German missiles and
contingent arrived and docked on the 21st.
The missiles fom Germany have arrived.
(Image from the media.)
The military equipment aboard.
(Image from the media.)
Deadly toys! The Patriots in Iskenderun harbor.
(Image from the media.)
A third, from the U.S., is still en route.(There are also men and equipment arriving from air.)
The protesters, less numerous than hoped for, demonstrated.
Patriots protesting Patriots, January 22nd, 2012.
(Image from the media.)
Seven German soldiers were assailed by members of the
TGB after leaving their hotel to shop. The TGB youths chased the Germans
with shouts of “Yankee Go Home” (there is some irony there somewhere!) and claim to have managed to put
“sacks” over the heads of two of them. The assailed soldiers sought refuge in a
jewelry shop while the police rounded up the activists.
The German soldiers taking refuge in a jewellery shop, after the "sacking" attempt.
(Image from the media.)
The day ended with the
arrest of as many as 41 TGB members, including president of the organization
İlker Yücel.[16]
By the morning of the 23rd they were released. The “sacked” German soldiers did
not lodge complaints. There is some unclear and shaky footage of the event:
The
idea of putting “sacks” over the heads of soldiers has its origin in a
humiliating incident in 2003. On July 4th, U.S. troops in Al-Sulaimaniya, Iraq, raided and
arrested eleven Turkish soldiers (a captain, 2 lieutenant-commanders, 8 NCO's), their interpreters, and a British national
searching for his daughter, and placed hoods over their heads in the process.
They were detained for sixty hours before being released.[17] Critics of the government
consider official reaction too mild and indicative of the AKP’s subservient
attitude vis-a-vis the US.
On
October 19th 2011 eight TGB members actually managed to place a hood over
the head of a U.S. soldier on shore
leave from the USS Ramage in Bodrum.
They photographically recorded their feat before escaping, but were caught soon
afterwards and their photographic equipment was impounded, but the age of mass
communication is here. See:
(The
person in the red shirt you see them chatting with is Jesus Salazar Munoz, the American soldier they "sacked", being
given a lecture about the evils of American imperialism.)
The
trials of the eight youths are still not concluded; the prosecutor asks for
three to sixteen years in prison. As yet the US soldier has not filed a
report on the incident.
On
July 17th 2012 seven members of the TGB attempted to place hoods over the
heads of sailors from the aircraft carrier USS
Abraham Lincoln on shore leave in Antalya. They were immediately arrested
by the police.
I would like to conclude this article, at the risk of
repeating myself, with one of my personal pet-hates, Spielberg’s Indiana Jones and the Last Crusade.[18] In this 1989 film
starring Harrison Ford and Sean Connery, Indy comes to Iskenderun personally,
at that time part of the independent Republic of Hatay. The French-occupied
Ottoman province of Iskenderun obtained its independence and became the
Republic of Hatay on September 7th1938, and was reunited with Turkey on June
29th 1939. Requiring an independent small state in the Middle East just before
the outbreak of the Second World War and finding it in the Republic of Hatay, the
American filmmakers made free use of it with characteristic insensitivity towards other nations and their
histories. In total contradiction with facts, they portray the head of state as
a kind of Ottoman Pasha (fifteen years after the complete disappearance of the
Ottoman Empire from world history) and the countryside overrun with Nazis.
Now the real compatriots of the fictitious Germans and heroic Yankee of the film are converging to that port, which is of course a real place and not just a film set. They bring with them shiploads of contraptions that are Patriots in name, to be met and challenged by real people who are patriots in spirit.
The Yank punching the Kraut in Hatay. The "sack" action was much gentler!
Now the real compatriots of the fictitious Germans and heroic Yankee of the film are converging to that port, which is of course a real place and not just a film set. They bring with them shiploads of contraptions that are Patriots in name, to be met and challenged by real people who are patriots in spirit.
[1] Also
“Sledgehammer Verdicts”, 22 September-Eylül 2012, “Reacting to the SledgehammerVerdicts”, 26 September-Eylül 2012, “May 19th- Celebrating at All Costs”, 18
May-Mayıs 2012, “The Flag and theRibbon”, 30 Mayıs-May 2012, and also Cem (James) Ryan’s articles on “Cem Ryan to Obama”, 16 July-Temmuz 2012.
[2] See "The Shelling of Akçakale and Reprisals", 7 October- Ekim 2012..
[3] Air
Force Maj. Cengiz Albacak, on being asked by a reporter, gave the information
on television that the missile crews
would include no Turkish personnel , Interview conducted on the January 21st, 2013. It was also reported in Aydınlık, January 22nd 2013.
[4] The
question was posed in connection with potential danger of incoming warheads being demolished over
Turkish territory; the answer was mainly to the effect that the choice was made
based on risk-analyses conducted by Turkish and NATO units.
[5] You can
read a more detailed account on:
[6] İP, İşçi Partisi.
[7] Türkiye Gençlik
Birliği, “The Union of Turkish
Youth”.
[8] Atatürkçü Düşünce Derneği,
“Society for Kemalist Thought”.
[9] See “We Celebrated May 19th- And How”, 20 May-Mayıs 2012.
[10] See “WhatI saw on Republic Day”, 1 November-Kasım 2012.
[11] See
“Simba and November 10th”, 13 November-Kasım 2012.
[12] See“Silivri”, 18 September-Eylül 2012.
[13] TKP,
Türkiye Komünist
Partisi.
[14] The Luise Russ, port of registry Gibraltar, from the Netherlands (Eemshaven) Jan, 7th.
[15] Suecia
Seaways, port of
registry Kopenhagen, from Germany
(Travemünde), Jan. 8th.
[16] Subsequent news reports of the arrests
vary, from 28 upwards. The highest number is 41, as reported by Ulusal on the evening of the event,
directly from the mouths of those arrested.
[18] I
touched on this topic in footnote 14 of “Silivri”, 18 December- Aralık 2012.