TÜRKÇE (For English text please scroll down.)
3 Ekim 2012’de Suriye sınırındaki Akçakale kasabasına bir
top mermisi düştü. Suriye tarafından atıldığı söylenen mermi ikisi kadın üçü
çocuk beş vatandaşımızı öldürdü.
Türkiye bir açıklama beklemeden karşılık verdi. Kendi
basınımıza göre bizim atışlarımız sonucunda yirmi Suriye askeri hayatlarını
kaybetmiş. Başka kaynaklar da otuzdört gibi bir sayı veriyor.
Başbakan Erdoğan’a göre anında verilen bu tepki kendi
kararıymış.
Suriye Akçakale’ye düşen mermi meselesini incelediğini
belirtti. Vatandaşlarımızı öldüren atışın Suriye tarafından yapıldığı henüz
kesin değil, hele bu konuda bir emrin yukarı kademelerden geldiği hiç olası
görülmüyor. Öte yandan bizim misilleme atışlarımızın sorumluluğunu başbakanımız
bile bile, hatta iftiharla üstüne alıyor. Almış olduğu canlar ne onu
ilgilendiriyor, ne de bizim medyayı.
"Babacığım, başka bir küçük kızın babasını mı öldüreceksin?"
Ressam belirsiz, Life dergisi, 1898
ABD- İspanya savaşı ile ilgilidir.
Müslüman kardeşliğine o kadar önem veren başbakanımızın komşu
ülkedeki din kardeşlerini öldürmek konusunda bu kadar hissiz olması en azından
ilginç! PKK’nın şehit ettiği askerlerimizin ailelerinin acılarını ve
gözyaşlarını ekranlarda ve gazetelerin ön sayfalarında uzun uzun sergileyen,
evlenemedikleri nişanlıların ve göremedikleri evlatlarının görüntülerini
zihnimize ve vicdanlarımıza kazıyan medya kendi silahlarımızla şehit ettiklerimizi
(evet, onlar da “şehit” olmuş oluyor, kendi tanımlamamızla) insandan saymıyor.
Demek savaş psikolojisine bu kadar açığız!
1992’de Ege’de yapılan bir ortak NATO manevrasında ABD’nin
Saratoga uçak gemisinden ateşlenen
iki füze bizim Muavenet
destroyerimizin köprüsünü vurdu, gemi komutanıı dahil beş subayımız öldü.
ABD olayın bir kaza olduğunu bildirdi. Geçtiğimiz günlerin mantığına göre
bizimkiler hemen misilleme yapıp yirmi Amerikan denizcisini haklaması
gerekirdi. Mevzubahis olan dost, müttefik ve büyük ağabey Sam Amca olunca iş bu
kadar ileri gitmedi tabii. (ABD donanması olayla bağlantılı olarak beş subay
ve üç ere sicil cezaları verdiklerini okudum. Kaybettiğimiz gemiye karşı da USS
Capodanno’yu verdiler, bu gemiye
tahrip olan Muavenet’in adı verildi.)
Neticede iki yanlış bir doğru yapmaz; o zaman
Amerikalılar mevzubahis olunca doğru olan şimdi Suriyeliler için de doğru
olmalıydı.
Birkaç ay önce doğu Akdeniz’de bir RF-4E savaş uçağımız
düşmüştü. (Tarih 22 Haziran 2012.) Suriye, uçağımızı kendi hava sahası üzerinde
düşürdüğünü ilan etti ve bizim taraftan çok çeşitli, çelişkili açıklama
geldiyse de hava sahası ihlâli meselesi inkâr edilmedi. Hükümet o zaman da
savaş tamtamları çaldı ve NATO’yu da harekete geçirmeye çalıştı ama neyse ki Hilary
ne de Barack bile bizim başbakanımız kadar hevesli gözükmediler de iş savaşa
dönüşmedi.
Hükümetimizi eleştiren çevrelere göre silahlı militanların mülteci
kamplarını üs olarak kullanarak Suriye içerisinde saldırılar düzenlemelerine
göz yumulması savaşı Türkiye’ye zaten getirmiştir. Kuzey Irak’taki Barzani
rejiminin ve destekçisi ABD’nin ülkemizde saldırı düzenleyip pusular kuran PKK
militanlarına evsahipliği yapmalarına kızarken kendimiz daha iyi davranmıyoruz.
Hükümet komşumuzdaki rejim düşmanı militanları eğiten bir özel kurumun (SADAT) kurulmasına
izin vermiş, hatta büyük olasılıkla desteklemiştir.
Bilmem bütün bu saldırgan, militarist faaliyetlerin bir sivil
hükümetin başının altından çıktığını belirtmeme gerek var mı! Yine sivil
bir başbakan olan Turgut Özal da zamanında “bir koyup üç alma” mantalitesiyle
Bush’un peşinden Irak’a girme heveslisiydi!
Dönemin genelkurmay başkanı Necip Torumtay "İnandığım
prensiplerle ve devlet anlayışımla hizmete devamı mümkün görmediğim için istifa
ediyorum." diyerek görevinden ayrılmıştı (3 Aralık 1990). Neyse
ki Türkiye iki körfez savaşına da aktif olarak katılmadı.
Ama şimdi sırada
Suriye var ve ülkemizin başında ABD’nin cici çocuğu Tayyip Erdoğan ve
kankası Abdullah Gül var, etkin sesler hapiste, silahlı kuvvetlerin kumanda
kademesi hüküm giymiş durumda. Bizi ABD’nin hazırladığı savaşa sürüklemelerine
bir engel kalmamış görünüyor. Ayın üçünde düşen top mermisi için ayın dördünde meclisten
Türk Silahlı Kuvvetleri’ni sınırötesi operasyonlara gönderme yetkisini veren
teskereyi çıkarttılar- süre ve yer belirtmeden! Evet, protestolar oldu ama
AKP milletimizin gönüllerini ve vicdanlarını- ve hatta cüzdanlarını- rehin
tuttukça iyimser olmakta zorlanıyorum.
Taksim'de tezkereyi protesto gösterisi- 4 Ekim 2012
Protesting the parliamentary resolution allowing extraterritorial military operations- Taksim Square, Istanbul, October 4th, 2012
ENGLISH
The footnote links do not
work; you will have to scroll down to to the footnotes for expanded
information. There are only two footnotes so it shouldn't be too much trouble.
October 3rd 2012; an artillery shell, allegedly fired
from Syria, landed in the Turkish border town of Akçakale, killing five
civilians- two women and three children.
Turkey did not wait for an explanation, but responded in
kind, firing back over the border. The Turkish media reported twenty Syrian
soldiers dead. Other sources claim the number of Syrian soldiers killed to be
as high as 34.
Prime Minister Erdoğan proudly claims all credit for the
swift response.
Syria has stated that it has launched an investigation
into the affair. It is by no means certain that the shell was fired by the
Syrian army. It is even less certain that the order to fire came from above.
However, our prime minister has proudly declared to all and sundry that he
himself has masterminded and managed the response that caused the deaths of at
least four times as many Syrians. This cavalier attitude towards killing Muslim
soldiers sounds odd coming from a leader who has shown so much enthusiasm for
an Islamic brotherhood. Strange also is the attitude of the media which fill
the papers and TV screens with tearful images of bereaved mothers and fathers
when it comes to our own soldiers killed by PKK insurgents, and accept so
readily the loss of life caused by our own weapons.
“Daddy, are you going to kill some other little girls’
father?”
anonymous illustration from Life magazine, 1898,
The occasion was the Spanish-American War
In 1992, during a joint naval operation in the Aegean sea within
the NATO framework,
missiles fired from the US aircraft carrier Saratoga hit the bridge of the Turkish destroyer Muavenet, killing five, including the
commander of the ship (October 2nd, 1992). The US immediately reported that
the event was an “accident”. Following the reasoning that is popular today, the
Turkish ships taking part should have immediately reciprocated, taking out at
least twenty yankee sailors.Naturally, the assault coming from friend, ally and
big brother Uncle Sam, no such measure was even contemplated. Two wrongs most definitely
don’t make a right, then as well as now!
Earlier this year a Turkish RF-4E crashed into the
Mediterranean, off the Syrian coast. (June 22nd, 2012). Syria claimed to have
shot it down over its own territory, the Turkish government did not deny that,
but beat its war drums on that occasion too, calling on NATO for unified action.
Even Hillary and Barack seemed less gung-ho than our own Tayyip Erdoğan, their protegé
. Critics here do not hesitate to point out that our government has effectively
imported the war by allowing armed insurgents to operate from refugee camps in
our country, just as PKK insurgents have been operating out of northern Iraq,
much to our chagrin. We may well be indignant and angry that Barzani in
northern Iraq, and his US. protectors, host these armed groups that carry out raids
into our country, but we are no better! Our government has even allowed, most
probably backed, the creation of a private organization (SADAT) for their supplying and
training.
Need I point out once again that it is a civilian
government that is acting so hawkish? Back in 1990, when (civilian) prime
minister Turgut Özal, with the hope of “betting one and winning three” was
pushing for participation in the first Gulf war alongside Bush, Chief of Staff
Necip Torumtay opposed and resigned with the words: “Since my principles and my conception of the State no
longer allow me to serve, I hereby resign.” (December 3rd, 1990). Happily
Turkey did not participate in either of the Gulf wars. However now, with Syria as
next in line, good ol’boy Erdoğan as PM and kindred spirit Abdullah Gül as
president, with all dissenting influential voices either awaiting trial or
already convicted- including the entire command structure of the Armed Forces,
the road seems open for active military participation in a war that the US.
has engineered. To this end Erdoğan’s AKP has used the Syrian gunshell
incident to bring about a parliamentary resolution (October 4th 2012) licensing
the Armed Forces to carry out extraterritorial military operations- with no limitations stipulated as to time and
place! Demonstrations were held against the resolution but with the AKP’s
stranglehold on the nations’ minds and souls- and pocketbooks- there is little
room for optimism!