12 Mart 2014 Çarşamba

DEMİR DAĞ ERİYOR MU NE?

TÜRKÇE
(For English see "Melting the Mountain of Iron", 4 Kasım-November 2014.)

 
7 Mart 2014'te saat 21:00'e doğru eski genelkurmay başkanı Em. Org. İlker Başbuğ Silvri Ceza İnfaz Kurumu'ndan tahliye edildi. AKP-Cemaat bozuşması ve 17 Aralık "yolsuzluk ve rüşvet operasyonu", AKP'yi eski ortağı Cemaat'in yargıç ve savcılarıyla yüzyüze getirmişti. AKP'liler kendi hasımlarını sahte delillerle tutuklayıp uydurma mahkemelerle yargılarken alkışladıkları hakim ve savcıları şimdi kendileri sahtekârlıkla suçlamaya başladılar ve bunu yaparken de isteristemez eski kurbanlarını, yok yere hapsedilen yurtseverleri akladılar. Belki de tuzağa düşürüp mahvetmeye çalıştıkları bu insanlarla yeni ortak düşmana- Cemaate- karşı bir ittifak kurmak istediler, onun için hiçbirşeyden haberleri yokmuş havasını yaratmaya çalıştılar, kandırılmış masumu oynadılar. Cemaat'in "kumpasının" kurbanı olanları kurtarmak için formüller aradılar- sanki gerekirmiş gibi! Birtakım hukuki formüller buldular, kitabına uydurdular, aslında ben de pek anlamadım! Ama önce milletvekili Mustafa Balbay, sonra ağır hasta Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu tahliye edildi, 7 Mart 2014'te de eski genelkurmay başkanı em. Org. İlker Başbuğ!

7 Mart 2014 akşamı, Silivri Ceza İnfaz kurumu önü. İlker Başbuğ serbest.
(Görüntü medyadan.)

Emekli olduktan çok sonra, "İnternet Andıcı" davasında tanık olarak dinlenmesi beklenirken kendisi soruşturma kapsamına alınan İlker Başbuğ, 5 Ocak 2012'de yedi saat süren bir sorgunun arkasından geceyarısından sonra  "Ergenekon Terör Örgütü"'nün yöneticisi olma iddiasıyla tutuklanıp Silivri Ceza İnfaz Kampusu'nda hapsedilmişti.  

 Taraf gazetesinin 6 Ocak 2012 tarihli haberi. Bu demokrasi zaferinde Taraf paçavrası kendine de pay biçiyor: İnternette başladı, Mahkemede bitti başlığının altında şöyle yazıyor: "4 Şubat 2009'da ilk kez Taraf'ın ortaya çıkardığı TSK'nın psikolojik amaçlı internet siteleriyle ilgili soruşturmada daha önce tutuklanan karargâhın üst düzey komutanları 'emri o verdi' diyerek amirleri Başbuğ'u işaret etmişti." Taraf yayın ekibi, yazının hemen yanında mevzubahis sayının PSIKOLOJİK SAVAŞ ERGENEKONCUSU başlıklı ön sayfasını yayınlayarak bu kamu hizmetindeki öncü pozisyonlarını perçinliyor.

Hemen altında Ahmet Altan'ın Kum Saati köşesinde Başbuğ ve Uludere başlıklı yazısının başlangıcı şöyle: "Bundan beş yıl önce hayâl bile edilemeyecek bir olay gerçekleşti dün. Eski Genelkurmay Başkanı "andıç" davasından dolayı savcılığa çağırıldı. Suç işleyen ya da suç işlediğinden kuşkulanılan birinin, makamı ve sıfatı ne olursa olsun hukuka hesap vermesi, hukuk karşısında kimsenin ayrıcalığının bulunmaması çok önemli bir gelişme. Demokrasiye doğru ciddi bir adım. Ama yeterli değil." 

Gerçekten de yeterli değilmiş ki tutuklamaların ardı arkası kesilmedi.

İlker Başbuğ Cemaat ve AKP'ye yakın medyanın hedefindeydi (Cemaat ve AKP o zamanlar henüz ayrışmamıştı) ama Taraf ile ilişkisi özeldi. Hatta Taraf ismi bile Genelkurmay ile çekişmeden doğmuş olabilir. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini, Cumhuriyet mitingleriyle AKP'li bir Cumhurbaşkanı'nın köşke çıkmasına engel olmaya çalıştığımız günlere geri dönün. Lâiklik ilkesinin tartışma konusu olmasından rahatsızlık duyan Genelkurmay Başkanlığı 27 Nisan 2007'de internet sitesinden görüşlerini şöyle ifade etmişti:

"Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır." 

(Alıntıdır. Bkz: http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/406623.asp#storyContinues  )

"Taraf" kelimesini cümle içinde farkettiniz, değil mi?

"...Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur..."

Taraf gazetesi bundan 6 buçuk ay sonra 15 Kasım 2007'de "düşünmek taraf olmaktır" sloganıyla yayına başladı

Genelkurmay bildirisi yayınlandığı sırada  Org. İlker Başbuğ Kara Kuvvetleri Komutanıydı.

2007'de Genelkurmay. Soldan sağa oturanlar: Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt, Kara Kuvvetleri Komutanı Org.İlker Başbuğ, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğlu, Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Faruk Cömert, Jandarma Genel Komutanı Org. Işık Koşaner. [1]
(Görüntü medyadan.)
 
Org. Başbuğ 2008'de Genelkurmay Başkanı görevine getirildi ve lâikliği savunmak durumunda kaldıkça Cemaat ve AKP basınının hedefi oldu.




Sağda: Taraf, 16 Ekim 2008. 
3 Ekim 2008'de Hakkari Şemdinli'de Aktütün sınır karakoluna 600 kadar PKK militanının açtığı ateşte 15 askerimiz hayatını kaybetmiş, 20si de yaralanmıştı. 8 Ekim 2008 tarihli Taraf, Genelkurmay'ın bu baskından haberdar olduğu hâlde tedbir almadığını iddia etti. Org. Başbuğ 15 Ekim 2008'de çok sert bir cevap verdi.[2]
16 Ekim'de 2008 tarihli Taraf  sağdaki manşetle karşılık verdi.
  Çirkefe taş atma, üstüne sıçrar!

Medya'da silahlı kuvvetleri eleştirme va aşağılama furyasını devamlı göğüslemek durumunda kalan Org. Başbuğ 17 Aralık 2009'da Trabzon'da Oruç Reis fırkateyninden yaptığı  konuşmayla TSK'ya yapılan "psikolojik harekata" karşı tavır koymuştu.[3] Taraf hemen kenar mahalle tarzıyla baskın çıktı:

Taraf, 18 Aralık 2009. Kafes, Ergenekon'la ilişiklendirilen, hristiyan azınlıklara yönelik olduğu iddia edilen bir "eylem planı" düzmecesidir; Hrant Dink ve Zirve Yayınevi cinayetleri bu "plana" atfedilir ve bu "plan" saygın isimlere uzandırılıp o isimler hem kirletilir, hem hapis yoluyla toplumdan uzaklaştırılırlar. Taraf bir yandan genel Kurmay Başkanı kişiiğinde orduya saldırırken bir yandan da komplo söylemini körüklüyor. Ahmet Altan Kum saati köşesine şöyle başlamış: "Medya'nın ne yazacağı, savcıların ne yapacağı Genelkurmay Başkanı'nı hiçilgilendirmez, onu ilgilendiren yönettiği ordunun içinden çıkan cuntalarla darbe planları. Nedense onlara dokunmuyor. O net konuşmuyor ama biz net konuşabiliriz. Bu cuntaları yakalayacak mısın yoksa bu cuntaları koruyacak mısın? Darbe planları yapanları yakalayacak mısın yoksa onları koruyacak mısın?" 
Aynı sayfada 3üncü Ordu Komutanı Saldıray Berk'in Ergenekon düzmecesi kapsamında soruşturmaya çağırılması haberi de var. 

Taraf'ın Türk ordusuna, ve dolayısıyla Cumhuriyet'e indirdiği en muhteşem darbe 20 Ocak 2010'da geldi. Çığıran manşetine göre Türk ordusu darbe yapabilmek için kendi camiini bombalayacak, kendi uçağını düşürecekti.

Taraf, 20 Ocak 2010.
Ahmet Altan'ın Kum Saati köşe yazısı şöyle başlıyor: 
"Askerliği Kaldırın." 
"İş, 'Bizim ordu böyledir canım, kendini memleketin sahibi sanır' dalgacılığının çok ötesine geçmiş durumda. Herhalde hepsi değil ama generallerin büyük çoğunluğu hastalanmış gibi gözüküyor. Nerdeyse her yıl bir darbe planı hazırlıyorlar. Bizim bugün yayınladığımız darbe planı bugüne dek görülenlerin en kapsamlısı, binlerce sayfadan oluşuyor, her aşaması en ince ayrıntısına kadar hazırlanmış..." 

Ve böylece Ergenekon gibi birçok karyeri söndürecek, aileyi bölecek, hatta canlara malolacak Balyoz cadıavı başladı. Balyoz iddialarının nasıl delillere dayandırıldığını görmek için bkz. "Balyoza Balyoz", 6 Şubat 2013.

Bekleneceği gibi, bu çılgın iddialar Genelkurmay Başkanı Başbuğ'u çileden çıkarttı. Başbuğ bu derece ölçüsüz ithamlar savuranlara 25 Ocak 2010'da ekranlardan kürsüye vurarak "'Allah Allah' diye askerine taarruz ettiren, hücum eden bir ordu nasıl Allah'ın evi camiye bomba atmayı düşünür? diye sordu, bu iddiayı yapanları "lânetledi".[4] 

Ertesi gün 26 Ocak'ta Taraf'ın pişkin cevabı hazırdı: "Allah Allah deyip geçti". Ahmet Altan Kum Saati köşesinde şöyle diyor: "Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ 'Balyoz Planıyla' ilgili konuştu ama doğrusu ben ne dediğini anlamadım..."

 Sağda: 26 Ocak 2010 tarihli Taraf'tan.


İlker Başbuğ herşeye rağmen genelkurmay başkanlığı görevini nihayetine erdirebildi. Bunda basının da baskısıyla orduyu geri planda tutmaya razı olmasının, yeni sert çıkışlardan kaçınmasının da rolü vardır.  2009'da ortaya atılan "Bülent Arınç'a süikast teşebbüsü" iddiası kapsamında TSK'nın çok gizli "Kozmik Odası"'nda mahkeme kararıyla arama yapılmıştı ve buna izin verdiği için İlker paşa çok eleştirilmişti. İlker paşa'nın
hapishanede yazdığı Suçlamalara Karşı Gerçekler kitabında yazdığına göre Genelkurmay Başkanlığı arama taleplerini iki defa reddetmiş, üçüncü talep, başbakanlıkta yapılan bir toplantıda yapılan bir değerlendirme sonunda kabul edilmişti.

Solda: İlker Başbuğ kendini Sillivri Özel Görevli Mahkemesi'nde savunmaya tenezzül etmedi, hapishanede yazdığı bu kitapla kendini doğrudan milletine savundu. Kaynak Yayınları, 2014.



İlker Başbuğ 30 Ağustos 2010'da emekli oldu.  Artık ne hükümetin başını ağrıtacak, ne de Taraf gazetesiyle atışacaktı.

17 ay sonra İnternet Andıcı davasında tanık olarak çağrılırken kendini Ergenekon Terör Örgütü'nün başı olma suçlamasıyla hapiste buldu. Türkiye Cumhuriyeti'nde bir genelkurmay başkanı ilk defa hapsediliyordu, hem de terörist suçlamasıyla, ve hem de tescilli hükümlü terörist Abdullah Öcalan saygın siyasi liderliğe terfi ettirilirken! Niçin bu derece provokatif bir harekete gerek görüldü?[6]

Hakimlerin tarafsız olmadığına şahit olduğu andan itibaren aynı hapishanenin içinde olan duruşma salonuna gitmeye bile tenezzül etmedi.

Vikipedi İlker paşanın doğum tarihini 29 Nisan 1943 olarak veriyor, buna göre neredeyse 69 yaşında hapsedilmiş, 71 yaşını doldurmaya yaklaşırken serbest bırakılmıştır. İlker Başbuğ tahliye olunca ne minnettar davrandı, ne yorgun, ne yılgın. Elinde yazılı bir metin yoktu. Medya'ya yaptığı açıklamayı aynen veriyorum, tarihe not düşmek adına  kısaltmadan, cümle düşüklüklerini bile düzeltmeden.

"Hepinizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum. 

"6 Ocak 2012 günü hatırlarsınız şöyle demiştim: '26ncı Genelkurmay Başkanı terör örgütü kurmak ve yönetmekle suçlanarak tutuklandı. Takdir yüce Türk Milleti'ne aittir.' Aradan tam 2 sene 2 ay- 26 ay geçti toplam! Bizi bu cezaevinde 26 ay nefret ve intikam duygularıyla hareket edenler burada tuttu. Benim 26 ay hayatımdan çaldılar, benim 26 ay hürriyetimden yoksun bıraktılar. Ama 6 Ocak 2012 günü söylediğim gibi Yüce Türk Milleti oynanan oyunu, iddiaların geçersizliğini, bir genelkurmay başkanının ve bir karargâhının terör örgütü karargâhı ve terör örgütü olarak suçlamanın kabul edilmez bir durum olduğunu, bizlerin darbecilikle hiç bir alakamızın olmadığını yüce Türk Milleti kısa zamanda anladı. İşte ben bugün burada isem yüce milletimin bizlere gösterdiği sevgi ve bizlere verdiği destek sayesinde buradayım. Bu nedenle herşeyden önce burada huzurunuzda yüce Türk milletine en derin şükranlarımı sunuyorum. 

"Bugün benim serbest bırakılmam bir başlangıçtır. Bütün kalbimle ve yüreğimle inanıyorum ki Silivri'de Hasdal'da Sincan'da Maltepe'de benim gibi suçsuz bulunan arkadaşlarım da en kısa zamanda hürriyetlerine kavuşacaklardır. (Metin Feyzioğlu: "Mamak da.") Mamak dahil. (Dışarıdan ses. "Hadımköy") Hadımköy.  (Metin Feyzioğlu: "İzmir.")  Bu gerçekleşmez ise bugün benim serbest kalmam, hürriyetimi kazanmamın hiçbir önemi ve anlamı olmaz. Çünkü, ben ne kadar suçsuz isem bugün geride bıraktığım Tuncer Kılıç paşa, Hurşit Tolon paşa, Bilgin Balanlı paşa, Hasan Iğsız paşa, diğer tarafta Tuncay Özkan'lar ve Doğu Perinçek'ler de benim gibi suçsuzdur. Ayrıca şunu da ifade etmek isterim ki bugün benim serbest bırakılmamda kullanılan gerekçeler hepsi için de geçerlidir.

"Dolayısıyla onların da en yakın zamanda hepsinin bu zindanlarda tutsak tutulan ve son günlerin deyimiyle kumpaslarla burada tutsak tutulanlar mutlaka ve mutlaka en kısa zamanda hürriyetlerine kavuşacaklardır, bundan eminiz bunu hiç bir güç durduramaz! 


"Cezaevi 26 ay! Bu da tarihin garip cilvesi midir ki 26ncı genelkurmay başkanı 26 ay... bu da enteresan! 'Cezaevi ne demek?' derseniz, cezaevi acı, ızdırap, çile çekmek, bu bir gerçek. Ama, bütün samimiyetimle söylüyorum ki bütün bunlara rağmen şu an içimde hiç bir şekilde nefret ve intikam duyguları taşımıyorum. Çünkü inanıyorum ki nefret ve intikam duyguları duyanlar aslında kendilerini de bir felakete sürüklerler. Nefreti, sevgi alt eder. Biz öyle yetiştik. İçimiz sevgi dolu. Aziz milletim, benim ve bütün arkadaşlarımın yürekleri ve elleri tertemiz. Bunun için bütün arkadaşlarımın adına şunu ifade ediyorum, bizim tek bir isteğimiz var: adalet. Ve bu adaletin gerçekleşmesinin elbette takipçisi olacağız. 

"Adalet deyince ne demek istiyorum? Şunu demek istiyorum: Ümraniye'de bulunan bir kaç el bombasından hareket ederek sanal bir 'Ergenekon Terör Örgütü' yaratma projesini kimler planlamıştır? Kimler bunu uygulamıştır? Eğer Türkiye Cumhuriyeti tekrar hukuk devleti olmak durumundaysa bu sorunun cevabı mutlaka bulunmalıdır. Ve bu projeleri yapanlar ve uygulayanlar adil yargılamayla adaletin önüne çıkartılmalıdır. Bunun takipçisi olacağız.

"Danıştay cinayetini sanal 'Ergenekon Terör Örgütü' ile birleştirmek, ilişkilendirmek projesi kime aittir? Kimlere aittir? Bunlar da ortaya dökülmelidir, hesap sorulmalıdır adil şekilde- eğer Türkiye gerçekten hukuk devleti olmak istiyorsa! Teğmen Mehmet Ali Çelebi'ye kumpas kuranlar belli, bunlar cezasız mı kalacak? Asla! Asla! Belli! Teğmen Mehmet Ali'ye kumpas kuranlar mutlaka cezalandırılmalıdır, eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti tekrar hukuk devleti olmak istiyor ise! Hanefi Avcı daha ne kadar içerde tutulacaktır? Yani buna birisi cevap versin. İnsafsızlıktır, ayıptır! Bunu kimler istemektedir? Yeter artık! 


"Değerli sınıf arkadaşım Hurşit Tolon paşa bildiğiniz gibi bir gizli tanığın, sadece bir gizli tanığın ifadesine dayanarak, dayandırılarak menfur Zirve cinayeti ile ilişkilendirilmeyi planlayan, uygulayan güçler kimdir? Ne garip tesadüftür ki bu gizli tanık da aynı Tuncay Güney'e benzemektedir. Belki bilmeyenleriniz var, bu Zirve cinayetiyle Hurşit Tolon Paşa'nın, değerli arkadaşımın tek bir gizli tanık ifadesi...işte bu gizli tanık kimdir? Silahlı kuvvetlerden atılmış bir uzman çavuş, çeşitli nedenlerle. Ve işin garibi bu da Tuncay Güney gibi bir müddet sonra, tabii olabilir insanları şey yapmak yanlış belki ama, bu da hristiyan olur ve papaz olur.  Bu kadar mı tesadüf yani? Bu kadar mı tesadüf? Kimler oynamaktadır bu oyunu? Eğer Türkiye Cumhuriyeti tekrar hukuk devleti olmak yolunda adım atmak istiyorsa bunun da cevabı verilmesi lazım.

"Balyoz davasında 51 numaralı harddisk'in Tübitak dışında başka bir araştırma kurumu bilirkişi tarafından incelenmesi için yırtınılmıştır adeta, niçin bunun önü kesilmiştir? Kimler bunun arkasında? Mutlaka bulunmalıdır, eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti hukuk devleti olmak, tekrar hukuk devletine dönmek istiyor ise. 


"Ve işin en vahimi bugün çeşitli arkadaşlarımız, belki hepsinin ismini burada sayamayacağım, Muzaffer Tekin, Kemal Alemdaroğlu, efendim Levent, Doğan Temel, çeşitli arkadaşlarımız, Serdar Öztürk, bunlar hastadırlar, morale ihtiyaçları vardır. Ama bu hakimlerde vicdan yok. Kim ne derse desin, ben bunların vicdan taşıdığına inanmıyorum. Bu hasta insanların morale en fazla ihtiyaç olduğu anda bunların hala tutukluluk devamını, devam kararı alanlarda, arkadaşlar, vicdan olur mu? Vicdan yok! Be adamlar sizde hiç Allah'tan da mı korku yok? Tabii (Dışarıdan: Levent Göktaş gözünü kaybetti.) Efendim? (Levent Göktaş gözünü kaybetti.) Malesef! Çok arkadaşlarımız var.

"Bugün, dün elbette Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde önemli bir olay yaşanmıştır. Dün çıkarılan kanunla bu Özel Yetkili Mahkeme'ler bir çukura gömülmüştür. O çukurdan nasıl çıkacaklar bilmiyorum. Bu Özel Yetkili Mahkemeler'in  bu çukura gömülmesi tabii ki, elbette, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin demokrasi yolunda bir adım ileri gitmesinde büyük bir katkı olmuştur, büyük bir adım olmuştur. Bunun da altını çizmek isterim.

"Son olarak söyleyeceğim şudur: Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhuriyet tarihinin en kritik dönemlerinden birisini yaşamaktadır. Özellikle, yargı alanında, malesef bütünüyle, bütünüyle, altını çiziyorum- tümünü suçlayamayız- bütünüyle ayakta kalan bir tek kurum vardır: Anayasa Mahkemesi! Bu süreçte Anayasa Mahkemesi'nin tarihi bir yükümlülük ve sorumluluk yüklendiğinin bilincindeyim. Umuyorum ve inanıyorum ki Anayasa Mahkemesi bugüne kadar almış olduğu doğru kararlarla tarihe not düşen durumunu bu önümüzdeki zor dönemde de başarı ile sürdürerek Türkiye'nin bir an önce demokrasiye dönmesinde önemli bir rol oynayacaktır. Bu zor günlerde elbette-elbette- bütün milletimiz bizimle bu acıları paylaştı. Elbette! Yakınlarımız ailelerimiz acı çekti ama onların yanında bir de şu anda olduğu gibi iki yanımda bir yerde hocam, Türkiye Barolar Birliği Başkanı sağımda, solumda avukatım İlkay Sezer, avukat kızlarımız, onların bu süreçte bizlere sağladığı katkı için burada bütün Türk Milletinin huzurunda, her zaman bizim yanımızda oldular, her zaman bize destek verdiler, onlara da sonsuz şükranlarımı ve teşekkürlerimi sunuyorum.


"Biz tek birşey istiyoruz.  Adalet istiyoruz. Ve bu adaletin gerçekleşmesi için, görev başında nasıl mücadele ettiysem burada 2 yıl içerisinde nasıl mücadele ettiysem dışarda bulunduğum sürede de aynı şekilde mücadeleme devam edeceğim, ta ki son arkadaş buradan çıkıncaya kadar. Hepinize selam ve saygılar sunuyorum."
https://www.youtube.com/watch?v=Jvm4XtiFzng 

İlker paşa hemen ertesi gün, 8 Mart 2014'de Beşiktaş'taki Sessiz Çığlık eylemine katıldı. Her zaman kibar bir kokteyl havasında olan etkinlik o gün adam almıyordu, ve o zamana kadar subay ailelerinin bu olgun direnişine rağbet etmeyen basın da kamera bataryalarıyla oradaydı. Paşa'yı ben bir an yakınımdan, bir güruh refakatinde, geçerken görebildim, konuşması sırasında da sesi pek az geliyordu. (Orada sesini en iyi duyuran artık bu işi iyice öğrenmiş olan Nurgül hanım'dır- bkz. "Artık Sessiz Olamayan Çığlık", 3 Ocak 2014; daha iskeleden beri gayet net anlaşılıyordu!). Asıl şahit olduğum halkın sevgi gösterisiydi- arada "Başbuğ cumhurbaşkanı" sloganı da duyuluyordu- cumhurbaşkanlarının eski genelkurmay başkanlarından geldiği döneme bir özlem adeta. Bence yanlış da değildi o uygulama; Türkiye'de büyük ölçüde sembolik ve yetkileri kısıtlı olan bu makam için, Türkiye Cumhuriyeti'ni korumakla görevli kurumun en yüksek makamına kadar çıkmış olan kişinin getirilmesinde yanlış birşey görmüyorum. Cumhurbaşkanı'nın aynı zamanda Silahlı Kuvvetler'in başkomutanı sayılması da daha doğru bir mantığa oturuyordu.

 İlker Başbuğ tahliye olduğunun ertesi günü 8 Mart 2014'te Beşiktaş'ta Sessiz Çığlık eylemine katıldı. Konuşmasını yaptıktan sonra Beşiktaş'tan ayrılmaya çalışırken halk coşkunca tezahürat yaparak arabasını çepeçevre kuşattı.
(Görüntü kendi kameramdan.)

Başbuğ'dan sonra başka tahliyeler bekleniyordu ama adliye hafta sonu tatiline girdi ve beklentiler Pazartesi'ye kaldı. Ulusal Kanal ve Aydınlık gazetesi halkı 10 Mart pazartesi günü Silivri'de hapishanenin önünde toplanmaya çağırdı. Yine uzak şehirlerden otoüsler kaldırıldı. Biz bu sefer kendi arabamızla gittik.

Kalabalıklar eskisi kadar değilse de yine de hatırı sayılırdı; havanın soğuk, yağışlı ve rüzgârlı olması nedeniyle gelenlerin Silivri Nöbet Çadırı bölgesine ve lojmanların girişindeki camiinin önüne doluşup büzüşmüşlerdi, bu da sayıların olduğundan da az görünmesine sebep oluyordu. Gençler soğuğa rağmen halka halinda dizilip orijinal tekerlemelerle halay çektiler. Artık Özel Görevli Mahkemeler kaldırılmış olduğu için kararlar Çağlayan adliyesinde veriliyordu. Sonradan medyadan duyduğumuza göre Ergenekon hükümlerini vermiş olan Özel Yetkili 13. Ceza Mahkemesi, TBMM'nin kapatma kararına karşı çıkarak, Meclis'in böyle bir yetkisi olmadığını iddia etmiş, fakat bu debelenme boşa gitmiş. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25977993.asp

 Silivri Ceza İnfaz Kurumu önü, 10 Mart 2014.
Soğuk, yağmur, rüzgâr, sabır!
(Görüntü kendi objektifimden.)

İnsanlar cep telefonlarıyla Çağlayan'dan gelecek haberleri almaya çalışıyordu. Tuncay Özkan ve Levent Göktaş'ın tahliye haberlerinin geldiğini yakınımdaki bir adamdan duydum. Bir ara büyük bir coşku dalgası oldu; kucaklaşanlar, gözyaşları. Doğu Perinçek'in tahliye edildiği haberi gelmişti. Sonra hoparlörlerden gelen bir düzeltme, Perinçek'in dosyasının hâla incelenmekte olduğunu bildirdi. Erken sevinmiştik! Bekleyiş devam etti. Saat 17:00 sularında benim başım dönmeye başladı; sendeliyordum. Soğuk ve nem bana fazla gelmeye başlamıştı. Arabamıza doğru gitmeye başladık Arkamızdan maçta gol atılmışçasına coşkun bir ses yükseldi. Doğu Perinçek tahliye olmuştu.

Doğu Perinçek tahliye olduktan sonra basının önünde, Silivri Ceza İnfaz Kurumu, 10 Mart 2014. Sağında İşçi Partisi Başkan Vekili Hasan Basri Özbey. solunda İşçi Partisi Şişli belediye başkan adayı Ümit Zileli.
(Görüntü medyadan.) 

Tahliyesinden hemen sonra Doğu Perinçek basına şöyle hitab etmiş:

"Milletimizi saygıyla sevgiyle selâmlıyoruz. 

"Bizleri Ergenekon'a hapsettiler, Türkiye'yi bölmek için! Türkiye'yi bölmek için! Ve şimdi Ergenekon'dan çıkıyoruz! Türkiye'yi birleştireceğiz! 

"Bizleri Ergenekon'a hapsettiler Cumhuriyet'i yıkmak için, Türkiye'yi şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar, cemaatler ülkesi hâline getirmek için. Şimdi Ergenekon'dan çıkıyoruz, cemaatlerin, tarikatların kökünü kazıyacağız, Cumhuriyet'i ayağa kaldıracağız.

"Önce teşekkür ediyorum, bizim tahliye kararımız 13 Aralık 2012'de, 5 Nisan 2013'te, 5 Ağustos 2013'te burayı, barikatları yıkan fedailerin, öncülerin büyük mücadelesiyle o tahliye kararı verildi. Bizi tahliye ettiren onlardır, Türkiye halkının fedaileridir, öncüleridir.

"Şu anda Ergenekon'dan çıktığımız yerdeyiz. Kınından çıkmış bir kılıç gibiyiz. Görevlere hazırız! Görevlere hazırız! 

"Bir! Türkiye'yi böldürtmeyeceğiz! Türkiye'yi birleştireceğiz!

"İki! Cumhuriyet'i yıktırmayacağız!

"'Ergenekon' bizlerin şahıslarını hedef alan bir tertip değil! Hedef Türk milletiydi! Hedef Cumhuriyet'ti! Hedef Atatürk Devrimi'ydi, toplumumuzun çağdaş yaşama özlemleriydi. Ve bu hedefe ulaşmak için iki kurumu hedef aldılar: Türk Silahlı Kuvvetleri ve İşçi Partisi.

"Gazi olduk, bize birşey olmadı, Ergenekon'dan gazi olarak çıkıyoruz. Türk ordusu ve İşçi Partisi olarak Ergenekon'dan gazi olarak çıkıyoruz, ama bizleri hedef alanlar, görüyorsunuz, çürüdüler, dağılıyorlar!

"Onların, Türkiye'yi bölenlerin hükümetini yıkacağız! Buradan ilan ediyorum: Türkiye'yi bölenlerin iktidarını yıkacağız! Türkiye'yi birleştirenlerin iktidarını kuracağız! Cumhuriyet'i yıkanların, Tayyip Erdoğan'ların, Abdullah Gül'lerin iktidarını, Fethullah Gülen'lerin iktidarını, hepsini birden yıkacağız!

"Kınından çıkmış bir kılıç gibiyiz, bir daha söylüyorum! Hazırız, görevlere hazırız. Göreceksiniz Türkiye'miz aydınlıklara, feraha ilerleyecektir, koşullar çok güzel! Suriye'yi bölemediler, Irak'ı bölemediler, İran dimdik ayakta! Ukrayna'da amaçlarına ulaşamadılar, berbat olacaklar! Bu çevre koşullarında özerklikmiş, Türk vatanını bölmekmiş, bu amaçlarına ulaşamayacaklar!

"Koşullar çok elverişlidir, Atatürk Devrimi'ni kesin sonuçlarına ulaştıracağız! Bağımsız, birleşik, çağdaş, halkçı, devrimci Türkiye'yi kuracağız!  Bütün milletimizi kucaklıyoruz. Saygılarımızı, sevgilerimizi sunuyoruz ve milletimize bir kez daha söylüyoruz: bu Ergenekon'lar Balyoz'lar bizlerin şahıslarını hedef almadı, bu milleti hedef aldı. Ve görüyorsunuz, bizim içeri atılmamızla oluşan manzarayı görüyorsunuz: bölünmüş Türkiye manzarası! Dervişler, cemaatler, müritler Türkiye'si manzarası! Bunların hepsinin kökünü kazıyacağız, kökünü kazıyacağız!

"Hepinize sevgiler ve saygılar, bu yağmur altında görev yapıyorsunuz. Çok teşekkür ediyorum, saygılar, sevgiler sunuyorum."
http://www.youtube.com/watch?v=0Z2qECiErE4

Ve tahliyeler sonraki günlerde de devam etti- bir çorap söküğü havasına büründü. 

Ama iyimserlik havasına kendimizi fazlaca kaptıramayız; bu tahliyeler beraat anlamına gelmiyor. Başbuğ müebbet hapise mahkûm edilmişken o hüküm bir şekilde geçersiz sayıldı- ama onun ve diğerlerinin yeniden yargılanmaları mevzubahis!  Bir yandan tahliyeler yapılırken bir yandan yeni tutuklamalar oluyor, devam etmekte olan "casusluk" davaları için subaylar teslim olmaya çağrılıyor- ve babaları başbakan olmadığı için gidip teslim oluyorlar. Bu tahliyelerin gerçekleşmesinde AKP ile Cemaat arasında oluşan çatlağın rolü büyüktür ama ne bir tarafın, ne diğer tarafın birdenbire daha iyi insanlara dönüşüverdiklerine inanmayasınız.


Solda: Bu aileyle 15 Şubat 2014 günündeki Sessiz Çığlık eyleminde tanıştık. Deniz Binbaşı Hakan Çetinkaya, eşi Hatice Çetinkaya, ve oğulları Can. Hakan binbaşı İstanbul Casusluk davası (İzmir'dekinden önce ortaya çıkmıştı) sanıklarındandı ve her an gözaltına alınmak üzere çağırılmayı bekliyordu. Ailece kalan vakitlerini değerlendirmeye çalışıyorlardı. Eylem sırasında binbaşı'nın avukatından haber geldi; çağrılıyordu. Artık teslim olacak, ailesi de, diğer Sessiz Çığlık aileleri gibi, beklemeye geçecekti.
(Görüntü kendi kameramdan.)









Derken 11 Mart Salı günü birşey oldu: Gezi olayları'nın sıcak günlerinde başına gaz fişeği isabet eden 15 yaşındaki Berkin Elvan hastanede 269 gün şuursuz yattıktan
Berkin
sonra hayatını kaybetti. Söylem, o sırada ekmek almak üzere sokağa çıktığı şeklindedir. Polisle gerginlik, Berkin'in durumunun fenalaştığı ve insanların Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi önünde toplanmaya başladığı 10 Mart akşamı başladı. 11 Aralık sabahı hayatını kaybettiği anda bu en son Gezi şehidi, tekrar canlanmak için fırsat bekleyen Gezi ruhunu uyandırdı, Berkin adına gösteri yapanlar polisle çatıştı. 


Berkin hayatını kaybedince hastane önünde olaylar çıktı.
(Görüntü medyadan.)


Ramazan Apaydın isimli bir vatandaş. Bildirildiğine göre Okmeydanı Hastanesine eşini getirmiş ve arbedede yaralanmış. Yanliş yerde, yanlış zamanda! 11 Mart 2014.
(Görüntü medyadan.)

Gezi günleri gibi- Ankara, 11 Mart 2014.
(Görüntü medyadan.)



İstiklâl Caddesi, 11 Mart 2014.
(Görüntü medyadan.) 

12 Mart'ta Berkin'in cenaze töreni için halk Okmeydanı'ndaki cemevinin önünde toplandı ve patlayan olaylar- Gezi günlerini anımsatacak şekilde- her tarafa yayıldı! Arka arkaya yeni yaralanmaların haberi geliyor. Ölenler de var: Tunceli'de polisin gazı bir polis memurunun canını almış, Ahmet Küçüktağ isimli polis memuru gazın etkisiyle kâlp krizi geçirmiş, kaldırıldığı hastanede takılan kâlp piline rağmen kurtarılamamış. İstanbul Okmeydanı'nda bu akşam (12 Mart) tekbir getiren eli sopalı bir grubun saldırısıyla başlayan kavgada Burak Can Karamanoğlu isimli genç hayatını kaybetmiş- haberlere göre başına isabet eden kurşunla! (Ölen polis memuru henüz 30 yaşındaymış, genç ise sadece 22!) Birçok okulda öğrenciler derslere girmedi. Bozuk renkli tazyikli su, nefes kesen gaz, kafalara isabet eden kartuşları, çıkan gözler, tam bir nostalji yaşıyoruz! Geçmiş zaman olur ki hayâli cihan değer! Ama böyle böyle, yavaş yavaş demirden dağ eriyor!


Berkin'in 16 kiloya düşen cılız bedeni taşınıyor, Okmeydanı, 12 Mart 2014.
(Görüntü medyadan.)

E-5'ten Şişli ayrımı, 12 Mart 2014.
(Görüntü medyadan.)

Berkin'in cenaze korteji, Şişli, 12 Mart 2013.
(Görüntü medyadan.)


Solda: 12 Mart 2014'te Aydınlık'ta çıkan bu karikatür Berkin'in ölümünün Ergenekon tahliyelerine rastlamasına şiirsel bir yorum getiriyor.












[1] Meclisteki AKP çoğunluğu Abdullah Gül'ü 28 Ağustos 2007'de cumhurbaşkanlığına getirdi. Genelkurmay başkanı Büyükanıt tavır koymaya teşebbüs etti. 29 Ağustos 2007'de GATA'daki mezuniyet töreninde yeni cumhurbaşkanı Gül'ü selamlamadı,  ama ertesi gün,  30 Ağustos törenlerinde bir müddet tereddütten sonra televizyon kameraları önünde cumhurbaşkanı'nı selamlayarak onu amir olarak tanıdığını dünyaya gösterdi. Bazıları Yaşar Büyükanıt'ın kuvvetli bir duruş sergilememesinin sebebini başbakan Erdoğan'la 4 Mayıs 2007'de Dolmabahçe'de yaptığı gizli görüşmeye dayıyor; orada kendisine yapılan bir şantajla suskunluğunun satın alındığını düşünüyor. İnternette yayınlanan ve "e-muhtıra" adı yakıştırılan bildiriyi kendi kaleme almış olduğunu söylemesine rağmen (32. Gün programında, 4 Mayıs 2009) Büyükanıt Ergenekon ve diğer düzmece davalarının kurbanı olmamıştır. 

Org. İlker Başbuğ 2008'de Genelkurmay Başkanlığı'na getirildi ve 2010'a kadar bu görevde kaldı.

Fotoğraftakilerden Jandarma Genel Komutanı Işık Koşaner, 2008'de Kara Kuvvetleri, 2010'da Genelkurmay Başkanı oldu. Düzmece davalarda yargılanmakta olan subayların durumlarını protesto etmek için  29 Temmuz 2011'de istifa etti.

[2] "... Bir ordunun bu tip saldırılar karşısında, ki bu saldırılar doğru bilgiye dayanmayan, sınırlarını aşan eleştirilerdir, bu tip saldırılar karşısında her ordunun vereceği cevap ve tepki bellidir. Ve bu husus bütün ordular için de geçerlidir. Bu açıdan son sözüm şudur: dolayısıyla herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet ediyorum!..." (Alıntı, Balıkesir Astsubay Meslek Okul Komutanlığı'nda, 15 Ekim 2008.) https://www.youtube.com/watch?v=TlCrg5wGGmE


[3] "...Türkiye'de medyanın bir kısmının varoluşlarının temel nedeni gerçeklere ve doğrulara dayanmayan önyargılı ve özel amaçlar taşıyan eleştiriler yaparak Türk Silahlı Kuvvetleri'ni haksız yere hergün gündemde tutmak ve Türk Silahlı Kuvvetleri aleyhine kampanya yürütmektir. Bunlar aynı zamanda kendilerini demokrasinin savunucusu olarak da göstermektedir...demokrasiyi savunmak için tek çıkar yol, onlar için tek çıkar yol Silahlı Kuvvetler'in karşısında olmaktır- ki Türk Silahlı Kuvvetleri her vesileyle demokrasiye ve hukuk devletinin yanında olduğunu...  ifade etmektedir. İçinde bulunduğumuz bu süreçten rahatsızız. Bu rahatsızlığımızı her vesileyle yetkili ve ilgili makamlara ilettiğimiz gibi yasal olarak yapılması gerekenleri de yapıyoruz. Hem ülkesni, hem milletini sevmek hem de haksız yere Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı psikolojik harekât yürütmek birarada olamaz. Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı planlı ve kendi amaçları ve menfaatleri çerçevesinde haksız şekilde psikolojik harekât yürütenlere diyorum ki bulunduğunuz yol, bulunduğunuz yer doğru değildir. Türk milletinin büyük çoğunluğu da ne yaptığınızın farkındadır... Son dönemde meydana gelen her terör olayıyla Türk Silahlı Kuvvetleri'ni ilişkilendirme yönünde çabalar da vardır. Hergün bu çabalara yenisi ilave edilmektedir. Terör olaylarını Türk Silahlı Kuvvetleri'yle ilişkilendirmeyi PKK, PKK destekleyicileri, PKK sempatizanları yapabilir, ancak böyle ilişkilendirmeleri ve bu amaca yönelik imalı konuşmaları siyasiler, akademisyenler ve medya mensupları yapamaz, yapmamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti hukuk devletidir. Herşey yasalara uygun olarak yürütülür. Ciddi hukuk devletinde imalı konuşmalara, dedikodulara yer yoktur...  Artık haksız ve mesnetsiz suçlamalara karşı da Türk Silahlı Kuvvetleri sessiz kalamaz...." (Alıntı.) https://www.youtube.com/watch?v=8r_ogx5jtos

[4] "'... Allah Allah' diye asker taarruz ediyor. Ya ben şimdi size soruyorum. Vicdansızlara soruyorum. 'Allah Allah' diye askerine tarruz ettiren, hücum eden bir ordu nasıl Allah'ın evi camiye bomba atmayı düşünür? Vicdansızlıktır! Lânetliyorum bunları! Bu kadar vicdansızlık olur mu? Ben- Çanakkale'de de böyleydi, İstiklâl Savaşı'nda da böyleydi. Bugün de böyle. Bugün de bu ordunun mehmetciği 'Allah Allah' sesleriyle düşmana- eğitim tabii bu, 'Allah Allah' sesleriyle eğitim yapıyor. Talimnamemizde var. Talimnamemizde var. Ya böyle bir ordu, böyle bir ordunun kişileri çıkacak Allah'ın evi camilere bomba atacak, oradaki dini ibadetini yapan kişileri şey yapacak. Lânetliyorum!... Yine bu ordunun kişileri çıkacak kendi uçağını vesaire bilmemne yapacak. Lânetliyorum!.. Türk ordusunun da bir sabrı var!... Bu asker şimdi bölgede elinde silah yine bekliyor bu ülkeyi bu milleti. Siz bu orduyu, tümünü, nasıl böyle itham edersiniz? Hiç mi vicdanınız yok...?"  http://www.dailymotion.com/video/xbzhmr_ilker-basbug-taraf-balyoz-yalani-ve_news

[5] "...27 Aralık 2009 tarihinde, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı “Kozmik Oda”da arama yapmak istedi. Yasa gereği kendisinin yetkisiz olduğu söylendi ve müsaade edilmedi. Daha sonra bir hâkim, mahkeme kararına dayanarak aramaya geldi. Mahkeme kararına itiraz edileceği söylenerek aramaya izin verilmedi. Ancak yapılan itiraz daha sonra reddedildi. Bunun üzerine, Kara Kuvvetleri Komutanı Karargâh’a davet edilerek durum değerlendirildi. O akşam geç saatlerde, aramayı yapacak hâkimin Bölge Başkanlığı’na geldiği bildirildi. Kendisi Karargâh’a davet edildi. Gelmeden öncede odanın kapılarının mühürlenmesi istenildi. Gelen hâkime, yarın konunun Başbakan’a arz edileceği, oradan alınacak talimata göre hareket edileceği bildirildi.

" Ertesi gün, Kara Kuvvetleri Komutanı ile birlikte, Başbakanlık’taki toplantıya katılındı. Durum anlatıldı. Eğer aramaya müsaade edilmesi istenilirse, bizim bu aramadan hiçbir şekilde endişe duymadığımız da belirtildi. Aramanın yasalar gereği yapılmasının uygun olacağı bize bildirildi.
Durumu tekrar kendi aramızda değerlendirdik. İddia çok çirkindi ve vahimdi. Bir suikastın planlandığı iddia ediliyordu. Bu konuda bizim gizleyeceğimiz ve endişe edeceğimiz hiçbir noktanın bulunmaması ve ileride Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinde vahim derecede şaibe kalmaması için aramanın yapılmasına müsaade edilmesinin, daha uygun olduğu kararına varıldı..." 


Bu metnin daha büyük bir bölümü İlker Başbuğ'un resmi sitesinde de mevcut.
Bkz. http://www.ilkerbasbug.com.tr/?p=2351

[6] Son günlerde "başbuğ'un tutuklanmasına sebep olduğu" iddia edilen bir videoklip dolaşmaya başladı İnternet'te. Birçok yerde "Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ'un 2009'da harbiyelilere yaptığı konuşma " olarak verilen bu klip ve metni, aslında daha kara kuvvetleri komutanıyken 2007-2008 öğretim yılı açılışında yapılmıştır. Gözlemlerinin ne kadar isabetli olduğu gözüküyor. Başbuğ'un tutuklanması, aradan o kadar zaman geçmiş olmasına rağmen, bu konuşmaya dayandırılabilir mi?

“Yıllardan itibaren bazı marjinal grupların, dinsel eğilimleri kullanarak, sermaye biriktirip yatırımlara yönelmesi, dernek ve vakıflar kurarak eğitim ve öğretim alanında ve nihayet de siyasal alanda etkin olmaya çalıştıklarını sıkça görmekteyiz.

Diğer taraftan, küreselleşme olgusunun devletlerin geniş kitleleri koruyan sosyal devlet vasfının giderek zayıflatmasına neden olduğu da bir gerçektir. Bunun sonucunda toplumların cemaatleşmeye itildiği de bir diğer gerçektir. Giderek güçlenen bu cemaatler ekonomiyi yönlendirmeye, sosyo-politik yaşamı biçimlendirmeye, dine bağlı bir yaşam tarzı olarak sosyal kimliklerini ortaya koymaya çalışmaktadırlar.
Bu cemaatler ile 677 sayılı kanunla varlığı yasaklanan tarikatlar devrime karşı hareketlerin odağı haline dönüşmektedirler.
Burada bizim üzerinde durmaya çalıştığımız husus Anayasamızın başlangıcında ve 24. Maddesinde açıkça belirtildiği gibi, kutsal din duygularının devlet işlerine, politikaya, siyasal veya kişisel çıkar ya da nüfuz sağlama amacıyla kötüye kullanılmamasıdır.
Ülkemizde ulusal kültürün yozlaştırılmaya çalışıldığı da diğer bir gerçektir.
Diğer taraftan toplumumuzun bir bölümünde ulusal kültürün din eksenli bir yapıya oturtulmaya çalışıldığını da görmekteyiz.
Değerli Harbiyeliler, bütün bu önemli gelişmelerin ulus-devlet yapımıza zarar verdiğini düşünmekteyiz.
Anayasal düzenimizin temelini oluşturan laikliğin korunması, dinin siyasal ve ekonomik amaçlarla kullanılmasının önlenmesi, ulusal eğitim ve öğretimin bu tür hareketlerin etkisinden kurtarılması, toplumumuzun bu tip hareketlere karşı bilinçlendirilmesi ve nihayet ulusal kültürümüzü bütün zararlı etkilerden korumak amacıyla topyekün bir mücadele verilmesi gerekmektedir. Mücadele öncelikle kültür, eğitim ve öğretim alanında verilmelidir. 
Değerli Harbiyeliler, Cumhuriyetin ve devrimlerin korunmasının tek yolu vardır;  bu yol ise Atatürkçü düşünce sistemidir.
Cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çıkmak iç siyasetle ilgili olmayıp, yasalarla Silahlı Kuvvetler’e verilen bir görevdir ve askerin yasalarla verilmiş görevleri yapma veya yapmama gibi bir seçeneği ve lüksü yoktur.

Türkiye üzerinde iç ve dış kaynaklı radikal değişim projelerinin bulunduğunu görmekteyiz. Bu kesimler projelerinin önündeki en önemli engel olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ni görüyorlar.
Bunlar Türk Silahlı Kuvvetleri’nin siyasete müdâhale ettiğini ifade ederek Silahlı Kuvvetler'in özellikle milli güvenlik açısından anayasal düzenin 3 temel niteliği olan ulus-devlet, üniter-devlet ve laik-devlete yapılan saldırılara kayıtsız kalmasını istiyorlar. Bu kesimler büyük bir yanılgı içindedirler.
Türk Silahlı Kuvvetleri’ni başka ülkelerin ordularıyla karşılaştırarak farklı sonuçlar üretmeye çalışanlar Türk toplumunun tarihini de, gerçeklerini de bilmeyenler ya da kendilerine yabancılaşmış olanlardır.
Saygılar sunuyorum.”