25 Şubat 2013 Pazartesi

SİLİVRİ, 18-02-2013

TÜRKÇE (For English text please scroll down.)

18 Şubat 2013 sabahı: Ergenekon destanına bir başlık daha açılırken Silivri duruşma salonu tam tahkim yeni bir kuşatmanın bekleyişine girmişti. Ergenekon duruşmalarının 276ncısı yapılacaktı o gün!

"Tutsak yurteseverlerle" dayanışma için Silivri'deki duruşmaya gelenleri taşıdıktan sonra  otoyol boyunca park eden otobüsler.
18 Şubat 2013
(Görüntü kendi objektifimden.)
13 Aralık 2012’deki duruşma hem salondaki dinleyicilerden hem de dışarıda bekleyen kalabalıktan gelen tezahüratlar, sloganlar ve yuhalamalar nedeniyle sıl sık kesintiye uğramıştı. Hatta duruşma salonunun karşısındaki kapıda biriken halk ile jandarma arasında sulu gazlı tepişmeler de yaşanmış, biz o sırada lojmanların girişindeki caminin bir-bir buçuk saatlik tuvalet kuyruğunda olduğumuz için bu renkli manzarayı kaçırmıştık! (Bkz. “Silivri”, 18Aralık 2012.

Silivri "kampusu", duruşma salonuna bakan giriş,
13 Aralık 2012.
"Kapıdaki Düşman!"
(Görüntü medyadan.)
O gün Ergenekon davasının karar günü olacaktı, kimse de bu kararların 21 Eylül 2012’de verilen Balyoz kararlarından adil olacağını umacak kadar saf değildi. (Bkz. “Balyoz”, 6 Eylül 2002, “Balyoz Hükümleri”, 22 Eylül 2002, “Balyoz Kararlarına Tepki”, 26 Eylül 2002.) En olumsuz olasılık, yani mahkeme kararlarının verilmesi haksız suçlamaların resmileşmesi, belki de orada toplanan halkın tepkileri sayesinde engellenmişti.

Ve Ergenekon destanı devam ediyor!

27 Aralık 2012’deki duruşmaya İstanbul Barosu başkanı Ümit Kocasakal 1000 avukatla birlikte bir sefer yapacağını ilan etti. O sayıyla olmasa da seferini gerçekleştirdi. Ertesi gün (28 Aralık) Aydınlık “yüzlerce” diye iletti, Cumhuriyet ise “onlarca”- hatta tam sayı olarak da  “33”. 

Kocasakal hükümetin Atatürk cumhuriyetini tasfiyeye yönelik cadı avına karşı belirgin bir duruş sergilediği için doğal olarak “yandaş” çevrelerin hedefi hâline geldi. Hedef deyince, bu sadece mecazi anlamda olmayabilir: 2 Ocak 2013’te yılbaşı tatili dönüşü yazı masasının üstünde bir mermi bulunduğu haber edilmişti! Üst kattan aşağı doğru, döşemenin içinden atılmış.

27 Aralık “seferinden “ üç gün sonra, 31 Aralık 2013’te, Kocasakal’a karşı dava açıldı. Gerekçe 27 Aralık seferi değil, sekiz ay önce 6 Nisan 2012’de yapılan “baskın!”. O tarihte Kocasakal 9 Baro Yöneticisi (8 avukat+ 1 Baro yayın kurulu üyesi) beraberinde Silivri’de duruşma salonuna girmiş, dava sürecindeki hukuksuzlukları eleştiren bir bildiri okumuştu. Bu eylemden dolayı Kocasakal ve yanındakilere “yargı görevini yapanı engellemeye çalışmak” gerekçesiyle 4 yıla kadar hapis istemiyle açılan dava aslında onların tamamen tasfiyesini hedefliyor; iki seneden fazla hüküm giyen bir avukat kanunlara göre artık avukatlık yapamaz.

Ümit Kocasakal, "Avukatlar baskını",
6 Nisan 2012.
(Görüntü medyadan.)
Eğer 13 Aralık kalabalıkları tehlikeli göründüyse o zamandan beri köprünün altından- ve insanların yüzlerine- çok su aktı! Sivil darbeci AKP, sözde muhalefet MHP ve CHP, ve “bu işten bir bağımsız Kürdistan çıksın, TC’nin canı cehenneme” yaklaşımındaki BDP, terörizmden hüküm giymiş hapiste yatan PKK liderine de danışarak, aslında kimsenin talep etmemiş olduğu bir “yeni anayasa” sürecine girmişler. Ülkeyi bölecek, taassup ve irticaya kapıları açacak, daha otoriter ve artık bundan böyle ”Türk” bile olmayan bir anayasanın belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor olmasının ve “terörist örgütün” başının bu süreçte muhatap alınırken aydınların ve subayların “terörizm” iddiasıyla içeride tutulmasının halk üzerinde nasıl bir etki yapacağı, 13 Aralık’taki “tehlikeli” gürühun “tehlikeliliğini” nasıl katmerlendireceğini düşünüp kayguya düşmüş olmalılar ki 18 Şubat’ta güvenlik tedbirleri bambaşka bir boyuta ulaşmıştı! Hele ki Başbakan’ın 17 Şubat’ta Midyat’ta bir toplu konut açılışında söylediği (ve onu eleştiren medya’nın tabii ki kaçırmayıp üstüne atladığı) son derece gereksiz “...biz her türlü milliyetçiliği ayaklar altına almış bir iktidarız...” sözleri taptazeydi ve daha kulaklarda çınlıyordu!

Otobüsümüz bizi geçen seferki gibi anayolda bıraktı, biz ortayaşlı aktivistler yamacı tırmandık, köfte-ekmek, ayran, çay ve yurtsever aksesuarlar satan tezgâhlar boyunca ilerleyerek ömrümce görmesem özlemeyeceğim “Silivri Ceza İnfaz Kampusuna” yaklaştık.
 
Tehlikeli aktivistler Silivri yolunda! Bu tiplerden kim korkulmaz mı?
(Görüntüler kendi objektifimden.)
Yurtseverlik aksesuarları, ehven fiyata!
(Görüntü kendi objektifimden.)
 

Açık hava iştah açar!
(Görüntüler kendi objektifimden.)

Artık Silivri “Kampusuna” giden yol o kadar önceden kapatılmıştı ki lojmanların girişindeki cami bile kıymetli tuvaletiyle birlikte ulaşılmaz olmuştu. Sıra sıra demir baryerler dikilmiş, arkalarında miğferli kalkanlı “Robocop” görünümlü jandarmalar sıralanmıştı. 

 
Hatt-ı müdafaa, sath-ı müdafaa!
(Görüntü kendi objektifimden.)

Baryerlerinden oluşmuş dehliz gibi bir yol insanların ancak tek tek geçilebileceği bir kapıya gidiyordu. Kapının ötesinde “toma” tabir edilen ve basınçlı su püskürtmek için kullanılan bir jandarma aracı namlusunu bu dar kontrol noktasına doğrultmuş bekliyordu. Duruşma salonu dolmuş, daha fazla dinleyici almadıkları için girişler durdurulmuştu.  
Yüzüne koruyucu bir maske bağlamış sırılsıklam bir hanımla konuştuk; ilk posta gaz ve suyu yemiş bile. Gazla 29 Ekim’de Ankara’da tanışmış, bizim gibi! (Bkz.”Cumhuriyet Bayramı’nda Ne Gördüm”, 1 Kasım 2012.) Söylediğine göre o zamandan astım kalmış hatıra olarak! Kontrol noktasının tekrar açılmasını bekliyordu, 13 Aralık’taki gibi duruşma salonuna yaklaşabileceğini düşünüyordu. 

 
Gazlanmış ve sırılsıklam!
(Görüntü kendi objektifimden.)

Biz kapalı bir alana girmeye çekindik, Silivri Nöbeti Çadırı’nın ötesinde, lojman girişinin karşısına düşen çevreye hakim tepeye gitmeyi tercih ettik.
Tepede de birçok insan vardı; TGB’li gençler de oradaydılar ve genel başkanları İlker Yücel’den talimat alıyorlardı. Bu talimatlara göre o gün geri planda duracak, flamalarını da açmayacaklardı. Gerekçelerini bilmiyorum ama şu kadarını söyleyebilirim ki, bazı medyanın ilettiğinin aksine, az sonra olacaklarda hiç rolleri yoktu; o sırada tepede, bizim yanımızdaydılar.

İlker Yücel TGB.'li gençlerle: orada ama geri planda!
(Görüntü kendi objektifimden.)
Bu arada kontrol noktası açılmış, insanlar içeri alınmaya başlamıştı. Ama "içerisi” demek duruşma salonuna yakın bir yer değil, giriş noktasını geçtikten kısa bir mesafe sonra, duruşma salonundan yarım km. uzakta baryerlerle ağıl gibi çevrili bir alandı. 
Yukarıdan bu alanın yavaş yavaş doluşunu seyrettik. Baryerlerin öbür tarafında jandarmalar, iki tane de “toma” hazır bekliyordu. Derken “ağılın” içine doluşan kalabalığın üzerine iki yandan basınçlı su püskürtüldüğünü gördük. Birazdan o tanıdık gaz bulutları da yükselmeye başladı. Durduğumuz noktadan kameramla görüntüledim, ilk görüntü dosyam saati 10:42, sonuncusu 11:21 olarak veriyor, yani temiz 40 dakika sürmüş- sıkışık bir alanda ıslanıp gazlanmak için iyi bir süre!


Vatandaşa temel hizmetler: gaz ve su! Neyse ki elektrik yoktu!
(Görüntü kendi objektifimden.) 

İnsanlar dağıldı, ve o günlük kavga gürültü bitti! Doktor çağrıları duyduk, yarası daha ciddi olanlar için ambulans geldi.Tazyikli suyu yiyenlere göre suyun içinde kum ve çakıl varmış!
 





Ve sonrası..!
Silivri Ceza İnfaz Kurumu Kampusu önü, 18 Şubat 2013.
(Görüntüler medyadan.)

(Aşağıda, Türkçe metnin sonunda videoklip var!)

Ve bekleyiş başladı. Eylül 2011’den beri orada çoğu zaman mahzun bir nöbet tutan Silivri Nöbet Çadırları dopdoluydu. 

Silivri Nöbet Çadırları, Eylül 2011'den beri burada! Böyle günlerde dopdolu, çoğu zaman yapayalnız ve soğuk!
(Görüntü kendi objektifimden.)

Hele çadırların arkasındaki seyyar tuvaletler- susuz da olsalar- can kurtarıyordu. Gerçi bayanlar için caminin tuvaletinin yolunu açtılar ama erkekler için seçenek sonuna kadar ya kır, ya kokuydu.
 
İhtiyaç molası!
(Görüntü kendi objektifimden.)

İçeriden gelen haberlere göre salondaki dinleyiciler sanıkları tezahüratla karşılamışlar.
Avukatlar bizi ara ara bilgilendirdiler: tutuklu yargılanmakta olan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ için üç emekli komutan şahitlik yapmaya gelmişti. Bunlar, Başbuğ döneminin kuvvet komutanlarıydı: o zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Işık Koşaner, Hava Kuvvetleri Komutanı Aydoğan Babaoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanı Metin Ataç ve Jandarma Genel Komutanı Atilla Işık’tı.

Hatırlarsanız bunlardan Işık Koşaner sonradan kendisi Genelkurmay Başkanı olmuş, 29 Temmuz 2011’de “personelinin hukukunu koruyamadığı” gerekçesiyle istifa etmiş, o günkü kuvvet komutanlarının üçü de ona katılmıştı: Kara Kuvvetleri Komutanı Erdal Ceylanoğlu, Hava Kuvvetleri Komutanı Hasan Aksay, Deniz Kuvvetleri Komutanı Erdal Uğur Yiğit. Taraf o meşhur “Karpuz Kesecektik” manşetini o vesileyle atmıştı. (30 Temmuz 2011; bkz. “Çığlık Atılası”, 12 Şubat 2013.) İstifa etmeyen tek komutan olan Jandarma Genel Komutanı Necdet Özel de Genelkurmay Başkanlığı'na getirilmişti, şimdi aşağısı sakal yukarısı bıyık vaziyette komutanlığını icra etmeye çalışıyor!

Sanık Başbuğ kendisi benzer baskılar altında Genelkurmay Başkanlığı yapmış, bir iki kere diklenmekle birlikte gergin geçen komutanlık dönemini 30 Ağustos 2010’da emekli olarak geride bırakmıştı. Ama AKP ve “Cemaat” onu bırakmadı! O Başbuğ değil miydi ki 17 Aralık 2009’da Trabzon’da Oruç Reis fırkateyninden yaptığı çıkışla hükümeti eleştirmişti? Hatta 20 Ocak 2010’da Taraf gazetesinin "cami bombalamalı" Balyoz manşetine de 25 Ocak’ta masa yumruklayarak, “lanetleyerek” tepki vermiş, hatta “Silahlı Kuvvetlerin de bir sabrı vardır” şeklinde tehditkâr bir ifade bile sarfetmişti. Bu lâfların arkası gelemezdi, “darbeci” olmadığını tekrar tekrar kanıtlamak durumunda kalan Silahlı Kuvvetler için zaten böyle bir ihtimâl kalmamıştı. Ama AKP ve cemaat Başbuğ'un etkisiz diklenmelerini unutmadı!

Taraf gazetesi 20 Ocak 2010'da meşhur "Balyoz" manşetli haberini yayınladıktan sonra Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ 25 Ocak 2010'da ithamları lânetleyerek, yumruğunu masaya vurarak inkâr etti. Aşağıdaki link'ten görebilirsiniz:


Emekli olduktan 17 ay sonra , 2 Ocak 2012’de “internet andıcı” meselesinden sorgulamaya çağırıldı, 6 Ocak’ta da tutuklandı, o zamandan beri de Silivri’de tutuklu ve hakimlere cevap vermediği gibi bazen duruşmalara da katılmıyor.

İlker Başbuğ’un hukukunu savunan bir internet sitesi de var:

 http://www.ilkerbasbug.com.tr

Sonra ne oldu? O öğleden sonra avukatların bizlere ilettiğine göre mahkeme heyeti emekli komutanların şahitliğini kabul etmemiş. Şaşırdık mı? Yooo! Duruşma salonundaki dinleyiciler sesli olarak tepki vermişler. Biz birşey yapmadık, sesimizi duyuramayacak kadar uzaktaydık!
Fidanı korumak ve büyütmek lâzım!
(Görüntü kendi objektifimden.)
Duygularını gizlemeyen bir hanımefendi!
(Görüntü kendi objektifimden.)

Duruşma 11 Mart’a ertelendi. Ergenekon destanı devam ediyor!
Videoklip
Silivri, 18 Şubat 2013.
(Görüntüler kendi kameramdan.)
Videoclip 
Silivri, February 18th 2013

 (Images from my camera.)

ENGLISH
The footnote links do not work; you will have to scroll down to to the footnotes for expanded information. Opening the blogsite on two seperate windows and keeping one on the footnotes will make it easier to go back and forth. Sorry for the inconvenience, I'm no expert!.
Other links should work.


The Ergenekon saga reached another chapter on February 18th, 2013 as the notorious Silivri prison courthouse braced itself for another siege of protesters. It was to be 276th hearing of the notorious trials- if indeed the word "hearing can be applied to such stone-deaf judges!

The busses and cars that ferried in the demonstrators parked along the highway 
on February 18th, 2013.
(Image from my own camera.)

The court session of December 13th 2012 had been regularly disrupted by the slogans, songs, cheers, hoots and jeers of the assembled crowd.[1] There were even clashes as the crowd tried to force its way into the courthouse and the security forces resorted to gas, water and clubs- which we missed because we were stranded at the more than hour-long toilet queues at the mosque next to the gateway to the staff lodgings. 

 Siilivri prison compound, December 13th 2012.
"Enemy at the Gates!"
(Image from the media.)

It was to have been a day of verdicts, and no one had reason to believe that they would be in any way fairer than the scandalous Balyoz (“Sledgehammer”) verdicts of September 21st.[2]

A number of citizens had been admitted into the courtoom, which was quickly filled to capacity. To the thousands waiting outside the lawyers had regularly reported the proceedings. The reaction of the people admitted to the courtroom joined to the very vocal demonstrations outside may very well have been instrumental in avoiding the worst: the  actual passing of the sentences. So the Ergenekon saga drags on![3] 

Then Ümit Kocasakal, President of the Bar of Istanbul, threatened to come and attend the Ergenekon court hearing of December 27th 2012 with "a thousand lawyers" in an action questioning the credibility of the court. He came with "hundreds" or "33, according to whom you believe![4] This wasn't the first time; Kocasakal has been very vocal and active in his criticism of the government’s “conspiracy trial” frenzy aimed at neutering all opposition, be it intellectual, journalistic, legal, or military. He and 9 high placed members of the Bar had already delivered a critical proclamation in the courtroom at Silivri on April 6th, 2012.

Ümit Kocasakal, President of the Bar of Istanbul (holding proclamation) with lawyers at Silivri prison, April 6th, 2012.
(Image from the media.)
He has naturally been targeted by the lackey pro-government media.[5] Then on January 31st 2013 Kocasakal, President of the Bar, found himself indicted, as did the 9 others who accompanied him, for the action in April! They will now have to face the judges for “attempting to obstruct justice.” They may receive up to four years of prison. A sentence of more than two years means the legal termination of a career as a lawyer.

If the crowds seemed threatening on December 13th, much more water had gone under the bridge (and onto people's  faces) since then! 

The talks for a new Constitution between the AKP, the “opposition” MHP and CHP and the “interested party” BDP seem to be leading inexhorably towards a yet more authoritarian government, the suppression of the “Turkishness” of Turkey, and the separation of the east and southeast as a new Kurdish state at the behest and under the protection of the U.S.[6] The government has entered into direct talks with imprisoned PKK leader Abdullah Öcalan[7], who is now actively involved in talks on the new constitution. Many see it as a clear act of treason that the government should enter direct negotiations on vital national issues with the leader of an acknowledged terrorist organization while the elite of the Republic is held for years on unfounded allegations of belonging to a hypothetical terror organization.[8] The AKP proposal to remove the term “the Turkish Nation” from the text of the Constitution does nothing to endear the government, and Prime Minister Erdoğan’s ill-advised statement “...we are a government that has trodden every kind of nationalism underfoot...” of just a day before was very fresh news! [9]

Judging from the extent of the security measures at Silivri, the government must have been expecting the worst. 

Activists making their way from the busses towards the penal compound. How threatening do they look?
(Images from my own camera.)
Normality and life sneaks in everywhere. There was food to be bought, and patriotic paraphernalia. It could almost be fun if not for the tension.
Making the most of the occasion for a quick profit: patriotic items for sale!
(Image from my own camera.)
Fresh air makes you hungry!
(Images from my own camera.)

The road leading to the penal complex was completely 
cordoned off with fences and gendarmes in riot gear. Though we had been able to go all the way to the gate before the courthouse on December 18th, this time we came up against multiple fences and a very narrow entrance that made even the gate to the staff lodgings and mosque- with the precious toilets- out of reach! 

The dividing line!
(Image from the media.)

We met a lady who had arrived earlier and already been gassed and soaked with water! And the weather was too chilly to pass a whole day drenched! She also suffered from asthma which she claimed to have inherited from the Republic Day standoff at Ulus Square on October 29th, 2012, which was our own first encounter with gas as well.[10]
 
A drenched and gassed lady!
(Image from my own camera.)

 Citizens wishing to attend had been let through until the courtroom was full, and then further admittances through the narrow checkpoint at the barricades were stopped. The lady, dripping wet, was waiting to be allowed to go through while we felt uneasy about going into a fenced-in area. We climbed up a hill with an uninterrupted view of the area beyond the barricades.

On the hill we were right next to the TGB (Türkiye Gençlik Birliği,"Union of Turkish Youth") group receiving their instructions personally from İlker Yücel himself, (their leader). And the order of the day was to keep a low profile, not even unfurl their banners. I don't know why it was so, but later on I did hear the pro-government media blaming the TGB for the skirmish that was to happen. We are witnesses; they were blameless.
(Image from my own camera.)

It was clear to see from our vantage point that people going through the narrow checkpoint could go only so far, into a sealed off area like a corral, still some 500 m. from the gate before the courtroom. Beyond the barricades stood gendarmes, plus two trucks with nozzles primed to squirt pressurized water.

The "corral" filled up steadily as people kept coming in. Then at 10:42 (according to my camera clock) we saw the jets of water shooting onto the captive crowd. The gas wasn’t late in coming! My last video file showing the scuffle was shot at 11:21- a time span of almost forty minutes! That is a long time to be in a confined crowd with gas and shooting water .

Basic utilities: gas and water for the citizens! Thank goodness no electricity!
(Image from my own camera.)

The people scattered- and that was the end of the confrontation that day. There were calls for doctors, and an ambulance came for the more severely hurt. Those who experienced the gush of water claim it contained sand and gravel. (There is a videoclip of the day above, between the Turkish and English texts.)

Images of the confrontation
before the Silivri Penal Campus and the immediate aftermath!, February 18th, 2013.
(All images from th media.)

Then we waited. A large number of people milled around the tents and containers of the “Silivri Watch”. 

Since September 2011, volunteers have been  maintaining the “Silivri Watch” (Silivri Nöbeti), uninterrupted around the clock in all kinds of weather in tents and containers. It is a heroic manifestation of support for and solidarity with the “captive patriots” of Silivri. Good thing they were there- their toilet cubicles were vital![11]

 Tents of the "Silivri Watch" (Silivri Nöbeti); crowded on days like this, lonely, cold, but determined most of the time! Uninterrupted since September 2011!
(Image from my own camera.)
Nature calls!
(Image from my own camera.)

News from inside the courtroom was that the defendants were greeted with cheers from the attending public.

In the afternoon we heard news from the lawyers. The defense brought three high-profile witnesses- four retired generals, erstwhile commanders of the Forces, came to testify on behalf of Ret. Full-Gen. İlker Başbuğ, under whom they had served.[12].

Başbuğ was himself Chief of Staff when the Balyoz (“Sledgehammer”) plot allegation hit the headlines of the virulent newsrag Taraf.[13] 

When Taraf published its "Sledgehammer" conspiracy allegation, Chief of Staff İlker Başbuğ made a strong rebuttal on January 25th 2010, banging his fist on the desk and "cursing" the ones making the allegations.
To see and hear him for yourself:


He served out his term in tense and uneasy cooperation with the government.[14] Retired on August 30th, 2010, he was called in for questioning seventeen months later, on January 2nd, 2012, and arrested on the 6th of that month for “leading an armed terror organization and attempting to overthrow the government”.[15] He has been in captivity in Silivri ever since, and disdains to answer the charges.There is a website that speaks for his rights: 

http://www.ilkerbasbug.com.tr/?lang=EN

Even though the four retired commanders were present and ready to testify, and even though the courts are bound by law to listen to witnesses for the defense, the judges turned the request down! The public inside reportedly jeered in protest, we outside were too far to make our voices be heard.

Once again, the Ergenekon saga remained unconcluded. The court was adjourned until March 11th!

Nurturing the sapling!
(Image from my own camera.)
With little old lady, showing the colors.!
(Image from my own camera.)

[3] Ergenekon is, in fact, the title of a Turkish saga. I give a run-down on it in "Silivri", 18 December-Aralık 2012.
[4] "Hundreds" according to Aydınlık, December 28th, 2012, "Tens" or exactly "33" according to Cumhuriyet!
[5] He might be targeted in a much more literal sense: returning to his office after the New Year break on January 2nd, 2013, Kocasakal found a bullet fired onto his desk from the room above, most probably a warning
[6] The CHP (Cumhuriyet Halk Partisi, the “Republican People’s Party”) under Kemal Kılıçdaroğlu, has a centre-left Kemalist image, and the MHP (Milliyetçi Hareket Partisi, “National Movement Party” under Devlet Bahçeli has a nationalist reputation with links to agressive nationalist militants in the past. Now both make a loud show of their opposition but never fail to fall in line with the ruling AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi, the “Justice and Progress Party”) at every critical juncture. The mission of their leaders seem to be to absorb and neutralize the opposing votes in the electorate. The BDP (Barış ve Demokrasi Partisi, the “Peace and Democracy Party” is Kurdish Nationalist.  After the Military Intervention of September 12th , 1980, in preperation for a return to free elections, a special requirement was imposed  in 1983 upon political parties running in the elections. A party would henceforward have to get at least  %10 of the national vote to get into the parliament. This was to avoid a splintered parliament with its endless coalitions, and also keep objectionable marginal and radical parties- like a seperatist Kurdish one- out of parliament. With the ascent of the AKP through an ultra-conservative religious image, the limitation started working against middle-of- the road parties. The Kurdish nationalist BDP got around this by having its candidates run as independents. The elections of June 12th 2011 thus brought the BDP 36 seats in parliament. Today the BDP is openly supporting the AKP Constution as a tradeoff for a clear path to autonomy and independence.
[7] PKK (Partiye Karkêren Kurdistan, Kurdish name for “Kurdish Workers’ Party”) is a militant armed organization with a violent history. The leader Abdullah Öcalan was captured in 1999- in Kenya, of all places.Repatriated, he was tried and, on June 29th, 1999, condemned to death. Öcalan escaped execution thanks to EU harmonization laws banning capital punishment. He has been confined to prison on Imralı island ever since, exercising more and more influence until today he has become party to talks on the new Constitution.
[8] Called Ergenekon.
[9] Part of speech delivered on February 17th, 2012 in the course of the opening ceremony of a housing project in Midyat. The rest of the speech modifies the meaning somewhat, but it remains a provokative statement, in no way reassuring to the patriotic.
[11] Dirty, with no water, but war is hell! Later on access was permitted to the mosque’s facilities, but only for the ladies.
[12] Ret. Full-Gen. Işık Koşaner, former Commander of the Army,  Ret. Full-Gen. Aydoğan Babaoğlu, former Commander of the Air Force, Ret.  Fleet-Admiral Metin Ataç, former Commander of the Navy, and Ret. Full-Gen. Atiila Işık, former commander of the Gendarmerie.
On July 29th, 2011 Gen. Işık Koşaner, by then himself Chief of Staff , resigned in protest of the government’s campaign against the military.  With him resigned three of the commanders of the forces. They were Full-Gen. Erdal Ceylanoğlu, Commander of the Army, Full-Gen. Hasan Aksay,  Commander of the Air Force, and Fleet Admiral Erdal Uğur Yiğit, Commander of the Navy. Only Lieut. Gen. Necdet Özel, Commander of the Gendarmerie, remained. He was promoted and made Chief of Staff. His obedient attitude towards the Government is praised by the pro-government media and sharply criticised by the opposition media, which might not be entirely fair considering the awkward legal position of the Forces.
[13] Taraf, January 20th 2010. It was a Taraf columnist who delivered a sackful of documents to the police on Jan. 30th, after the headlines appeared. See "Hammering the Sledgehammer", 6 February-Şubat 2013.
Taraf and Zaman are not only pro-government, but reportedly the instruments of the Gülen cult, in other words, the cult of Fethullah Gülen, Islamist spiritual leader commanding tremendous influence through a spiritual spiderweb throughout the world. Ulusal reported on February 18th, 2013 that 23 Gülen "homes" (indoctrination centers in apartments) had been raided in Tataristan, Russian Federation.
Gülen operates from a ranch in Saylorsburg, Pennsylvania, commanding vast sums of money.  It is believed the U.S. is using Gülen as its own Ayatollah Khomeini to reshape the middle east, through Turkey, for the realization of its Greater Middle Eastern Project. See "Delaware????", 4 February- Şubat 2013.
[14] On December 17th, 2009 Gen. Başbuğ delivered a strongly worded response to the government-endorsed smear campaign against the Armed Forces from  the the Navy’s frigate Oruç Reis anchored in Trabzon harbor. When the "Sledgehammer" conspiracy allegation exploded on the Taraf headlines, and the witchunt was launched, Gen. Başbuğ responded furiously on January 25th, 2010 with words like “I curse them” and “even the Turkish Armed Forces has just so much patience!”
[15] He was first called in for questioning on January 2nd, 2012 on the allegation that the General Staff had been diffusing anti-government propaganda over the internet. Four days later he was arrested and remanded in custody on the unlikely charge.