13 Mayıs 2014 Salı

ESKİ ASKERLER

TÜRKÇE
For English see: "Old Soldiers Never Die", 13 May-Mayıs 
2014.

"Eski askerler asla ölmezler- sadece solup giderler."- Gen. Douglas MacArthur.[1]

Nahit Özgür, 1920-2014
(Görüntü aile albümünden.)

Bu blog'a yazmaya bir süredir ara vermiştim. Bir taraftan ülkeyi idare edenlerle çatışan değişik gruplar, bir taraftan ülkeyi idare edenlerin iç çatışmaları öyle karmaşık hâle geldi ki ben doygunluğa ulaştım. Sonunda gerçek işime, ilgilerime yoğunlaşamadığım için kendime kızmaya başladım- çizgi filmciyim ve artık kalemime kâğıtlarıma pek seyrek dokunabilir olmuştum. Son makalemin İngilizcesi yarım kaldı zaten.

Emekli subay olan babam da doygunluğa ulaşmıştı artık. Hükümetin politikalarını senelerdir sesli bir şekilde eleştirirken 30 Mart 2014 seçimlerinde oy vermeye gitmedi bile. Kendini çok güçsüz hissettiğini söylüyordu. Seçimler de ona moral verecek, yaşama isteğini arttıracak bir şekilde sonuçlanmadı. Onu öyle görünce ben de kalem kâğıdıma döndüm.[2] Fakat babamınki ilgisizleşme değil, derin bir hüzün ve yılgınlıktı. Sık sık "artık yolun sonuna geldim" diyordu, "zaten herşeyin tadı da kaçtı" diye ilave ediyordu. 11 Nisan 2012 gecesi ambulansla hastaneye kaldırdık, o geceyi İstanbul GATA'nın acil servisinde, onun yanında geçirdim. Ertesi sabah hastaneye girişi yapıldı. Emekli Orgeneral olduğu için generaller bölümünde özel bir oda tahsis edildi hareket edecek gücü olmadığı için artık ne özel banyodan, ne de geniş alandan istifade edebildi. Yalnız refakatçi için bir yatak olması, onun yanında kalmakta israr eden 91 yaşındaki annem için bir rahatlık oldu. Ona iyi bakıldı, rütbesinin gerektirdiği saygıyı gördü, ama artık ne bedensel gücü, ne de fazla bir yaşama isteği kalmıştı. 16 Nisan'da yoğun bakıma alındı.

Bu arada Balyoz "kumpası" kurbanlarından Deniz Kurmay Albay Murat Özenalp 26 Nisan 2014'te tutuklu bulunduğu Mamak Cezaevi'nde açık görüş sırasında ailesiyle beraberken beyninde oluşan damar tıkanması (emboli) nedeniyle fenalaşınca Ankara GATA'ya kaldırılarak yoğun bakıma alınmış.

Deniz Kurmay Albay Murat Özenalp,
eşi Sema, oğlu Batu ve kızı Duru ile. 
(Görüntü medyadan.)


Balyoz davası 21 Eylül 2012'de karara bağlanmış, 9 Ekim 2013'te Yargıtay 88 hükümlünün mahkûmiyetini bozmuş, 237'sininkini onamıştı.
 


Yeni Akit, 10 Ekim 2010.
Senelerdir vatanlarına hizmet etmiş olan subaylarının "rütbelerinin söküleceği" fikri "yandaş" Yeni Akit
gazetesini ziyadesiyle mutlu etmiş.





Bu blog'daki makalelerin çoğu bir şekilde Balyoz davasına atıf yapar.
Bkz.: "Balyoz", 6 Eylül 2012, "Balyoz Hükümleri", 22 Eylül 2012, "Balyoz Kararlarına Tepki", 26 Eylül 2012, "Balyoza Balyoz", 5 Şubat 2013, "Artık Sessiz Olamayan Çığlık", 3 Ocak 2014, "Hatasız Kul Olmaz", 12 Şubat Çarşamba.

Babamı hastanede her gün ziyaret ettim. Gerçi bir camın arkasından birkaç dakika bakabiliyordum sadece, çoğu zaman da uyuyordu. Onu uyanık ve şuurlu gördüğüm son gün 23 Nisan 2014'dü; ona camdan el salladım, o da bana el salladı- ama kim olduğumu tanımamış olmalı, zaten gözleri çoktan zayıflamıştı. Bir görevli ona eğildi ve el sallayanın oğlu olduğunu söyledi, yüzünde bir hayret ifadesi belirdi. Sevinmişti herhâlde! 

Geçen sene 23 Nisan'ı nasıl farklı geçirmiştim. Eşim ve ben Ankara'da "Milli Merkez Kurultayı"'na katılmış, sonra gelip babama ve anneme anlatmıştık. Bkz. "23 Nisan ve Milli Merkez", 2 Mayıs 2013. Bu sene bambaşka bir havadaydık, babamın sönüp giden hayatı, annemin yaşadığı sıkıntı düşüncelerimi doldurmuştu. El sallamama karşılık vermesini  ve o son göz temasını babadan oğula bir çocuk bayramı hediyesi sayıyorum. Ertesi gün suni solunuma bağlandı ve gördüğüm zaman uyuyordu. Bir daha uyanık gormedim. 

Hem Albay Özenalp hem de babam 1 Mayıs 2014'de bu hayata veda ettiler. Bana verilen ölüm belgesine göre saat sabah 6:40'da herşey bitmiş; günün en güzel vaktinde. Basına göre Albay Özenalp aynı sabah 11:00'de yaşayanların dünyasından ayrılmış.

Gerçekten çok üzüldük. Küçüklüğümden beri babam benim için heykelsi, yüce bir figürdü. Gururluydu, vatanseverdi ve sarsılmaz bir dürüstluğü vardı. Örnek bir babaydı, ne var ki erişilmesi çok zor bir örnek! 

Babamın silahlı kuvvetlere hizmeti Ağustos 1975'e kadar sürdü. Son görevi Milli Güvenlik Kurulu genel sekreterliğiydi. Babam sekiz sene Bükreş Büyükelçisi olarak ülkesine hizmet etmeye devam etti. O hizmeti 1984'te bitti, yani tam otuz yıl önce. Fakat ondan sonra da faal kalmaya, kendi birikimlerini ülkesinin hizmetine sunmaya çalıştı, Encümen-i Daniş, Türkiye Emekli Subaylar Derneği, Mustafa Kemal Derneği gibi gruplara üye oldu, Dünya Muharipler Federasyonu'nun (WFA [3]) yurtdışındaki toplantılarına katıldı. Fakat hiçbir resmi gücü olmayan bu gruplara üye olmak, ülkesinin karanlığa gidişi karşısındaki güçsüzlük duygusunu gideremezdi. Ergenekon, Balyoz, casusluk ve benzeri davalarda genç meslekdaşlarının iftiralarla, sahte delil ve yalancı şahitlerle tutuklanıp hapsedilmesini eli kolu bağlı seyretmek durumunda kaldı ve yavaş yavaş bir yılgınlığa, melankoliye kaydı. Her zaman çok güvendiği Türk milletinin kendini AKP'nin ve Cemaat'in neo-Osmanlı köktendinciliğine kaptırarak Atatürk'ü unutmasını bir nankörük, bir ihanet sayıyordu. NATO yılları süresince ABD'ye güvenmiş, Amerikalı subaylar ve aileleriyle sıcak ilişkiler kurmuşken ABD'nin lâik Türkiye Cumhuriyeti'ni dönüştürmek için çirkin bir operasyonla kendi genç meslekdaşlarını adi suçlu seviyesine düşürebilmesi de sindirmesi zor bir kalleşlikti.

Hollywood yapımı bir savaş filminden bir kare gibi: ABD henüz dostken ve Hitler'e karşı savaşırken bu genç Türk subayları Amerika'da uçuş eğitimi aldılar.  Yer: Blackland askeri havaalanı,  Waco, Texas. Yıl: 1943. Soldan sağa: babam Yüzbaşı Nahit Özgür, Yüzbaşı Baki Gegin, Üsteğmen Nusret Şenkon, ve Üsteğmen Zaim Ertan. Babam (en sol) ve Zaim Ertan (en sağ) bu fotoğraf çekildikten bir müddet sonra bir B-25 Mitchell ile uçuştayken düşmüşler; bayılan babamı Zaim Ertan yanan enkazdan kurtarmış. Bugün, yetmişbir yıl sonra, Zaim Ertan'ın dul eşi ve kızı bizi zor günümüzde yanlız bırakmıyorlar.

Babam Ergenekon "dalgalarında" ve düzmece yargılama süreçlerinde hiç tutuklanmadı, soruşturmaya uğramadı ama üyesi olduğu derneklerden, katıldığı toplantılardan tutuklanan ve hapsedilen arkadaşları
oldu- zaten o dernekler ve arkadaş grupları zaman zaman "yandaş" basının diline düşüyordu. (O zamanlar hem AKP hem de Cemaat basını "yandaş basın" tanımlamasına giriyordu.) 


 Babam
Encümen-i Daniş toplantısından çıkarken,
Ocak 2009.
O sırada 89 yaşındaydıç
(Görüntü medyadan.)


Babam AKP hükümetini yine de işkillendirmiş olmalı ki geçen yaz başında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan "silahlı terör örgütüne üye olma" şüphesiyle telefonunun dinlenmiş olduğuna dair 31 Mayıs 2013 tarihli bir yazı geldi. Belgeye göre dinleme kararı 28 Aralık 2007'de alınmış, 31 Nisan 2013'"te de "soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığına" karar verilerek kayıtlar imha edilmiş. Bundan anladığıma göre babamın telefonu beş yıldan uzun bir süre dinlenmiş. Dinleme kararı alındığında babam 86 yaşını geçmişti, terör örgütü üyesi olmadığını anladıkları zaman da 93 yaşını yarılamıştı. Belki de ilerlemiş yaşı, güçten kuvvetten düşmüş olması ve işitmesinin iyice azalması sebebiyle onunla uğraşmaktan caydılar.

 
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan babama gelen, "terör örgütüne üye olma" şüphesiyle  5 sene boyunca telefonunun dinlenmiş olduğuna dair yazı. Nedense babamın adına bir de "Ahmet" eklenmiş, onu nereden yakıştırdıkları belli değil! (Lüzumsuz telefonlara meydan vermemek için telefon numarasını karaladım.)

Hükümet ve onun karşısındaki değişik direniş grupları bir zamandır 1 Mayıs'ta bir çatışmaya hazırlanıyordu. En büyük meydan okuma ne sosyal sorunlarla ilgiliydi, ne lâiklik, ne milliyetçilik, ne işçi hakları, ne de Kürtlerin bağımsızlık istekleriydi; bunların hepsi vardı darmadağın olmuş direniş hareketleri içinde, ama en büyük meydan okuma 1 Mayıs'ı Taksim meydanında kutlama hakkıydı. 

Türk hükümetleri hiçbir zaman Taksim'de yapılan gösterilerden memnun olmamışlardır, ama Gezi direnişinden beri AKP hükümetinde Taksim'e karşı bambaşka bir paranoya oluştu. Bkz. "Taksim Gezi Parkı", 31 Mayıs 2013, "Her YerTaksm", 2 Haziran 2013, "Gezi Yılını Kapatırken", 27 Aralık 2013. Evvelden de olduğu gibi bu sefer de Taksim'de gösteri yapmak valilik tarafından yasaklandı. Birçok grup hükümet cephesinden gelen bu karara uymayacaklarını haftalar öncesinden belirtti. Yine geçen seneki gibi olaylı bir gün geliyordu. (Bkz.: "Bugün 1 Mayıs", 1 Mayıs 2013.) İlginçtir ki İşçi Partisi bu meydan okumaya katılmayarak Kadıköy'de toplanmak üzere resmi izin aldı. 1 Mayıs'çılar İstanbul'un iki yakası arasında bölündüler. Meselâ HKP (Halkın Kurtuluşu Partisi) Taksim cephesini seçti. Daha radikal devrimci DİSK ve KESK Taksim'e yönelirken Türk-İş ve Kamu-Sen Kadıköy'ü tercih etti. Ayrı bir Kürdisan'ı savunan HDP aynı ideale sıcak bakan AKP'ye karşı sesini Taksim'de yükseltirken Kemalist TGB Kadıköy'deydi. TMMOB (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği), TTB (Türk Tabipler Birlği) Taksim'e, ADD  ve DSP Kadıköy'e gitti. CHP Taksim yakınında Beşiktaş'ta yerini aldı. 

Babam o sabah ölmüştü, işlemler için GATA'ya gitmem gerekiyordu. Beni bir akrabam arabasıyla götürüyordu ama Kadıköy'e yürümek için toplanan 1 Mayıs'cılar yolu tıkadığı için arabadan inip kalabalığın arasından yürüyerek devam ettim. Böylece 1 Mayıs havasını ucundan tattım, ama bu sefer kendimi olan bitenden kopmuş hissediyordum. Babam gitmişti ve sanki herşey anlamsızlaşmıştı. 

Kadıköy'deki izinli gösteri olaysız geçerken Taksim'de, Beşiktaş'ta, Şişli'de, Çağlayan'da ve ülkenin birçok yerinde o alıştığımız biber gazı, basınçlı su, itişme, kakışma, kafalara isabet eden gaz kapsülü görüntüleri tekrarlandı. Gün 90 yaralıyla bitti. Babamı kaybettiğim gün böyle bir gün oldu işte!

 
Okmeydanı, İstanbul.
(Görüntü medyadan.)

 Gezi Parkı basamakları, İstanbul.
(Görüntü madyadan.)

 Şişli, İstanbul.
(Görüntü medyadan.)

 Kızılay Ankara.
(Görüntü medyadan.)

 Basmane, İzmir.
(Görüntü medyadan.)
Babamın bizden ayrıldığı gün: Türkiye'den 1 Mayıs görüntüleri.

Babam o geceyi İstanbul GATA'nın morgunda geçirdi, Albay Murat Özenalp ise Ankara GATA'nın morgunda. Biz yaslıydık, çünkü babamı ne kadar özleyeceğimizi biliyorduk. Ankara'da Özenalp ailesi de aynı sebepten yaslıydı, ama bunun ötesinde albay gençti, çocukları erken yaşta babasız, eşi erken yaşta dul kalmıştı. Üstelik isyandaydılar; büyük bir haksızlık yapılmış, Albay Özenalp yok yere ailesinden kopartılmış, suçlu durumuna sokulmuş, kariyeri mahvedilmişti.

Vefat ilanları 1 Mayıs olaylarının haberleri ve görüntüleriyle dolu gazetelerde çıktı.

Sözcü, 2 Mayıs 2013.
Gazın eykisine karşı gözlerine limon sıkılan çocuklar. Görüntüler Beşiktaş'tan; yasaklanan Taksim meydanı bile değil. Küçük resimde de başına gaz kapsülü isabet etmiş bir çocuk var. 

 
 Aynı gazetenin 14üncü sayfasından: aralarında nesiller farkı olan silah arkadaşları
son yolculukta karşılaştılar

Albay Özenalp'in naaşı bir ön törenle saat 11:00'de Ankara GATA'nın morgundan alınmış. Babamınki İstanbul GATA'dan saat 14:00'de aynı şekilde alındı.

Albay Özenalp için asıl tören 14:15'te Ankara Kocatepe Camii'nde yapıldı. Devlet törenleri geleneksel olarak orada yapılır; mahkûmiyetine rağmen Silahlı Kuvvetler albayını onurlandırdı, rütbesinin gereği olan askeri töreni yaparak bir anlamda Silivri hakimlerinin hükmünü tanımadığını belli etmiş oldu.

Albay Murat Özenalp'in ailesi 2 Mayıs 2014'te Ankara Kocatepe Camii'nde cenaze töreninde. Takım elbiseli uzun saçlı delikanlı albayın oğlu Batu Özenalp, başındaki kepte babasının görev yaptığı geminin adı ve numarası var (TCG  Gökova F 496).  Albayın küçük kızı Duru Özenalp ön planda ağlıyor. Oğlunun sağ omzuna yakın yüzünü kapatan hanım albayın eşi Sema Özenalp, sol omuzuna yakın elini kalbinin üzerine koymuş olan ise annesi Saniye Özenalp'tir.
(Görüntü medyadan.)

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu da oradaydı. Devletin sözde adaleti karşısında TSK'nın kendi askerinin yanında durması olarak yorumlanabilecek bu durum, törendeki kalabalık için gecikmiş ve yetersiz bir jestti. Oramiral Bostanoğlu ve erkânı halkın tepkisiyle karşılaştı, Kocatepe Camii'nin avlusundan "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz", "Gün Gelecek, devran dönecek", ve hatta "katil Erdoğan" sloganları yükseldi. Eğer TSK hüküm giymiş subayı kuvvet komutanının da katıldığı bir askeri törenle onurlandırarak AKP-Cemaat yargısına karşı belirgin bir tavır alıyorsa, halk ordunun tavrını yetersiz bulduğunu başkentin ortasından beri haykırarak daha da belirgin bir tavır koydu. Haksız yere hapse atılan, adalet dışı bir şekilde yargılanan subaylarımız için tutuklu subayların aileleri her hafta "Sessiz Çığlık" eylemleri gerçekleştiriyorlardı, mahkeme salonlarının ve Silivri "toplama kampının" önünde de halk tekrar tekrar toplanmış, seslerini yükselmişti.[4] Ama bu sefer halk, başkentin ortasında, hükümetin taraflı yargısına karşı duramadığı için TSK komuta kademesine karşı haykırıyordu ve bu yeni bir şeydi! Ertesi gün 3 Mayıs'taki Sessiz Çığlık eylemlerinin teması da Albay Murat Özenalp'in haksız tutukluluğu ve hapishanede ölümüydü. Sessiz Çığlık eylemleri normalde kibar, neredeyse bir kokteyl havasında geçerken bu sefer Beşiktaş'taki eylemciler eylemlerini Barbaros bulvarında trafiği "Özgürlük! Özgürlük!" haykırışlarıyla dakikalarca keserek bitirdiler.  

Babamın töreni albayınkinden iki saat sonra 16:15'te 1. Ordu Komutanlığı'nın bulunduğu İstanbul Selimiye Kıışlası'nın avlusunda başladı. Ülkesi için, haksız yere tutuklanmış subaylar için senelerdir yüreği kan ağlamış olsa da medyatik bir figür olmadığından babam için yapılan törenin de medyanın dikkatini çekecek bir yönü yoktu. Silahlı kuvvetler babamın başarılı askerlik hayatına, vatanseverliğine, faziletine lâyik bir tören yaptı. Bandolu, şeref kıtalı tören kaybımızı kabullenmemizi kolaylaştırdı. 




Babam silahlı kuvvetleri çok sever, çok güvenirdi.  Silahlı kuvvetler de onu uğurlarken gereği gibi onurlandırdı.
(Görüntüler askeri fotoğrafçıların objektifinden.)

Tören sırasında babamın bayrağa sarılı tabutu savaş sahnelerinden oluşan bir rölyefin önünde bir katafalka kondu. Rölyefin tam ortasından Atatürk'ün yüzü tabutun üzerinden beri bize bakıyordu. Annem duygularına hakim olmak için gereken gücü Atatürk'ün bakışından aldığını söylüyor. Sözleri şöyle: "Atatürk'ün yüzü müthiş bir güç yayınlıyordu. Sanki bana 'dik dur' diyordu. Ondan güç aldım."[5]

 Atatürk'ün anneme güç veren büstü.
(Görüntü askeri fotoğrafçıların objektifinden.)

Albay Özenalp Ankara'da Karşıyaka mezarlığında toprağa verildi. Babamsa kendi vasiyetine uyun olarak Edirnekapı Hava Şehitliği'nde çok sevdiği havacıların arasına, eski silah arkadaşı Reşat Mater'in yanına defnedildi. Mezarlığın girişindeki haşmetli kartal heykeli bekçiliğini yapıyor. Atatürk Hava Limanı'na inen ve oradan kalkan uçaklar hemen hemen üzerinden geçerek eski havacıya neredeyse aralıksız bir ağıt yakıyorlar. 
 Edirnekapı Hava Şehitliği'nin girişindeki anıt: bu noktada durup sağa bakarsanız Reşat Mater'in ve onun yanında babam Nahit Özgür'ün mezarlarını görürsünüz. Ama biliyorum ki babam orada değil- o uçuyor.
(Görüntü kendi objektifimden.) 

Org. Reşat Mater'in kabri, 
onun hemen yanındaki üstü çiçekli toprak kabartı babamın bedeninin yattığı yerdir.
Yukarıdaki resimdeki anıt arkada görünüyor.
(Görüntü kendi objektifimden.)

Aynı zamanda bkz.: Esin Desen"Ne Zaman Olsa Çok Erken" 24 Mayıs 2014.

[1] 2. Dünya Savaşı yıllarında Japonya'ya karşı savaşan komutan Gen. Douglas MacArthur bu sözleri 19 Nisan 1951'de yaptığı veda konuşmasında söylemiş. Kore birliklerinin başkomutanıyken başkan Truman tarafından görevden alınmıştı. Sözler MacArthur'a atfedilse de aslında kendinin değil; general kışlalarda söylenen nükteli bir asker şarkısına gönderme yapmaktadır:

"Eski askerler asla ölmez.
Asla ölmez, asla ölmez,
Eski askerler asla ölmez
Sadece solup giderler.

"Eski askerler asla ölmez.
Asla ölmez, asla ölmez,
Eski askerler asla ölmez
Genç olanlar 'keşke' der."

[2] .O sırada yaptığım çalışma için burayı tıklayınız.

[3] WFA: World Veterans Federation.  

[4] Sessiz Çığlık için bkz.: "Vardiya Bizde", 6 Kasım 2012, "Balyoza Balyoz", 5 Şubat 2013, "Çığlık Atılası", 12 Şubat 2013, Çocuklarını Yiyen, 19 Şubat 2013, "Sessiz Çığlık'tan bir Ses", 30 Eylül 2013, Artık Sessiz Olamayan Çığlık, 3 Ocak 2014. Silivri Ceza İnfaz Kurumu önünde toplanan kalabalıklar için bkz.: "Silivri", 18 Aralık 2012, "Silivri", 18-02-2013, 25 Şubat 2013, "Yine Silivri'ye", 29 Mart 2013, "Provokasyon: Silivri 8 Nisan", 13 Nisan 2013, "Silivri'de Sıcak Bir Gün Geliyor", 3 Ağustos 2013, "Demir Dağ Eriyor mu Ne?", 12 Mart 2014.

[5] Annemin Atatürk ile ilgili bir anısını kendi ağzından dinlemek için bkz.: "10 Kasım Vesilesiyle Annem bir Anısını Paylaşıyor", 8 Kasım 2012.

1 yorum:

  1. Merhaba. Bu yorum size ulaşır mı bilmiyorum ama yine de yazmak istedim. Blogunuzdaki bu yazıyı bulmak benim için çok duygulandırıcı ve ilginç oldu. Zira "Hollywood yapımı bir savaş filminden bir kare gibi" dediğiniz siyah beyaz fotoğrafta yer alan sağdan ikinci kişi benim rahmetli dedem Emekli Kurmay Albay Nusret Şenkon... Aile fotoğrafları arşivimizde buna benzer çok sayıda fotoğraf var ama sanırım bu fotoğraf yok. Belki rahmetli babanız da o fotoğraflarda vardır. Dedem 1957 yılında uçağının Kapıdağ Yarımadası'na düşmesi ile şehit olmuş. Ben ne yazık ki kendisini hiç tanıyamadım. Sadece Edirnekapı Şehitliği'ndeki mezarına gidebiliyorum. Eminim yaşıyor olsalardı içinde bulunduğumuz bu günlere en fazla üzülen onlar olurdu. Tekrar başınız sağolsun. Umarım güzel günler yakındır, hepimiz için...

    YanıtlaSil