30 Mayıs 2012 Çarşamba

BAYRAK VE KURDELE- THE FLAG AND THE RIBBON

TÜRKÇE (English text further below)


(Aşağıdaki yazıyı 21 Ekim 2011'de elektronik postayla arkadaş ve tanışlarıma göndermiştim. Bugün, 30 Mayıs 2012, yine bir "Ergenekon" duruşması var, 191'inci duruşma! 64'ü tutuklu 256 "sanığın" davaları görülüyor. Hakkında elle tutulur suç delili olmayan Prof. Mehmet Haberal'in avukatları müvekkillerinin tahliyesini taleb ediyorlar. Bu yazımı bugün burada tekrar yayınlamam bu bakımdan özel anlam kazanıyor.)

Merhabalar arkadaşlar ve tanışlar,

13 Nisan 2009’da bir “Ergenekon dalgası” ile Prof. Dr. Mehmet Haberal dahil bir grup akademisyen içeri alındı ve o zamanlar kendimi halâ mert ve hakbilir bir milletin vatandaşı zanneden ben bir coşkuyla penceremize bir bayrak astım ve “bu insanlar serbest bırakılıncaya kadar bu bayrak inmeyecek” dedim. Zannettim ki birkaç hafta içinde sözümü yerine getirmiş olarak bayrağı indirebileceğim.

Prof. Dr. Mehmet Haberal

13 Ekim 2010’da bayrak solmuş, uçları sökülmeye başlamış, halâ yerinde asılıydı. Bu bilgiyi o zaman sizlerle paylaştım, hatırlayanınız vardır belki.

Sonra bayrağımızın arkasını çevirdim! Solgun yüzü arkada kalsın diye!

Zaman geçti, çürümüş çerçevelerimiz sökülüp Winsa’lar takıldı. O vesileyle bayrak indi. Binanın ön yüzü boyanırken içeride bekledi. Sonra yine astım.

Şimdi (21 Ekim 2011) bayrağımın bu yüzü de soldu, uçları iyice söküldü. Ama ağzımdan çıkmış bulundu, paçavraya dönüşmekte olan bayrağımı indiremiyorum çünkü “Ergenekon“ mahkumları halâ içeride, bu tezgâhı kuranlar bir referandum ve bir de seçim götürdüler, “kul hakkı yemeyen” Müslüman vatandaşlarım bu durumla gayet barışık, oruçlarıyla, iftar ziyafetleriyle ve “60 aya varan krediler” kullanarak ödedikleri uzatmalı Ramazan bayramlarıyla ahretlerini garantilemişler bir kere!

(Böyle insanların gittiği cennet nasıl bir cennet?)

19’uncu yüzyılın sonlarına doğru haksız yere tutuklanıp sürgün edilen Alfred Dreyfus isimli bir Fransız subay Fransız halkını ikiye bölmüştü.
Bir tarafta (resmi makamların sözüne güvenerek) suçlu olduğuna inananlar , diğer tarafta suçsuzluğunu savunanlar.
 Yüzbaşı Alfred Dreyfus'un rütbelerinin sökülüşü.

BİR TEK subay.

Bugün bütün Genelkurmay’ı Hasdal’a taşısalar halkımızın ipinde değil. (Durun bi dakka, cep telefonuma yine mesaj geldi,  daha da süper bir tarife öneriyorlar, dakikalar arttıkça daha avantajlı konuşabilecekmişiz. Yaşasın, daha az ödeyerek daha da çok laklak yapabileceğiz! Telefonumuz dinleniyor olabilir ama ne gam!)

Emile Zola bir makaleyle kendini bu adaletsizliğe karşı savaşa atmış. Ve makalenin başlığı sadece Fransız değil, dünya tarihine ve edebiyatına malolmuş!

“J’ACCUSE!”- “İtham ediyorum!” (“L’Aurore”, 12/01/1898)

 

Makalede hükümeti ve devlet başkanını bile bile masum bir insanı mahkum edip sürmekle suçlamış.

Ve kendisi mahkemelik olmuş!

Ve uzun bir mücadeleden sonra- kazanmış!

Dreyfus azad edilmiş , bütün rütbe ve nişanları iade edilmiş. Gerçi 12 senelik sürgün ve hapisten sonra artık sıhhatini yitirmiş ama hiç değilse kendisi ve ailesi “hain” damgasından kurtulmuş, onurları geri verilmiş.
Yüzbaşı Dreyfus'a rütbesi, nişanları ve onuru iade ediliyor.

Bu manevi zaferde olaylara duyarsız kalmayan Fransız kamuoyunun büyük rolü var!

Ne kadar çok dünyalığı ne kadar çok vadeyle elde edebileceğiyle kafayı bozmuş milletimin böyle teferruatlarla harcamaya vakti yok tabii! Mesele bi futbol takımı değil ki uğruna savaşsın. (“Darağacında olsak bile son sözümüz Fenerbahçe"). Ya da en  azından oyunu konuştursun!



 Fenerbahçe spor kulübü genel başkanı Aziz Yıldırım 3 Temmuz 2011’de şike iddiasıyla tuttuklanınca taraftarlar darağacını bile göze aldılar. Bugün, 30 Mayıs 2012,  Sn. Yıldırım halâ tutuklu ve sıhhi problemleri var.

4 Kasım 1979’da Tahran’da A.B.D. büyükelçiliği basıldı, içerideki herkes rehin alındı ve aylarca rehin tutuldu.

Amerikan halkı da orada kapalı tutulan vatandaşlarını unutmadıklarını göstermek için, popüler bir şarkının sözlerine gönderme yaparak, sarı kurdeleler taktılar. (“Tie a Yellow Ribbon Round the Ole Oak Tree”, Irwin Levine ve L. Russell Brown, 1973)
Tahran'da rehin tutulan Amerikalı diplomat Bruce Laingen'in eşinin bir ağaca astığı kurdele.

Ben biraz da bunu hatırlayarak  Silivri ve Hasdal’da mahpus tutulanları unutmadığımı göstermek için bir siyah kurdele takmaya karar verdim. Bir kurdele de penceremdeki solmuş, yırtılmış bayrağa taktım.

Diyeceksiniz ki “bunu kim biliyor?”; kurdeleyi merak edip soranlar biliyor.

Şimdi bir de sizler biliyorsunuz.
,

DİP NOT: İran’lılar 52 Amerikalıyı 444 gün rehin tuttular. Bizim “Ergenekon” ve “Balyoz” savcıları Humeyni'nin teröristlerine açık fark attılar yani!

ENGLISH

 (The following is the English translation of a letter I sent by e-mail to friends and acquaintances on October 21st, 2011. Today, May 30th 2012, there is yet another one of the endless "Ergenekon" trials in session, the 191st!  The cases of 256 "suspects", of which 64 are held in custody, come before the judge. The lawyers of Prof. Haberal are asking for the acquittal of their client on the grounds of the absence of any incriminating evidence for any crime. It is therefore especially meaningful that I publish this letter here today on this date.)


Hello friends and acquaintances.


On April 13th 2009, in the course of (yet another) “wave” of Ergenekon arrests, a group of academicians, including Prof. Dr. Mehmet Haberal (dean of Başkent University, Ankara), were taken into custody. At that time I still believed myself to be a member of a noble and just nation, and in a rush of indignation I hung a flag out of our window and said “this flag stays here until the day these people are set free!”. I believed at the time that, within a matter of weeks, I would be able to bring down the flag with my promise fulfilled.

Prof. Dr.Mehmet Haberal

By October 13th 2010 the flag was was still hanging, faded and with  edges frayed. I shared this with you then, maybe some still remember!


I turned the flag back to front, to keep the faded face inwards!


Then we changed the window frames and the flag was taken down. It waited indoors while the exterior of the building was being repainted. Then I hung it up again!


Now (October 21st, 2011), the flag is faded on both sides, the stitching around the edges has come completely loose. But once having given my word, I feel compelled to keep it. Torn and tattered as it may have become, I can’t take down my flag because the Ergenekon supects are still in detention. Those who concocted this frame-up job have since enjoyed another election victory and a referendum (for a new constitution)! Muslims claim never to “usurp another’s right”, yet they seem perfectly at ease with this gratuitous usurpation of the liberty of their brethren. Well, they do their fasting in Ramadan, capping every evening with a feast and the month with an extended holiday on “credit payable in up to 60 months”, so that should be enough to purchase them a place in heaven!



(With the kind of people who expect to go there, some heaven it will be!)



Towards the end of the 19th century, a French officer named Alfred Dreyfus was arrested on trumped up charges. The incident tore French public opinion in two!


The “Dreyfusards” who believed his innocence, in a face-off with the “Anti-Dreyfusards” who believed the government’s charges.

Capt Alfred Dreyfus being stripped of his rank and honours.

JUST ONE officer!


Today, no one gives a hoot if they cart the entire General Staff to Hasdal prison. (Excuse me a moment- I just got an SMS on my cell phone. Oh, it’s another super offer; YIPPEE! We can now babble even more and pay even less! The phoneline is probably tapped but who cares if the price is right?)


Emile Zola took up the cause of Captain Dreyfus and threw himself into a full-front struggle against the injustice with a damning newspaper article. The headline leading the text has become a milestone in the history not only of France, but of the world entire:


“J’ACCUSE!”- “I Accuse!”  (“L’Aurore”, Jan. 12, 1898)



He accused the government and the president of wilfully convicting and sending to exile an innocent man.


And Zola was himself hauled before the judge!


And after a long legal struggle, he triumphed.


Dreyfus was acquitted! His rank and honours were ceremoiously returned. 12 years of prison and exile had by then taken its toll on his health, but at least he and his family were absolved of the ignominy of “treason”. Their dignity was restored.

Capt, Dreyfus reinstated as an officer, all military honors returned.

This moral victory was due in great part to the French public, which was not insensitive to the issue!


But my compatriots can’t be bothered with such niceties, their minds being so busy figuring out how much worldy goods they can pile up on how many installments. It’s not a soccer team we’re talking about, so why get worked up? (“Even if they drag us to the scaffold, our last word is Fenerbahçe!”) Or even bother to vote?

 
When Aziz Yıldırım, general manager of the Fenerbahçe soccer club was arrested on charges of fraud the supporters of the club rallied in support. Mr. Yıldırım is still in prison and in failing health today, May 30th  2012. Team supporters supect a frame-up by the government, and the normally apolitical soccer fans were prompted to defiance when their team was in question, declaring themselves to be “ready to face the gallows”!

On November 4th, 1979, the U.S. Embassy in Teheran was raided and everyone in it taken hostage. The “hostage crisis” lasted for months.


As a symbol of solidarity and to show to the world they would not forget their compatriots in captivity, Americans back home took to wearing yellow ribbons. The inspiration came from a popular song,  “Tie a Yellow Ribbon Round the Ole Oak Tree”. (Irwin Levine & L. Russell Brown, 1973)

Ribbon attached to tree by the wife of U.S. diplomat Bruce Laingen while he was held hostage in Teheran.


Partially influenced by that, I took to wearing a black ribbon, to show that I am not willing to forget those incarcerated in Silivri and Hasdal. I attached another black ribbon to the faded and soiled flag at the window.


You may ask “who knows about it?” Well, whoever asks me what it is for.


And now, whoever is reading this!


FOOTNOTE: The Iranians held the Americans hostage for 444 days. The prosecutors of the Ergenekon and Balyoz trials here have beaten them by a considerable margin.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder