TÜRKÇE: (For English see "Bombs in Advent in the Holy Land", 14 Aralık- December 2023)
2021'den beri yeni bir şey yayınlamıyorum , iki seneyi kaçırdım yani. Önemli birşey olmadığından değil, başka ilgilerime ve aile işlerine vakit ayırdım.
Son paylaşımım 19 Aralık 2021'deydi ve bir yıl gecikmeli olarak seneki, yani 2021'in yeniyıl resmimizi içeriyordu, yani başında değil sonunda paylaşabildim. (Bkz: "Pandemonium", 19 Aralık 2021.) Güncel yeni yıl resmimiz o zaman hazırdı ama bugüne kadar bu blog'umda paylaşamadım. (İki paragraf aşağıda.)
2021 oldukça tatsız geçmişti, propagandanın tanıdığınızı zannettiğiniz insanları nasıl değiştirebildiğini gördüğüm hayat dersleriyle doluydu. İnsanların kapanmalara, deli saçması gibi gelen "aşı" teknolojilerine kitleler hâlinde sorgusuz itaat ettiklerini görmek yeteri kadar kötüydü, şüpheci baktığım için bana düşmanca tavır almalarını beklemiyordum. Yukarıda bahsettiğim yazım için Facebook üzerinden girdiğim iki tartışmayı olduğu gibi kesip yapıştırdım; sadece isimleri değiştirdim. Beni ikna için bu kadar uğraşmaları çok şey anlatıyordu.
2022 yeni yılına kadar Metaverse'i ve Sanal Gerçeklik üzerine kurulan bir yaşam tarzınının olası Matrix-vari sonuçlarını öğrenmiş, insanları "Gerçek Gerçekliğe" dönmeye davet etmek gerektiğini düşünmüştüm. (Bkz."Esin Desen"'de "Yeniyıl 2022", 25 Aralık 2021.) 2023'e geldiğimizde ise Lâle'nin önerisiyle "uçup giderek aşırı teknolojiden kaçmak" arzumuzu ifade ettik. Bkz.: "Esin Desen"'de "Yeniyıl 2024", 14 Aralık 2023.)
2022 ve 2023 yeniyıl tebriklerimiz. |
Hiç değinmediğim önemli bir olay Rus-Ukranya savaşıydı. 22 Şubat 2022'de başlamış sayılsa da savaşın tarihi Ukrayna'nın Rusya yanlısı cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç'in ABD destekli bir darbeyle indirildiği 2014'e kadar gitmektedir. NATO'nun doğuya doğru genişlemesi ve Ukrayna'nın o ittifaka katılma ihtimâli Rusya'nın varığını gerçekten tehdit ediyordu ve alevlenmenin sebebi de buydu. Savaş korkunçtu ve Batı medyası hemen Rus karsşıtı bir tavır aldı. Bizim medya da onların dediklerini tekrar ettiği için neredeyse iki senedir Rusya'nın çökmek üzere, Ukrayna'nın ise zaferin eşiğinde olduğuna ikna edildik! Biz ise, Montrö anlaşmasıyla korunan Boğazlar'ın iki yanına yayılmış oturan bir NATO ülkesi olarak özellikle kritik bir konumdayız. bu konuda burada bir paylaşımım olmadı ama başke yerlerde fikrimi açıkça belli ettim, şöyle ki: NATO ne derse desin tarafsız kalmalı, NATO savaş gemilerinin Karadeniz'e geçmelerini sınırlayan Montrö hükümlerine uymalı, hem Rusya hem de Ukrayna ile normal ilişkileri sürdürmeli, ve barışçı bir çözüm için elimizden geleni yapmalıyız. Neyse ki Cumhurbaşkanı Erdoğan aynen bunu yaptı, hatta İstanbul'da barış görüşmeleri gerçekleşmesine önayak bile oldu. (Mart 2022) Söylenenlere bakılırsa Birleşik Krallık başbakanı Boris Johnson Kiev'e alelacele uçup Zelenski'yi taviz vermemeye ikna ederek o barış ümidini boşa çıkarmış!
Montrö anlaşmasını bizi savaşa karşı koruyacak bir unsur olarak yorumlamıştım. |
Sosyal medya mavi-sarı Ukrayna bayraklarıyla ve "Ben Ukrayna ile duruyorum" ("I stand with Ukraine") sloganlarıyla doluverdi. Bir ülkenin bir diğerini işgâl etmesine dünya kamuoyu tarafından verilen bu tepkiye şahit olmak çok güzel ama yine de daha fazla savaş, daha fazla silah çağrısı yapmak yerine diplomasiyle çözüm arayışı talep etmek daha yararlı ve daha insancıl olurdu! Bana gelince, ben bencilce düşünüyor, bu işe bulaşmanın ülkeme getirebileceği felaketlerden korkuyorum. I. Dünya Harbi tecrübemiz çok ağırdı, ve o da donanmamızın Kırım-Sivastopol'u bombalanmasıyla başlamıştı. Bu defa eşekarısı yuvasına parmağımızı sokmadığımıza memnunum.
Derken 7 Ekim 2023'de Hamas Gazze'nin son derece yüksek güvenlikle korunan sınır hattını geçerek asıl İsrail'e geçmiş, vahşi bir saldırıyla rehineler toplamaya ve - İsrail'e göre- rastgele Yahudi kıyımına, tecavüzlere, kafa kesmelere girişmişler. Gerçekler ortaya çıkmaya başladıkça en az kafa kesmelerin doğru olmayabileceğini, tecavüzlerin kanıtlanmadığını duyduk. Ölümlere gelince (baştan 1400 iddia edilirken sonradan 1200 olarak düzenlendi) onların da ne kadarının müdaheleye gelen İsrail güçlerinin ateşiyle öldüğü çok belirli değil.
Sonra İsrail bütün gücüyle saldırıya geçti. Son sayıma göre sadece Gazze'de 18000 can kaybı oldu. (Bu sayı İngilizce makaleyi yayınladığım 14 Aralık 2023'tendir. Bugün 44 000'i geride bıraktı ve savaşın yayıldığı Lübnan'ı içermez. Enkaz altında ulaşılamayanlar da bunun dışındadır.) İsrail Batı Şeria'daki Filistinlileri, Lübnan'ı, hatta Suriye'yi bile tehdit ediyor ve bir yandan İran'a da ithamlar yağdırıyor. Batı güçleri İsrail'e tam destek vaadinde bulundular- ne yaparlarsa yapsınlar ebedi mazlum olarak kalma hakkını almışlar belli ki! Paylaşımlarını Ukrayna bayraklarıyla ve Putin karşıtı sloganlarla dolduranların çok azı Filistin'i destekleyecek, İsrail'i eleştirecek bir ifadede bulunabildi, ve bu da ne kadar iki yüzlü olduklarını göstermeye yeter! Neyse ki bu boşluğu dolduracak başka yürekliler oldu, çevre baskısı ve aşağılamalara kulak asmadan tepkilerini gösterdiler. Bunların birçoğunun Musevi olması adil ve hakça davranmanın ırk, din ya da milliyetle âlâkası olmadığını kanıtlar.
Prenses Yasemin de Arap kızıydı! |
Bu noktadan itibaren şehirlerarası otobüs yolculuklarımdan birinde Avrupalı bir arkadaşıma yazdığım bir elektronik mektubu paylaşıyorum:
Merhaba...
Anneme haftalık ziyaretimi yapmak için işte yine otobüsteyim. Söz verdiğim gibi bu vakti sana yazmak için kullanıyorum! Görüyorum ki İsrail'de olanlar seni çok etkilemiş. Benim için de öyle.Gerçi biz de bir Ortadoğu ülkesiyiz ama itiraf etmeliyim ki bugüne kadar Filistinlilere karşı çok duyarsızdım. Ülkemdeki Kemâlist kesim (ki ben de buna dahilim) Batı'yı el üstünde tutar ve Araplara karşı mesafeli durur, onun için Filistinlilerin durumu hakkında bilgi sahibi olmak için fazla uğraşmadık. Bunun üstüne ABD medyası (ve orada yaşıyorsan Alman medyası) aracılığıyla üstümüze dökülen Musevi propagandası vesilesiyle ikna edildik ki: 1) Museviler daima merhametli ve insancıl oldukları hâlde ebediyen baskı altında tutulan bir ırktır ve 2) İsrail Avrupa ülkelerine denk uygar bir ülkedir, "Ortadoğu'daki tek demokrasidir", pis Araplar, geri kalmış Müslümanlarla kuşatılmıştır. Ben de bu tür düşünceden bağımsız değildim, ama İsrail'in Örovizyon şarkı yarışmasına katılabilmesini yine de biraz fazla buluyordum.
Erdoğan rejiminden hoşnutsuzluğum beni Arap dünyasından daha da soğuttu. (Ne ilginç tezattır ki Erdoğan ABD tarafındanTürkiye'yi islâmlaştırmak, milliyetçilikten uzaklaştırmak için özel olarak seçilmişti.) 2021'de ben ve eşim Nüfus İdaresi'ne giderek kayıtlarımızdan "İslâm" kelimesini sildirdik. Bir sonraki sene ülke Erdoğan'ı neredeyse deviren "Gezi" olaylarıyla sarsıldı. Kullandığı adamın artık kontrolü kaybettiğini düşünen ABD, artık ipini çekmeye karar verdi. Erdoğan karşı koydu, projede ortağı olan Gülen'le yollarını ayırdı ve zamanında kendi yardımıyla hükümete ve önemli kurumlara sızmış olan Gülen köstebeklerini ayıklayıp tutuklattı. ABD 2016'da bu sefer bir darbeyle Erdoğan'dan kurtulmaya teşebbüs etti, ama Erdoğan cep telefonu üzerinden yaptığı çağrıyla büyük bir direniş yaratarak bu teşebbüsü de boşa çıkardı.
O zamandan beri dinci ve anti-milliyetçi Erdoğan daha az dinci ama aynı zamanda milliyetçi Erdoğan'a dönüştü. Artık bütün hassasiyetlere cevap verdiği için (ki ABD'nin isteği bu DEĞİLDİ) toplumsal barış sağlandı ve muhalefet eskisi gibi gözü kararmış bir direniş yaratamıyor. Bu yeni istikrar ve toplumu oluşturan unsurlar arasındaki iç barış sayesinde Araplara sırt çevirme ihtiyacını o kadar duymuyorum. Günden güne Filistin'deki yaşam koşulları ve, bunun ötesinde, kendine "Ortadoğu'daki tek demokrasi" yakıştırmasını yapan malum devletin sosyal ve politik yapısı hakkında da giderek daha çok şey öğreniyorum. Ve bize ne kadar çok, ne kadar arsızca yalan söylemişler, inanamıyorum! Holokost'tan bahsetmiyorum; onun doğru olduğunu varsayıyorum, ya da çoğunlukla doğru, ya da herneyse! Ama ah ne insancıllarmış, ne kadar da ayrımcılığa uğruyorlarmış söylemi var ya...! O "Ortadoğu'nun tek demokrasisi" dedikleri kuruluşundan beri bir teokratik (dinci) apartheid (ayrımcı) rejimmiş! Bugün Museviler yaşadıkları her ülkede eşit vatandaşlık haklarına sahip, ama kendi ülkelerinin yerlilerine bu hakları tanımıyorlar. Bu kadar bariz bir ikiyüzlülüğü onyıllardır gözlerimizden kaçırmayı sağlamışlar. Ben şahsen ömrüm boyunca o daima aşağılanan Musevi ırkı hakkında kitaplar okudum, filmler seyrettim, ki bu da yarım asrın üstünde bir süre. Ayrımcılığın kötülüğü hakkında bu kadar çok şey söyleyen bir milletin böylesi bir kötülüğü başkalarına yapmaktan kaçınacağını varsaydım. Neler olmakta olduğunu öğrendiğim ölçüde şaşkınlığım artıyor. Bazı Museviler Filistinlilerin YOK EDİLMESİNİ isteyen şiddet mesajları paylaşımları yapmışlar. Böyle sözleri daha önce nerede duymuştuk?
Bugün Erdoğan'ın Filistin'in yanında durmasına hiç itirazım yok. Bir İslâm devleti kurma hayâlinden vazgeçtiğinden beri (umarım temelli vazgeçmiştir) kendisine daha az eleştirici bakıyorum. Alman şansölyesi Scholz'a Berlin'de söylediği dobra sözler hoşuma bile gitti: "Bizim İsrail'e borcumuz yok... Borçlu olanlar rahat konuşamıyor... Biz Holokost cenderesinden geçmedik." Gün gelip de Erdoğan'ın bir konuşmasını beğeneceğim aklıma gelmezdi.
Görünüşe bakılırsa benim de içinde bulunduğum grup, yani Kemâlistler, ABD tarafıdan Erdoğan'ın yerine aday yapılmış. Ben ve eşim gördüğümüz herkesi ikna etmeye çalışıyoruz ki gerçek düşmanımız ABD derin devletidir, ama onlar meseleyi basite indirgeyerek Erdoğan'dan kurtulursak herşeyin düzeleceğine inanmayı tercih ediyor. Korkum şudur ki bir gün muhalefet kazanırsa ülkeyi ABD, İsrail ve Ukrayna yanlısı, Filistinlileri unutan bir tarafa çekecektir. Ama neyse ki çoğu bütün "Atatürk" söylemlerine rağmen o kadar sığ, beceriksiz, onları destekleyen Yankiler de bu toplum hakkında o kadar cahil ki her seçimde yüzüstü düşüyorlar! Ben benim gibi Kemâlist olanlara çok kızıyorum çünkü milli birliğin çok önemli olduğu şu günlerde siyasi kazanç uğruna milleti "biz ve onlar" diye bölmeye çalışıyorlar.
İstanbul'a vardım. Dönüş yolunda devam ederim.
Bugün Pazar,otobüsteyim, dönüş yolundayım... Sana bu kadar uzun bir cevap yazıyorum çünkü böylelikle hem kendimi biraz yargılıyor, hem de düşüncelerimi toparlıyorum. Ayrıca blog'umda da yayınlayabilirim!
29 Ekim'de, yani o meşur 7 Ekim'den aşağı yukarı üç hafta sonra, Cumhuriyet'imizin 100üncü yılını kutladık. Önemsendi tabii ki. Ondan bir gün önce Erdoğan Filistin'i desteklemek için dev bir miting düzenledi ve kendi destekçileri doluştu. 1,5 milyon kişi deniyor ve öyle de gözüküyor. Muhalif troller küçümsediler ve lâik Kemalistlerin Arap antipatilerine hitap etmeye çalıştılar. Erdoğan'ın bir de ünlü konuğu vardı: Yusuf İslâm (Cat Stevens). Eski hayran kitlesinden çok farklı ama coşkulu bir kalabalığa konuştu; eski hayran kitlesi de bu ziyaretle hiç ilgilenmemişti zaten. Hatta bu ziyaret medya'da da çok az yer aldı. Ben de bir YouTube videosundan öğrendim, Facebook'ta paylaştım, onu da ipleyen olmadı! Eskiden oy verdiğimiz (ve eşimin bir süre üyesi olduğu) Vatan Partisi de 29'unda, yani bayram günü, bir miting yaptı, medya onunla da pek ilgilenmedi. Partinin kendi gazetesi ve kanalı haber yaptı, ama o gazete pek bulunmaz, kanala da reklâm veren çıkmaz. Partinin de varlığını bilen azdır zaten.
Hem Türk toplumunda, hem Ortadğu'da hem de dünya genelinde büyük bir tehlike, İsrail-Filistin çatışmasının iki taraf (ve destekçileri) tarafından dinler arasında bir çatışma olarak yorumlanmasıdır. Bu durumda her iki taraf da kendini "gerçek ve doğru dini savunan", karşı tarafı da "zındık" olarak görecektir. Sosyal medya'd gördüğüm yorumlar da bu tehlikenin gerçekleştiğini kanıtlıyor. Hayatın ve yaradılışın sırları insan kavrayışının ötesinde olup hiç bir din ve inanç tarfından izah edilemeyeceğinden herhangi bir tarafn üste çıkması bir inancın doğru, diğerinin yalnış olduğunun kanıtı olamaz, ama insanlar öyle algılayacaklardır. Ve bağımsız, özgür bir Filistin de büyük olasılıkla bir din devleti olacaktır! Hayır, bunu bir TEOKRASİ- LÂİK çatışması olarak yorumlamak gerekir.
Ve bu da beni tekrar 100 yaşındaki Cumhuriyet'imize getiriyor; İsrail'den çeyrek yüzyıl önce teokratik, çok uluslu, padişahın aynı zamanda halife olduğu, çoğu cahil ve imamın her dediğine inanan bir halkın yaşadığı bir imparatorlukta kurulmuştu. Harplerden sefil düşmüş bu geri kalmış ülkede Mustafa Kemâl eşit vatandaşlığa dayanan lâik bir cumhuriyet kurmayı başardı ki bu eşit haklar- oy hakkı dahil- kadınları da kapsıyordu. Şeriat'ı, hatta hilafeti de kaldırdı ve ülkenin yerlisi olan herkesin kanun karşısında eşit vatandaş olduğu bir sistem kurdu.
Sadece İsrail'e şahit olmak bile Cumhuriyet'imizin 100üncü yılını kutlamak için sebeptir. Bizim Cumhuriyet'imizden çeyrek asır sonra kurulan, nüfusunda çok sayıda eğitimli Avrupalı bulunan İsrail kura kura apartheid (ayırımcı), din kanunlarının bizim eski Şeriat'ta olduğu gibi devlet kanunları olduğu bir teokrasi kurabildi. Çok geç incelemeye başladığım bu İsrail fenomeninde evlilik kanunlarını okuyunca çok şaşırdım. Birleşik Krallık Filistin mandasını alınca Osmanlı kanunlarına kaldırmamış, İsrail de bunları aynen devralmış. Buna göre halk dinlerine göre "milletlere" ayrılır ve hepsinin kendine özgü hukuku vardır. Nikâh sadece o milletin din adamı tarafından kıyılabilir; müslüman milletinde imam, hristiyan milletinde rahip, musevi milletinde haham. Dinler arası evliliklerde evleneceklerden birinin din değiştirmesi gerekir. Bu anlayışı İsrail toplumuna uygularsak museviler dahil herhangi birisinin kendi toplumu dışında evlenmesi imkânsıza yakın olur. (Musevilerin din değiştirme konusuna nasıl baktıklarını düşünün, kendi dinlerine olsa bile!) Bunun yanında nikâh sadece "kitap dinlerinde" mümkün. Budist olan İsrail'de evlenemez. Okuduğuma göre İsrail'de bizdeki gibi resmi, devlet nikâhı yok.
Cumhuriyet'imizin 100üncü yılı için yaptığım resim. İşte Bunu doğru yaptık! |
Museviler bu hak ve imtiyazlardan her ülkede istifade ediyorlar. Buna bütün nikâhların resmi nikâh olduğu Türkiye Cumhuriyeti de dahil. (Aileler arzularlarsa ayrıca bir dini nikâh yapabiliyorlar.) Ancak yeni öğrendim ki Museviler bir yandan kendilerinin başka ülkelerde yararlandıkları hak ve imtiyazları kendi ülkelerinin yerlilerinden esirgerken bir yandan da "anti-Semitizm"'den yakınıyorlar.
2024 Yeniyıl mesajımız. |