27 Haziran 2013 Perşembe

BİRAZ DA MÜZİK- A MUSICAL INTERLUDE

TÜRKÇE (For English text, please scroll down)




Dolmabahçe Barikat Orkestrası: "Dağlın Lan!"
(Görüntü Medyadan, link Türkçe metninn sonunda.)

"Ne Mutlu Türküm diyene" sözüne takılan bazı insanlar, hatta bunların arasındaı mürekkep yalamışlar vardır. "Ben Türk olmaktan mutlu değilim ki!" derler, "keşke Norveçli olsaydım" derler, "Amerika'ya gideyim de bebeğim orada doğsun" derler. Diyebilirler de! Ya da "Irkçı bir söz" derler, "Fransız olan mutlu değil mi?" derler,(ki Fransızlar bunu iftiharla ilan ederler) ya da "Kürt vatandaşlar da 'ne mutlu Kürdüm diyene' derse ne olacak?" derler (bilmem! ne olur ki?). 

Hani bazı insanlar vardır, bir fıkrayı bile açıklamanız gerekir, şiirden de hiç anlamazlar. Atatürk'ün "Az zamanda çok ve büyük işler yaptık" diye başlayan 10. Yıl nutkunun bu coşkulu son sözlerini bu kadar ters ve hayâl gücünden yoksun bir şekilde yorumlamaları için ya öyle algısı renksiz bir insan olmak gerekir- bu olumlu bakış- ya da hain olmak.

Ben itiraf ediyorum ki ömrümün büyük bir kısmında Türk olmaktan mutlu olmadım. Ve keşke "şu ya da bu milletten olsaydım" dediğim de çok oldu. 

Ama Türk olduğum gerçeğinden kaçamayacağımı da her zaman bildim. Siz vaz geçseniz de hatırlatırlar zaten!

Türk olmaktan düpedüz mutsuzluk duyduğum zamanlarda bile "Ne Mutlu Türküm Diyene" sözünü sorgulamadım- en fazlası,  sözü söylemiş olanın güvenine lâyik olamadığımız için üzüldüm. En yılgın, en "bu millet adam olmaz" dediğim anlarda bile umutsuzluğumun sebebini sözlerin kendinde arayacak kadar sığ olmadım.

AKP'nin uygulamaları, Silivri'ler, Hasdal'lar, Ergenekon'lar, Balyoz'lar, başörtülü minikler, kara çarşaflı büyükler, "yetmez ama evet"'ler, küçük hesaplar, gösteriş merakları, beni hep Türk olmaktan "mutsuz" etti.

Derken 19 Mayıs 2012'den beri başlayan bir canlanma gördüm, gaz ve suya, polis copuna karşı silahsız, ellerinde yalnız bayrak ve pankartlarla meydanlara dökülen aileleri, gençleri, yaşlıları gördüm. 

Korkmadan kedini ortaya atanları gördüm.

TGB'li gençleri ve aklımın almadığı cesaretlerini gördüm.

Sonra da Gezi Parkı olaylarını gördüm. 

Ve doğan yepyeni, capcanlı Gezi Parkı kültürünü gördüm.

Türk okurlarım Gezi Parkı olaylarınının doğurduğu muhteşem yaratıcı kültürden haberleri vardır muhakkak ("orantısız güce karşı orantısız zekâ"), zaten bu makaleyi temelde yabancı okurlar için toparladım. Başbakan Erdoğan'ın "Twitter belâsı" diye adlandırdığı fenomen Türkiye kültür tarihine girecek bir konu başlığı olmaya aday zaten. You-Tube da birbirinden yaratıcı kliplerle dolu.

Ve gördüklerim karşısında yarım yüzyılı geçmiş hayatımın hiçbir döneminde hissetmediğim kadar şunu hissettim.

"Ne mutlu Türküm diyene!"

Demek bunu demek istemiş!

Aşağıda Gezi Parkı Kültürü'nü aksettiren müzikâl bir derleme sunuyorum; yukarıdaki sözlerin anlamını derinden hissederek:



Bu Daha Başlangıç, Mücadeleye Devam!
"This is just the beginning! The Struggle Goes On!"

Bu Daha Başlangıç!- "Thİs İs Just the Beginning!"
Dağılın Lan Dağılın Lan Dağılın! (Dolmabahçe Barikat Orkestrası)
"Break it up, boy, break it up, break it up" (The "Dolmabahçe Barricade Orchestra".) The repeating phrase turns  typical policespeak against the practices and policies of the ruling AKP. 
Dağılın lan! "Break İt Up!"

Çapulcu musun vay? (Boğaziçi Caz Korosu)
"Are You a Marauder?" (The Bosphorus Jazz Orchestra) 
A reinterpretation of a traditional song; "marauder" (Çapulcu) recalls the term Prime Minister Erdoğan used for the protesters- "we're not going to allow a couple of marauders to come to go out on the square and provoke the people" -at a speech delivered at the opening ceremony of the Ottoman Archives on June 2nd, 2013.

 Çapulcu Musun Vay? "Are You a Marauder?"


Gezi Bella- (Grup Çapulcu- Hatay’dan üç genç)

"Gezi Bella"- ("Group Marauder"- three young lads from Hatay) to the tune of Ciao Bella.
 Gezi Bella!

Çapulcular oldu mu? (Boğaziçi Caz Korosu)
"Are the marauders ripe?" ("Bosphorus Jazz Chorus"). Adaptation of a traditional song.
Çapulcular Oldu Mu? Are the Marauders Ripe?

Tencere Tava

"Pots and Pans"
Referring Prime Minister Erdoğan's very arrogant allusion to the pot-and-pan clanging protest action. You hear his own voice at the start of the clip. (With subtites.)

Tencere Tava. "Pots and Pans"


Diren Antarktika (Konservatuar öğrencilerinden oluşan Sanatla Diren Antalya Grubu)

"Hold on tight, Antarctica" ("Resist with Art, Antalya", a group of students of the State Conservatory in Antalya.)

The reference is to the three hour long documentary on penguins broadcast on CNN TURK while the conflicts were going on at Taksim Square.
 Dayan Antarktika! "Hold On Tight, Antarctica!"

Ve olaylardan doğan protesto şarkılarından en sevdiğim:
And my favorite protest song of the uprising:
Eyvallah!  (Duman)
"Bring it on!" (group "Smoke") With subtitles.

Eyvallah! Bring It On!


ENGLISH
The Dolmabahçe Barricade Orchestra: Break it up!
(Image from the media, videoclip above.)
The famous saying by Kemal Ataturk, "Happy is the person who can say 'I'm a Turk'" has suddenly become controversial in the last few years, reflecting the AKP's policies of elevating religion and downplaying nationhood. Diverse people have challenged it, including some several with intellectual pretences. Some have said "I'm not happy about being a Turk", some have said "I wish I were Norwegian", some decide to travel to the US to have their baby there, to benefit from automatic US citizenship. And well they may, it's a wish and a choice. Some Have found the saying "racist", objecting with counter arguments like "is a Frenchman not happy?" (well, I would think so, and just as proud to say it!) or "then what if the Kurdish citizen starts saying 'happy is the person who can say 'I am a Kurd'"? (well, what if?)

You know there are some people to whom you can't tell a joke without having to explain everything to them, for whom poetry has no meaning. Kemal Ataturk's rousing "10th Year Speech", delivered on October 29th, 1933, on occasion of the 10th year of the Republic, opens with the proud assessment that "we have accomplished many and important things in a short time"- meaning the war of independence, the declaration of the Republic, the reforms, and the investments in the future. The famous phrase is the triumphant conclusion and naturally comprises the entire nation, all the citizens of the youg Republic of Turkey. To counter this proud statement with shallow arguments such as "but I'm not happy" or "what about ethnic groups who don't feel they belong?" reflects at best a dullness of spirit, at worst a treacherous heart.

I freely admit that  for a good deal of my life being a Turk has not, repeat not made me happy. I have often wished I were a member of this, that or the other nation.

But I never harbored the illusion that I could possibly escape the reality of what I was. Even if I tried, there would be those ready to remind me!

During moments when I was the most unhappy about being a Turk, I did not question Ataturk's words. At most, I experienced disappointment thet we as his nation had not been able to live up to them. Even when I was harboring the most despairing sentiments about my countrymen, I was never shallow enough to blame those words.

The AKP regime, elected and re-elected, with its Ergenekon, "Sledgehammer" and related witch-hunts, planted evidence, fake witnesses, infiltrated police and judiciary, children in veils, women in black sheets, and the apparent apathy and superficiality of the population, made me very, very unhappy about being a Turk.

Then I saw something stirring after May 19th, 2012. I saw families, young and old, all unarmed, carrying nothing but flags and placards, take to the streets and face the gas, pressurized water, and truncheons of the police!

I saw people fearlessly expose themselves to all, to the cameras as well as to the violence!

I saw the youth of the TGB- the Turkish Union of Youth- exhibiting a kind of bravery that I can not begin to imagine!

Then I saw the  "Promenade Park" (Gezi Parkı) uprisings! And a fresh, young, energetic culture rise from it! (As the young people themselves put it, "countering disproportionate
violence with disproportionate intelligence!") What Prime Minister Erdoğan has referred to as "the Twitter curse" has become a fresh new chapter in Turkish culture. You-Tube is bursting with creative clips!

I am over half a century old and now I am feeling, as I have never felt before:

"Happy is the person who can say 'I am a Turk!'"

So this is what he meant!

25 Haziran 2013 Salı

"IN UN ALTRO PAESE"


TÜRKÇE (For English text, please scroll down.) 

Gezi Parkı olayları dünya medyasına yansıdıkça yurtdışında geçirdiğimiz yıllarda tanışmış olduğumuz arkadaşlarımızdan bizi unutmadıklarını belirten e-postalar aldık. Genelde Türk halkının mücadelesini destekliyorlarsa da ne olup bittiğini tam da anlamadıkları belli oluyordu.

Bir İtalyan arkadaşım vardı, Dublin’de Sullivan-Bluth stüdyosunda çalışırken tanışmıştım. Ondan cesaret verici bir e-posta geldi. Medyadan görüntüler ve bir takım çok güzel deyişler ilave etmişti mektubuna. Görüntülerden İtalyan kaynaklı olanı burada paylaşıyorum. 

"ÖNEMLİ"
"Medya haberleri önemsizleştiriyor. İstanbul'da sokaklarda 48 saat kargaşa vardı."
"Güç odakları isyanın dünyaya yayılmasını engellemek için sosyal medya'ya ulaşımı engelledi."

"100'den fazla yaralı, 980 tutuklama."
"Yeni Dünya Düzeni diktası köşeden bakıyor.!" 
"Güvenlik güçleri insan boyu seviyesinden gözyaşartıcı gaz ve plastik kurşun sıkıyor. Ama hiçbirşey İstanbul'dan dışarı sızdırılmıyor."
"Kural herşeyi sansür etmek! İsyanın dünyaya yayılmasından korkuyorlar!"
"Herkesle paylaşın."
"Bu diktatörlükten usandık!!!"
 

Güzel deyişleri de bir tarafa kaydettim, yeri geldikçe kullanırım. Bir tanesini şimdiden burada değerlendiriyorum. 

“Quando la liberta 'non sa difendere se stessa poco vale.”

“Kendini savunamayan özgürlüğün fazla değeri yoktur.

(İtalyan atasözü.)

İtalyan arkadaşımın mektubuna yazdığım cevabın Türkçesi aşağıdadır: 

Sevgili...

Mektubunu buldum- son iki haftadır Annecy- İsviçre gezimizdeydik ve son sekiz gündür internet’e erişimimiz yoktu; postam da bu arada birikmiş. Destek veren ifadelerin ve mektuba eklediğin güzel deyişler için teşekkürler.

Biz de, senin dediğin gibi, Türkiye’ye hakim olan kötülüğün dünyayı sarmış olan bir örümcek ağının bir parçası olduğunu anlamıştık zaten. Fakat İngiltere ve İtalya’da gördüklerin şu şekilde farklı ki, oralardaki kurulu devletlerin yasal hükümetleri yetkilerini vatandaşların kazanılmış haklarını küresel güçlerin menfaatleri yönünde kısıtlamaya çalışıyorlar. Devlet yapısı değişmediğinden haksızlıkların sendika, gösteri ve seçim gibi yasal yollarla düzeltilme ümidi olmalı, yanılıyor muyum?

Türkiye’de olan ise kurulu devlet sistemini devirmeyi ve daha ilkel, teokratik, kadınları peçeli, şeriatçı bir Osmanlı modeline geri dönüşü hedefleyen bir karşıdevim’dir. Bu karşıdevrimi gerçekleştiren de, batılı politikalıcıların bıkmadan tekrarladıkları gibi, üstüste seçimler kazanan bir hükümettir. Aslında Türkiye’yi Büyük Ortadoğu Projesi’nin hedeflerine daha uygun hâle dönüştürmek amacıyla ABD’nin isteğiyle iktidara gelen bu hükümetin seçimleri de adil yoldan kazandığı konusunda şüpheler var. Bütün bunları senin daha kolay anlayabileceğin bir şekilde ifade edeyim- inanmayı zor bulacağını bilsem de.

Farzet ki ABD/Küresel menfaat çevreleri birdenbire İtalya’ya faşist sistemi geri getirmeyi uygun buluveriyor. Sana saçmasapan bir düşünce gibi gelebilir, ama ABD’de bir “düşünce havuzu”’nda birileri, böyle bir planın Avrupa’yı ABD/Küresel menfaatleri yolunda şekillendirmek için ideal bir yöntem olacağı fikrine kapılabilir. Bu plan o kadar uzun nefesli olabilir ki sade vatandaşlar operasyonu güden görünmez eli farketmeyebilirler.

Farzet ki fikir özgürlüğünün önemini vurgulayarak yeni bir Faşist Parti kuruluyor. Farzet ki bir demokrasinin her türlü fikre açık olması gerektiğini ifade edenler korosuna aydınlar da katılıyorlar. Farzet  mefaatlerini küresel güçlerin menfaatlerne bağlamış iş adamları basını satın alıyor ve gelişmelere şüpeyle bakan yazar ve muhabirleri ayıklıyor. Farzet ki bir siyah gömlek modası alıp yürüyor, önce “kişisel tercihtir” diye aldırmıyorsun ama sayılar arttıkça bir huzursuzluk basıyor. Bir de, inanması zor olsa da, farzet ki kilise bunların arkasında, ve rahiplerini propaganda için kullanarak yeni cennetin yolunun yeni Faşist Parti’ye verilecek oylarla belirleneceği inancını yayıyor. Bir de bir ruhani lider farzet, İtalya’nın dışında oturan. Kolaylık olsun diye bir ad verelim, mesela Giocondo (“Cokondo”) olsun, ve diyelim ki kendi internet sitesi ve İtalya içinde bir televizyon kanalıyla beyinleri uyuşturuyor, Neo-Faşist Parti’nin politikalarını kabullenmeyi kolaylaştıran teslimiyetçi bir ruhaniyet öneriyor. Farzet ki Gioconda Tarikatı fakir ve evsiz çocukları özel evlerde- adları Casa di Luce (“Kasa di Luçe”) olsun-  yetiştiriyor, şekillendiriliyor, ve önce üniversiteye, oradan da devlet idaresinde görevlere sokuluyor. Ve farzet ki İtalyanlar “bırak ne yaparlarsa yapsınlar, ne de olsa hiçbir zaman kazanamazlar” diyorlar.

Ve şimdi de farzet ki beklentilerin aksine Faşist Parti iktidara geliyor. Farzet ki anayasayı ufak ufak değiştirmeye başlıyorlar, her değişimde Mussolini yıllarındaki hâline yaklaşıyor. Farzet Roma İmparatorluğu tarihin naftalinlerinden çıkartılarak bir ideolojiye dönüştürülüyor, hatta o kadar ileri gidiliyor ki bu uğurda İtalyan kimliği bile bastırılıyor. Öykünülen Roma pagan dönemin Roma’sı değil, katolik Roma, Engizisyon’una varıncaya kadar! Ve farzet ki bu Engizisyon mahkemelerini yürütenler de artık adalet sistemine girip yayılmış olan Gioconda tarikatı müritleri. Farzet ki yeni başbakan- İtalyan tarihinden rastgele bir isim alarak Savonarola diyelim- ve Faşist Parti geri dönüş yolunu kapatmak ve gelecekteki operasyonlarını güvenceye almak için Republica Italiana’yı savunabilecek itibarlı kişileri “terörist” suçlamasıyla hapsetme yoluna gidiyor. Farzet ki Gioconda Tarikatı’na üye polisler karşıt görüşlülüleri suçlayacak delil üretiyorlar, aynı tarikata üye savcı ve yargıçlar da yargıyı yürütüyorlar. Farzet ki Faşist dönemin simaları birer birer onurlandırılıyor, Mussolini’ye bile trenleri rötarsız işlettiği için onursal doktora veriliyor.

Farzet ki eğitim sistemi bile neo-Katolik-Roma ideolojisi kapsamında değiştiriliyor. Farzet ki çocuklar anne ve babaları tarafından İncil kurslarına gönderiliyor ve kutsal kitapları, dilin kendisini öğrenmeden, latince olarak ezberliyorlar.

Farzet ki ortaokullar tek tek ve ihtiyacın çok ötesinde ruhban okullarına dönüştürülüyor, ve mahalledeki aileler bir oldubitti ile çocuklarını bu okullara göndermek zorunda bırakılıyor. Farzet ki hem Roma imparatorluğunu hem de Faşizmi temsil eden Fasces  (“faskes”) gittikçe popüler bir motif olarak
kartpostal, tişört, ev süsleri, arabalar için yapışkan şeklinde üretilirken yeni hükümet usul usul Republica Italiana anlamına gelen RI harflerini kullanımdan kaldırıyor. 
Fasces
Farzet ki İtalyan Cumhuriyeti’nin önemli isimleri sistematik şekilde aşağılanıyor, başarıları küçümseniyor, kusurları abartılıyor ya da sık sık düpedüz iftiralara maruz bırakılıyor. Farzet ki İtalyan gençleri, bir neo-Roma hayali için Cumhuriyet’lerinden vazgeçmeyeceklerini ifade etmek için sprey ya da boyayla sağa sola RI yazıyorlar, Facebook ve Twitter hesaplarında isimlerinin başına RI ilave ediyorlar...

Ve farzet ki günün birinde yeni hükümet önemli bir şehirde bir parkı- hadi adı Parco di Guidare olsun-  istimlâk edip yerine dış görünüşünü yıkılmış bir faşist anıttan alacak bir alışveriş merkezi yapmaya niyet ediyor. Mesela diyelim ki eskiden bir kışla varmış orada, ve bu kışlada buyük bir faşist ayaklanma başlamış ve bastırılmış. Ve yeni alışveriş merkezinin de dış görünüşü bu kışlaya benzeyecekmiş- yani adeta bastırılmış bir faşist ayaklanmanın anıtı. Farzet ki parkı ve bir anlamda İtalya Cumhuriyeti’ni savunmak için genci yaşlısı toplanıyor. Farzet ki birçoğu Giocondo Tarikatı üyesi olan polsiler şiddetle saldırıyor ve kısa bir süre önce Başkan Obama’yı ziyaretten dönmüş olan Başbakan Signor Savonarola büyük halk tepkisine ancak tehditler ve iftira dolu ithamlarla karşılık verebiliyor. Ve farzet ki batılı liderler ve basın durup durup “Savonarola hükümeti aslında seçimle gelmişti” diye tekrarlamaktan başka birşey yapmıyor. 

Bütün bunları hayâl edebilirsen, sevgili arkadaşım, o zaman burada olanları anlamaya başlayabilirsin...
ENGLISH

I get quite a bit of supportive mail from old friends around the world, though many understandibly have difficulty comprehending the full scope of what is happening here in our country.

A good Italian friend, with whom I once worked in the Sullivan Bluth Studios in Dublin, wrote a very fine and supportive letter, with pictures from the net- I am including one- and some very fine sayings that fit the occasion. I am including one of the pictures- the one of Italian source. It is below. 


"
"IMPORTANT"
"The media is trying to downplay the news. In Itsnbul there were 48 hours of panic in the streets."
"The powers that be have closed access to the social media to keep the protests from spreading all over the world."
"More than 1000 injured, 980 arrests."
"The Dictatorship of the New World Order is just arond the corner"
"The Forces of Order spray tear gas and fire plastic bullets at .man's height. But nothing may come out of Istanbul. "
"The order is: censor everything! They are afraid of the revolt becoming GLOBAL!"
"Share with everybody! We've had enough of this dictatorship!!!"
  (Today's tally: 4 dead, 7832 wounded. (Aydınlık, June 25th, 2013.)

As for the many sayings, I have saved them, to make use of them over time. I will start by including the following one, an Italian proverb:

"Quando la liberta'non sa difendere se stessa poco vale."


("When freedom can not defends itself it has no value.")


(Italian proverb)

Below, I am publishing my answer to my Italian friend!

Dear...

I found your mail- we were on our Annecy-Switzerland trip for the last two weeks and for the last eight days I had no access to the internet, so my mail piled up a little. I appreciate your expression of solidarity, and the very fine sayings you included!

We here have also come to realize that the evil afoot in Turkey is a part of the cobweb spun around the world. However, what you see in the U.K. and Italy are different in that the the established states and their legal governments are misusing their power and authority to suppress civil rights and serve globalist interests. Because the overall state structure remains, there should be hope of correcting the wrongs through legal processes, like unions, demonstrations, and the vote. Am I not right?

The Turkish case is a counterrevolution against the established system, aiming to revert to an earlier, more archaic model, the theocratic Ottoman model, complete with veiled women and rule by Sharia. It is being carried out by an elected and reelected government, as the Western politicians never tire of repeating, though there is much suspicion here of the fairness of those elections as these people were set up by the US to transform the country into something that is more amenable to their new Greater Middle East Project. Let me put everything into a context  you might better understand, though you might find incredible.  

Imagine the US/Globalist interests suddenly found it desirable to bring a Fascist regime back in power Italy. You might think it ridiculous but some" think-tank" in the US might come up with the notion that such a plan would be ideal to bring about a rearranngement in Europe that would be advantageous to US-Globalist interests. Their plan might be so far-reaching that the common citizen will not be able to see the invisible hand behind the operation.

Imagine a new Fascist party is founded, stressing the right to freedom of opinion. Imagine the members of the intelligentsia joining in the chorus, voicing that in a democracy everyone has a right to express their thoughts. Imagine the press being bought up by capitalist businessmen whose interests are married to globalist ones, and who then start sifting out columnists and reporters who view the developments with suspicion. Imagine black shirts coming into vogue; you think it's a matter of personal choice until the numbers start making you uneasy. Imagine, improbable as it may be, the Church standing behind it all of this, using its priests to disseminate its propaganda, and equating votes to the new Fascist party with the path to heaven. Imagine a spiritual leader outside of Italy, lets call him Giocondo, for argument's sake, with a website and a TV channel in Italy, numbing the brains with his talk, pushing for a kind of complacent spirituality that will support and accept everything that the new neo-Fascist party proposes. Imagine the Giocondo Sect raising poor and homeless children at its special homes- let's call them "Casa di Luce", and molding them before moving them up to University and from there into the administration. Imagine Italians saying "let them do what they want, they will never win!"

Then let's imagine that, against all expectations, the Fascist party comes to power. Imagine they start changing the constitution bit by bit, bringing it closer to the Mussolini years. Imagine the Roman Empire taken out of the mothballs of history and been made an ideaology, to the extent of suppressing Italian identity- not a Pagan Rome but a Catholic Rome complete with inquisition. Imagine this Inquisition being manned by the Giocondo Sect, who have by now been raised and spread into the judiciary. Imagine the Giocondo Sect having made inroads into the police as well. Imagine the new Prime Minister- let's call him Savonarola, to take a random name from Italian history- and his Fascist Party attempting to block the road back and secure future operations by jailing any influential guardian of the Republica Italiana on charges of "terrorism". Imagine police officers coming from the Giocondo Sect planting evidence to implicate opponents, then imagine prosecutors and judges coming from the same sect putting them on trial.  Imagine the leaders of the Fascist era being honoured one by one, even Mussolini being given a post-mortem honorary doctorate for making the trains run on time.

Then imagine the system of education being redesigned to fit the new neo-Catholic-Roman ideology. Imagine children being sent to Bible classes by their families where they have to memorize the holy scriptures in Latin, without learning the language.

Imagine secondary schools being changed to clerical schools one by one, far exceeding the need, and forcing the choice upon the families in the neighbourhood. Imagine the Roman-Fascist fasces becoming an increasingly popular symbol, appearing more and more on postcards, t-shirts, decorations for the home, stickers for cars, while the new
Fasces
government quietly reduces the use of RI for the Republica Italiana.  

Imagine the illustrious figures of the Italian Republic being systematically discredited, their achievements minimalized, their shortcomings exagerrated, and often subjected to outright slander. Imagine young people suddenly taking to spraying and painting RI all over the place, and adding the letters in front of their names on their Facebook and Twitter accounts,  to express that they are not in favour of the dissolution of their Republic in favor of a neo-Roman dream...

Then imagine one day the new government decides to demolish a park, let's call it Parco di Guidare, in an important city, in order to build upon it yet another shopping mall with the external appearance of a fascist monument from a previous era. Perhaps some military barracks stood there once, the starting point of a fascist insurrection that was put down, and the new shopping mall is meant to have the outer form of these barracks- in effect, a monument to suppressed Fascism. Imagine people, young and old, assembling to defend their park, and through it, the Italian Republic. Imagine the police, many of them members of the Giocondo cult, reacting with violence.and Prime Minister Signor Savonarola, just back from visiting President Obama, using the language of threats and slanderous accusations in the face of massive reaction. Then imagine the Western leaders and press repeat over and over again that Signor Savonarola's government was, after all, democratically elected! 

If you can imagine all of this, dear friend, you can begin to understand what is happening here!...

...