7 Ekim 2012 Pazar

AKÇAKALE'YE TOP MERMİSİ VE MUKABELELER- THE SHELLING OF AKÇAKALE AND REPRISALS


TÜRKÇE (For English text please scroll down.)

3 Ekim 2012’de Suriye sınırındaki Akçakale kasabasına bir top mermisi düştü. Suriye tarafından atıldığı söylenen mermi ikisi kadın üçü çocuk beş vatandaşımızı öldürdü.


Türkiye bir açıklama beklemeden karşılık verdi. Kendi basınımıza göre bizim atışlarımız sonucunda yirmi Suriye askeri hayatlarını kaybetmiş. Başka kaynaklar da otuzdört gibi bir sayı veriyor.


Başbakan Erdoğan’a göre anında verilen bu tepki kendi kararıymış.


Suriye Akçakale’ye düşen mermi meselesini incelediğini belirtti. Vatandaşlarımızı öldüren atışın Suriye tarafından yapıldığı henüz kesin değil, hele bu konuda bir emrin yukarı kademelerden geldiği hiç olası görülmüyor. Öte yandan bizim misilleme atışlarımızın sorumluluğunu başbakanımız bile bile, hatta iftiharla üstüne alıyor. Almış olduğu canlar ne onu ilgilendiriyor, ne de bizim medyayı.

 "Babacığım, başka bir küçük kızın babasını mı öldüreceksin?"
Ressam belirsiz, Life dergisi, 1898
ABD- İspanya savaşı ile ilgilidir.

Müslüman kardeşliğine o kadar önem veren başbakanımızın komşu ülkedeki din kardeşlerini öldürmek konusunda bu kadar hissiz olması en azından ilginç! PKK’nın şehit ettiği askerlerimizin ailelerinin acılarını ve gözyaşlarını ekranlarda ve gazetelerin ön sayfalarında uzun uzun sergileyen, evlenemedikleri nişanlıların ve göremedikleri evlatlarının görüntülerini zihnimize ve vicdanlarımıza kazıyan medya kendi silahlarımızla şehit ettiklerimizi (evet, onlar da “şehit” olmuş oluyor, kendi tanımlamamızla) insandan saymıyor. Demek savaş psikolojisine bu kadar açığız!


1992’de Ege’de yapılan bir ortak NATO manevrasında ABD’nin Saratoga uçak gemisinden ateşlenen iki füze bizim Muavenet destroyerimizin köprüsünü vurdu, gemi komutanıı dahil beş subayımız öldü. ABD olayın bir kaza olduğunu bildirdi. Geçtiğimiz günlerin mantığına göre bizimkiler hemen misilleme yapıp yirmi Amerikan denizcisini haklaması gerekirdi. Mevzubahis olan dost, müttefik ve büyük ağabey Sam Amca olunca iş bu kadar ileri gitmedi tabii. (ABD donanması olayla bağlantılı olarak beş subay ve üç ere sicil cezaları verdiklerini okudum. Kaybettiğimiz gemiye karşı da USS Capodanno’yu verdiler, bu gemiye tahrip olan Muavenet’in adı verildi.)


Neticede iki yanlış bir doğru yapmaz; o zaman Amerikalılar mevzubahis olunca doğru olan şimdi Suriyeliler için de doğru olmalıydı.

Birkaç ay önce doğu Akdeniz’de bir RF-4E savaş uçağımız düşmüştü. (Tarih 22 Haziran 2012.) Suriye, uçağımızı kendi hava sahası üzerinde düşürdüğünü ilan etti ve bizim taraftan çok çeşitli, çelişkili açıklama geldiyse de hava sahası ihlâli meselesi inkâr edilmedi. Hükümet o zaman da savaş tamtamları çaldı ve NATO’yu da harekete geçirmeye çalıştı ama neyse ki Hilary ne de Barack bile bizim başbakanımız kadar hevesli gözükmediler de iş savaşa dönüşmedi. 

Hükümetimizi eleştiren çevrelere göre silahlı militanların mülteci kamplarını üs olarak kullanarak Suriye içerisinde saldırılar düzenlemelerine göz yumulması savaşı Türkiye’ye zaten getirmiştir. Kuzey Irak’taki Barzani rejiminin ve destekçisi ABD’nin ülkemizde saldırı düzenleyip pusular kuran PKK militanlarına evsahipliği yapmalarına kızarken kendimiz daha iyi davranmıyoruz. Hükümet komşumuzdaki rejim düşmanı militanları eğiten bir özel kurumun (SADAT) kurulmasına izin vermiş, hatta büyük olasılıkla desteklemiştir.

Bilmem bütün bu saldırgan, militarist faaliyetlerin bir sivil hükümetin başının altından çıktığını belirtmeme gerek var mı! Yine sivil bir başbakan olan Turgut Özal da zamanında “bir koyup üç alma” mantalitesiyle Bush’un peşinden Irak’a girme heveslisiydi!  Dönemin genelkurmay başkanı Necip Torumtay "İnandığım prensiplerle ve devlet anlayışımla hizmete devamı mümkün görmediğim için istifa ediyorum." diyerek görevinden ayrılmıştı (3 Aralık 1990). Neyse ki Türkiye iki körfez savaşına da aktif olarak katılmadı. 

Ama şimdi sırada Suriye var ve ülkemizin başında ABD’nin cici çocuğu Tayyip Erdoğan ve kankası Abdullah Gül var, etkin sesler hapiste, silahlı kuvvetlerin kumanda kademesi hüküm giymiş durumda. Bizi ABD’nin hazırladığı savaşa sürüklemelerine bir engel kalmamış görünüyor. Ayın üçünde düşen top mermisi için ayın dördünde meclisten Türk Silahlı Kuvvetleri’ni sınırötesi operasyonlara gönderme yetkisini veren teskereyi çıkarttılar- süre ve yer belirtmeden! Evet, protestolar oldu ama AKP milletimizin gönüllerini ve vicdanlarını- ve hatta cüzdanlarını- rehin tuttukça iyimser olmakta zorlanıyorum.


Taksim'de tezkereyi protesto gösterisi- 4 Ekim 2012
Protesting the parliamentary resolution allowing extraterritorial military operations- Taksim Square, Istanbul, October 4th, 2012


ENGLISH
The footnote links do not work; you will have to scroll down to to the footnotes for expanded information. There are only two footnotes so it shouldn't be too much trouble.

October 3rd 2012; an artillery shell, allegedly fired from Syria, landed in the Turkish border town of Akçakale, killing five civilians- two women and three children.
Turkey did not wait for an explanation, but responded in kind, firing back over the border. The Turkish media reported twenty Syrian soldiers dead. Other sources claim the number of Syrian soldiers killed to be as high as 34.
Prime Minister Erdoğan proudly claims all credit for the swift response.

Syria has stated that it has launched an investigation into the affair. It is by no means certain that the shell was fired by the Syrian army. It is even less certain that the order to fire came from above. However, our prime minister has proudly declared to all and sundry that he himself has masterminded and managed the response that caused the deaths of at least four times as many Syrians. This cavalier attitude towards killing Muslim soldiers sounds odd coming from a leader who has shown so much enthusiasm for an Islamic brotherhood. Strange also is the attitude of the media which fill the papers and TV screens with tearful images of bereaved mothers and fathers when it comes to our own soldiers killed by PKK insurgents, and accept so readily the loss of life caused by our own weapons. 

“Daddy, are you going to kill some other little girls’ father?” 
anonymous illustration from Life magazine, 1898,
The occasion was the Spanish-American War

 In 1992, during a joint naval operation in the Aegean sea within the NATO framework[1], missiles fired from the US aircraft carrier Saratoga hit the bridge of the Turkish destroyer Muavenet, killing five, including the commander of the ship (October 2nd, 1992). The US immediately reported that the event was an “accident”. Following the reasoning that is popular today, the Turkish ships taking part should have immediately reciprocated, taking out at least twenty yankee sailors.Naturally, the assault coming from friend, ally and big brother Uncle Sam, no such measure was even contemplated.[2] Two wrongs most definitely don’t make a right, then as well as now!

Earlier this year a Turkish RF-4E crashed into the Mediterranean, off the Syrian coast. (June 22nd, 2012). Syria claimed to have shot it down over its own territory, the Turkish government did not deny that, but beat its war drums on that occasion too, calling on NATO for unified action. Even Hillary and Barack seemed less gung-ho than our own Tayyip Erdoğan, their protegé . Critics here do not hesitate to point out that our government has effectively imported the war by allowing armed insurgents to operate from refugee camps in our country, just as PKK insurgents have been operating out of northern Iraq, much to our chagrin. We may well be indignant and angry that Barzani in northern Iraq, and his US. protectors, host these armed groups that carry out raids into our country, but we are no better! Our government has even allowed, most probably backed, the creation of a private organization (SADAT) for their supplying and training.

Need I point out once again that it is a civilian government that is acting so hawkish? Back in 1990, when (civilian) prime minister Turgut Özal, with the hope of “betting one and winning three” was pushing for participation in the first Gulf war alongside Bush, Chief of Staff Necip Torumtay opposed and resigned with the words: “Since my principles and my conception of the State no longer allow me to serve, I hereby resign.” (December 3rd, 1990). Happily Turkey did not participate in either of the Gulf wars. However now, with Syria as next in line, good ol’boy Erdoğan as PM and kindred spirit Abdullah Gül as president, with all dissenting influential voices either awaiting trial or already convicted- including the entire command structure of the Armed Forces, the road seems open for active military participation in a war that the US. has engineered. To this end Erdoğan’s AKP has used the Syrian gunshell incident to bring about a parliamentary resolution (October 4th 2012) licensing the Armed Forces to carry out extraterritorial military operations- with no limitations stipulated as to time and place! Demonstrations were held against the resolution but with the AKP’s stranglehold on the nations’ minds and souls- and pocketbooks- there is little room for optimism!




[1] Exercise Display Determination 1992
[2] The US navy meted “non-judicial punishments” to five officers and three enlisted men, which held career consequences only. Turkey received the USS Capodanno as partial compensation. The vessel was renamed Muavenet.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder